18 Mart Geri Dönmeyi Düşünmediler ( Çanakkale Unutulmamalı)

Çevrimdışı lila1980

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 142
  • 1.225
  • 142
  • 1.225
# 25 Eki 2009 12:23:54
arkadaşlar ben her zaman bayrak ve millet, şehitlerimizi anlatırken çok duygulanıyorum ve öğrencileriminde bu duygu selini yaşamasını çok istiyorum bu yıl Çanakkale şehitlerini anma gününü ben aldım ve şimdiden hazırlıklarımı yapmak istiyorum yardımlarınızı bekliyorum

Çevrimdışı bikes

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.749
  • 2.886
  • 1.749
  • 2.886
# 25 Eki 2009 12:32:19
arkadaşlar alıntıdır inşallah işinize yarar rabbim onlardan razı olsun onları bizlere şefaatçi kılsın onların sayesinde bugün bayrağımız dalgalanıyor ezanlarımız okunuyor

Çevrimdışı cennet45.03

  • Aktif Üye
  • **
  • 31
  • 67
  • 31
  • 67
# 25 Eki 2009 12:42:04
öncelikle küçük yaşlarına bile bakmadan savaşıp toprağının en küçük parçasını bile vermeyen atalarımızın ruh şad olsun mekanları cennet olsun.
bizler atalarımızın kanları ile sulanmış vatanımızın üstünde al bayrağımızı dalgalandırıp sonsuza kadar onlaın ruhlarını rahat uyutmalıyız.çünkü bizler  o kahraman atalarımızın torunlarıyız.

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 02:26:03
     Bu sene yaz tatilinde (Temmuz sonları) yolum Çanakkale'ye düştü. Gelibolu Yarımadasındaki Milli Parka gitmeden dönmedim. Gerçi bu 4. gidişimdi. Ama her gidişimde tüylerim diken diken olmuş ve gururlanmışımdır. Her gittiğimde orada gördüklerimin etkisinden 1 ay kurtulamamışımdır.
     Çanakkale Savaşı ile ilgili dinlediklerime her gittiğimde yenilerini ekliyorum. Bu sefer en merak ettiğim İngilizlerin kaybolan 4. Norfolk taburunun bulutların içinde kaybolduğu yerdi. Gelibolu yarımadası büyük yer. Bir yerden bir yere gitmek yarım saat sürüyor. Bütün aramalarıma rağmen kayboldukları yeri bulamadım. Yani bir tabela yoktu. Herhalde bir dere yatağının üzerindeki tepe olacaktı. Neyse başka zamana.
     Çanakkale Savaşının bende şöyle bir önemi var. Eğer Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale'de başarılı olamasaydı herhalde Kurtuluş Savaşını'da başlatamazdı diye düşünüyorum. Çünkü halk tanımadığı ve güvenmediği bir kimsenin arkasından niye gitsin ki...

      Milli Parkta birçok  rehberin anlattıklarını dinledim. Yandaki grupların arasına dalıp oradaki hikayeleride dinledim. Dinlerken insan kendini zor tutuyor. Acaba bizler bu memleketi şimdi hak ediyor muyuz diye düşünmeden edemedim. O zaman ki atalarımız 1 saniye bile düşünmeden bu memleket için canı feda etmişler. Ama şu anda bizler pek önem vermiyoruz gibi geliyor. Atalarımızı anlayamadık! Ne Çanakkale’yi ne de orada yatan 250 bin vatan evladını ne yazık ki anlayamadık. İstedim ki bizler burada Çanakkale'de yaşanmış bu hikayeleri paylaşalım. Atalarımızı şükran ile yad edelim. Acaba hangi milletin böyle yüce anıları vardır...
      Her ne kadar İngiliz donanmasının Çanakkale’de kayıpları üstün körü anlatılsa da asıl aktör olarak hep Anzaklar işaret edilir. Anzaklar ile Osmanlı askerlerinin arasında geçen diyaloglar, Anzakların her yıl Çanakkale’yi ziyaret etmeleri Çanakkale’de esas aktörü gizlemektedir. Oysa devasa bir ordu ile Çanakkale’ye gelen düşman güçlerinin başını İngilizler çekmektedir. Fransızlar ise onların başyardımcısı konumundadır. Anzaklar ise orada sadece piyon vazifesi görmektedir. Asıl sömürgeci güç İngilizlerdir. Gelibolu yarımadasını gezerken bir yerde bir şey dikkatimi çekti. Anzaklar (Yeni Zellandalılar)  kendi askerleri için çıkartma yaptıkları yerde bir mezarlık yapmışlar. Bu mezarlıkta farklı üç mezar var. Bütün mezarlar denize dikene iken bu mezarlar paralel şekilde. Daha sonra mezarın üstünü okuyunca anladım sebebini. Bu mezarlar müslüman Hindistanlılara aitti. İngilizler Hinduları; İslamiyet tehlikede, onu kurtarmaya gidiyorsunuz diye kandırmışlar. Hindular daha sonra Müslümanlara karşı savaştıklarını anlamışlar ve geri cehpeye çekilmişler. Ben burada oranın resimlerini çektim. Fotograf makinesi HD çektiği için boyut yüksek olmuş. Küçültmeyi bilmediğim için buraya yükleyemedim. Ama aşağıda linkini vereceğim siteye yükledim. Bu mezarları oradan görebilirsiniz.

    Anzak Mezarlığının genel görünüşü
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Anzak Mezarlığındaki üç hindistanlının mezarı
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Arıburnu ve Anzak Mezarlığı
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Hindistanlının mezar taşı
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Anzak Mezarlığı
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Arıburnu koyu. Anzaklar ve İngilizler buradan çıkartma yaptılar
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

    Arıburnu ve Conkbayırı. Anzaklar ilk çıkartma yaptıkları zaman burasının Mısır olduğunu zannettiler. Nedeni karşıda görülen kayayı spekse benzetmeleri idi.
   [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

                             Devamı var

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 02:57:06
...

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 03:30:03

 Resûlullah Çanakkale'deki asker evlâtlarının yardımına gitmişti.

   Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider. Cumhuriyet yeni kurulmuş, hızlı bir değişim yaşanıyor, Çanakkale savaşının üzerinden de on yılı aşkın bir zaman geçmiştir.

   Cemal Öğüt Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine'ye gider. Medine'de her zamankinden fazla kalır. Bu esnada Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinden gelen hacılarla istişarelerde bulunur. Osmanlı devleti yıkılmıştır, Osmanlı'dan geri kalan toprakların büyük çoğunluğu ya işgal altındadır ya da sömürge durumuna düşmüştür.

   Cemal Öğüt Hocaefendi vaktinin çoğunluğunu Mescid–i Nebevî'de geçirir. Bu arada Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakınlık hâsıl olur. Hiçbir dünyalık beklemeden, sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayı türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Öğüt Hocaefendiye yakınlıkduyar ve güzel bir dostluk kurulmuş olur.

   Cemal Öğüt Hocaefendi türbedarla yaptığı sohbetlerde bir şey dikkatini çeker. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı'ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar:

   "Sizde Osmanlı'ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?" Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:

   "Allah ve Resûl'ünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmemi gerektirir." Cemal Öğüt Hocaefendi bu açıklamadan pek bir şey anlamaz. Anlamadığı da zaten yüz hatlarından anlaşılmıştır. Türbedar pek fazla bilgi vermek niyetinde değildir, ancak Cemal Öğüt Hocaefendi bir şeylerin olduğunu anlar ve ısrar eder. Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder:

   "Osmanlı'yı sevmem için şu anlatacağım hâdise yeter de artar bile."

   1915 senesinde Medine'de başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır.

   1915 yılının hac mevsimi idi. Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan mü'minler geliyordu, bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Bu Allah dostu ile sizinle olduğu gibi yakınlık oluştu, sohbetine katıldık. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki, kendi ağlıyordu, dinleyenleri de ağlatıyordu. O zamanlar Osmanlı'nın çok sıkıntıda olduğu zamanlardı, ehl–i küffar, İslâm'a karşı saldırıya geçmiş, Payitahtta Çanakkale Boğazı'nda büyük savaş oluyordu.

   Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:

   "Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?" Beni yayına oturttu, gözlerindeki yaş damlaları daha da hızlanarak akmaya başladı. Sonra yaşlarını sildikten sonra bana dedi ki:

   "Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi'nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan'dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan'da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur."

   Türbedar bu Allah dostunu dikkatle dinledi, ancak o da bu işe ne bir yorum getirebildi, ne de bir şey diyebildi. Ancak nur yüzlü türbedarın da kafası karışmıştı. Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Hindistanlı âlimin söylediklerine yabancı değildi. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu. Peki, bu âlimin söyledikleri nasıl açıklanacaktı?

   Yaşlı türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmıştı, gece yatağına yattığında da kafasındaki soru işaretleri gitmemişti.

   Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:

   "O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale'deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…"

   Hindistanlı âlim, Allah dostunun vaziyeti anlaşılmıştı. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulunduğu makam itibariyle, bir anda birden çok yerde bulunamaz mı? Elbette bulunur.

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 03:37:20

   Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Azerbaycanlı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor…

   Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.

   ‘Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma
ulaştırın…’
   Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: ‘Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin’

   ‘Sen merak etme evladım’ der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de ’söyleyin hakkını helal etsin’ olur…

   Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor.

   İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz…

 PUSULADAKİ NOT:

   ‘Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.’

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 03:45:27

    Çanakkale en zorlu günlerinden birini geçiriyor. İngiliz ordusunun askerleri ilk defa karaya ayak basmıştır, ellerindeki üstün silah ve teçhizatla saldırıya geçerler. O zamanlar Osmanlı’nın müttefiki olan Almanya ordusuna mensup bazı subaylar da cephede bulunmaktadır. Şimdi bu subaylardan birine kulak verelim.

   Alman Subay Sanders anlatıyor:

   "Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu.
Mevzilerden elini kaldıranın eli, miğferini kaldıranın miğferi parçalanıyordu. Böyle bir sağanak altında çaresizlik içinde beklemekten başka bir şey yapamıyorduk.

   Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç bir ses geldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:

   –Şu koşan asker ne diyor?

   –Komutanım! “Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!” diye bağırıyor.

   Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu."

Çevrimdışı Girgin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 595
  • 3.228
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 03:58:06

   Gelibolu Destanı’nı en iyi anlatan, en iyi örnek şahsiyetlerden birisi Oğuz Amca’dır. O Erzincanlı veya Elazığlı atmış yaşlarında bir Anadolu kocasıdır.

   Oğuz amca; ‘’ Seferberlik var, Sarıkamış’ta harp kopmuş!’’ denince sırım gibi iki yiğit evladını (Hasan ve Arif) ini oraya gönderir. Çok geçmez; ‘’ Çanakkale’de tutuşmuş yanıyormuş! Haberi yayılır bütün Anadolu’ya Anadolu kocası duyarda durur mu!.. Vatan sahibi olmanın bedelini çok iyi bilir. Bilir ve en küçük oğlu Mustafa’sını anasına kınalatıp, Gelibolu’ya doğru yollara düşer. Mustafa 17 yaşlarında, filiz gibi, yüzüne bakılamaz bir delikanlıdır. Cephede onu ateşin en harlı yerine, Seddül bahir’deki 26. alaya verirler.

   Oğuz Amca’da yaşlı olduğu için Zığın dere’deki Sargı Yeri’ne gönderilir. Yaralı ve hasta Mehmetçiklerimize baba şev kati ile şifa dağıtır derler.

   Oğuz Amca, gece gündüz hiç durmaz. Koşar! Koşar! Koşar!..uyku bilmez, yorgunluk bilmez, dur-durak bilmez hep koşar! Çadırdan çadıra hep şifa dağıtır. 5 km.’lik alana yayılmış dere içinde, ayak basmadık yer komaz. Bir gün, malzeme almak için gittiği bir çadır önünde her zaman olduğu gibi sıra olmuş tedavisini bekleyen Mehmetçiklerden birine gözü takılır. Burnundan aşağısı, dudak ve yanak etleri, çenesinden aşağı sallanan yüzüne, bir şarapnel isabet etmiş ve bu Mehmetçiğin sadece gözleri yerinde kalmıştır.

   Damak diş ve dili ise açıktadır. O iki göz Oğuz Amca’ya çok aşina, çok tanıdık gelir. Yüreciği kıpır kıpır eder. Fakat tam o esnada o bir çift gözün sahibi hafifçe yan döner onunla göz göze gelmemeye çalışır. Onun da zaten işi çok, vakti yoktur. Daha birkaç ay önce köyden gelen acı haber yüreğini dağlamış, Sarıkamış’a gönderdiği iki yiğidinin şahadet haberi gelmiştir.

   Oğuz Amca , işini bitirip aldığı malzemeler ve buruk duygularla geriye görevine dönerken aklı, hep o tanımadığı bir çift gözde takılı kalmıştır. Birden irkilir, gönlündeki duygu yumağı berraklaşır, kalbi çırpınmaya başlar, boğazı düğümlenir.

   ‘’Tanıdım’’ , der!!! ‘’Tanıdım o benim Mustafa’mdı!... O, benim Mustafa’m! ’’ Baba yüreğine kor gibi bir ateş düşmüştür. Bütün vücudunu adeta yakar! Elindekileri yere düşürür ve son bir çırpınışla o çadıra, o iki gözü gördüğü çadıra doğru düşe kalka koşturur. Elini, yüzünü çalılar çizer, dizleri kan içinde kalır. Kaç yüz metre koştuğu bilinmez. O malum hasta kabul çadırına ulaşır. Fakat daha önce gördüğü o iki göz orada yoktur.! Yüreğinin yangını bir kat daha artar. Büyük bir telaşla oraya buraya koşuşturur, çadırları arar; ‘’Mustafa’mı görmediniz mi? 26. Alay’dan gelen Mustafa’yı nereye götürdünüz? Hani şu yüzü parçalanmış Mustafa yahu! Biraz önce buradaydı işte, göreniniz yok mu?...

   Baba yüreğinin feryadını babadan başka kim anlar ki!... Bu feryatlara kimse anlam veremez. Çünkü her gün burada böyle feryatlar fazlasıyla duyulmaktadır. Arkadaşını arayan, köylüsünü arayan, eniştesini, kardeşini, kaynını arayan!... Orada bir sıhhiye eri , Oğuz Amca’nın yanına gelir, ‘’ Amca ‘’ der, ‘’ Ben Erzurumluyum. Biraz önce yüzü şarapnelle parçalanmış bir asker tedavi sırası beklerken yüzüstü düştü. Kurtaramadık, kan kaybından şehit oldu bak hemşerim diye künyesini ve cebinden çıkan mektubunu hatıra olarak ben aldım. Arkadaşlar onu şu tarafa (güneyi gösterir) Sarı topraklara defnetmeye götürdüler’’ der. Oğuz Amca; sarsılır , sallanır, ayakta zor durur!

   Desenize evimin son direği de yıkıldı.! Benim artık bu dünyada neyim kaldı? Diye mırıldanır. Sonra kendini toparlar, evladının toprağa verildiği tarafa değil onu bekleyen çadırlara, geldiği tarafa doğru sallana sarsıla yürümeye başlar. Görenlerin hepsinin yüreği dağlanır ama elden ne gelir ki!...

   Bu olayı duyan Sargı Yeri Kumandanı Dr. Albay Hilmi oğlu Fuat (Çorum) ve Dr. Albay Ali oğlu O. Nazım. (Yalova) Oğuz Amca’nın yanına gider. O çoktan bütün ciddiyetiyle işine koyulmuştur.

   -Oğuz Amca der bak artık çok yoruldun! Bu vatana da üç tane de şehit verdin. Sen yapacağını fazlasıyla yaptın. Hadi artık seni terhis edelim de memleketine gönderelim. Oğuz Amca kıpkırmızı kesilir.

   - Kumandanım, der. Şimdi de beni işe yaramaz diye başınızdan atmaya mı çalışıyorsunuz? Siz ne diyorsunuz!... Siz beni o kadar yufka yürekli mi zannediyorsunuz? Ben bu topraklarda kök saldım, istesem de gidemem ki artık! Hem harp bitti mi ki ben sıcak yatağıma döneyim! Bu vatana üç tane evlat verdim ama üç yüz bin tane evlat kazandım! Bak onlar beni bekliyor. Onları bırakıp ta nereye gideyim.Benin yerim bu kınalı koç yiğitlerin yanıdır artık. Harp bitmeden şuracığa gitmem! .. ÇANAKKALE HARBİ İŞTE BÖYLE KAZANILMIŞTIR!...

Çevrimdışı seço58

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.343
  • 41.702
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.343
  • 41.702
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2010 11:02:27
bazıları inatla bunu anlamamak için elinden geleni yapıyor.Defalarca gezdim ve gezerken belediyelerin turlarına da denk ilginçtir ki erenlerden evliyalardan söz ediyorlar ama Atatürk'ün adını bile ağızlarına almıyorlardı.

Çevrimdışı eylulada1

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.164
  • 47.317
  • 4.164
  • 47.317
# 25 Ağu 2010 11:28:49
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
bazıları inatla bunu anlamamak için elinden geleni yapıyor.Defalarca gezdim ve gezerken belediyelerin turlarına da denk ilginçtir ki erenlerden evliyalardan söz ediyorlar ama Atatürk'ün adını bile ağızlarına almıyorlardı.
haklısınız öğretmenim,içler acısı bir durumu dile getirdiniz...toplumumuzu uyandırmak bizim birinci görevimiz olsa gerek...
  şehitlerimiz,kınali alimiz ve Ulu Önder ATATÜRK'ümüz için sadece 9 dakikamızı aşağıdaki videoya ayırabilir miyiz?
 Ben size taaruzu emretmiyorum...ÖLMEYİ emrediyorum...MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı mef12

  • Üye
  • *
  • 23
  • 1
  • 23
  • 1
# 29 Ara 2010 18:46:34
dönmeyi düşünmediler adlı tiyatro metnine çok acele ihtiyacım var.Elinde olanlar gönderirse sevinirim.Teşekkür ederim.

Çevrimdışı eğitimci1124

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.548
  • 2.169
  • Müdür Yardımcısı
  • 1.548
  • 2.169
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Oca 2011 21:10:42
Merhaba arkadaşlar 18 martta güzel bir tiyatro yaptırmayı planlıyorum.Elinizde var mı birşeyler

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK