Değerli konuklarımız,
Unutamadığınız öğrencinizi anlatır mısnız?
Eylül ne ifade ediyor sizlerde?
Unutamadığınız gün?
NOT: Her soru 10 puan üzerinden değerlendirilecektir BAŞARILAR ...
Teşekkürler öncelikle, puanlama umarım adil olur
Buyrunuz unutamadığım öğrencim;
METİN
Kara gözlü, melül bakışlı, tek kaşlı çocuk. Saçları kestane renginde, gözleriyle çok da ahenkli değil gibi sanki ilk bakışta. Dikkatle incelemek gerekiyor buğday teninde kavrulmuşluğu anlayabilmek için. Benden esinlenip şekillendirttiği saçları aslında yakışmıyor ona ama bunu nasıl söylemeli ki.. Hoş, belki bana da yakışmıyordur kim bilir?
Sırtında taşıdığı çantasında çok şey barındırdığını düşünüyor olmalı. Atmamış çünkü hiçbirini. Etkinlik kağıtları, eski karneler, adının yazılı olduğu bir bilgisayar çıktısı, iki sene önce aldığı güzel yazı belgesi
Önlüğünün kol dikişleri patladı patlayacak gibi. Soğuktan korunmak için önlüğün altına giydiği onca kalın şeyden sonra önlük aslında hiç de şık durmuyor. Ama öyle giyinmek zorunda Metin. Çünkü hava çok soğuk..
Geçen sene dağıttığım mont ne oldu acaba diye düşünüyorum bir yandan, Metin önündeki sorularla cebelleşirken. Bir şekilde sormalıyım bunu Metine, ama şu an sırası değil..
- Örtmenim ben bunu anlamadım? diye soruyor başını kâğıttan kaldırıp eliyle çözemediği problemi göstererek.
- Neymiş o, diyorum kâğıda bakışlarımı çevirerek. Aklımda Metinin başını kaldırdığı anki bakışları. Nasıl bakışlar öyle ya Rab! Her bakışında ağlayan bir çocuk sanki, gülerken bile gözlerinden hüzün fışkırıyor. Bakışlardan uzaklaşıp da soruya yoğunlaşmak ne kadar da zor şu an..
- Hmm, bir günde 20 sayfa kitap okuyan bir çocuk, 3 haftada kaç sayfa kitap okur, bir hafta kaç gün Metin?
- 7
- Önce çocuğun haftada kaç sayfa okuduğunu bulsak da sonucu üçle çarpsak problemi çözmüş olur muyuz?
- Bilmem!
Oturup Metinin yanına saçlarını okşuyorum. Problemden uzaklaşsın diye, baban görünmüyor bu aralar gene İstanbulda mı diye soruyorum. Aldığım cevap şaşırtmıyor beni. Metinin babası İstanbulda inşaat ustası. Metin, diğer dört kardeşi, annesi, dedesi ve ninesiyle köyde yaşıyor. Ben biliyorum ki Metin normal şartlarda bu soruyu çözer ama çözmek için şu an uğraşası yok.
- Çok mu özledin babanı Metin?
- Evet örtmenim.
Ve gözünün yaşını fark ediyorum yanaklarından süzülen. Üzülmemesi gerekiyor Metinin. Çünkü Metin zehir gibi kafasıyla hem bana lazım hem ailesine hem de bu ülkeye. Saçlarını okşamaya devam ederken mendille siliyorum gözünün yaşını. Dur diyorum mahzun gözlü çocuk, dur.
İki odalı evde muhtemelen dört kardeşi ve annesiyle yer yatağında yatan Metin bu hayatın tam da bağrında ayakta kalmak zorunda. Bırakın şahsi odasını kendine ait bir çalışma masası bile yok. Ama kafası çalışan bir çocuk. Haydi diyelim çalışmıyor olsun kafası.. Ama ağlamasa keşke hiçbir çocuk..
Buyrunuz Eylül;
EYLÜL
Yalnızlığa sarılıp geceye koşmaktansa, gecedeki yıldızlarla buluşup seni yaşamalı Eylülde. Varlığını yaşamamışlığın ezikliğiyle değil, yokluğunda seni var edebilmenin tüm gururuyla coşmalı. Derdi tasayı atmalı bir kenara ve Eylülün güzelliğine bulayıp seni ve sevdayı tüm benliğime yaşatmalı aşka dair ne varsa.
Farklı şehirlerde farklı iklimlerle yaşadım Eylülü. Fakat tüm Eylüllerimde sen olduğun için hepsi tekrar tekrar yaşanılası mevsimlerdi. Tüm mevsimlerde seni yaşıyor olsam da Eylülde bir başka güzeldin sen, Eylül seninle bir başka güzeldi.
Şimdi memleketimin uzak bir köşesinde gurbet sancısıyla yana yana seni yaşatıyorum gene Eylülde. Sorular var beynime üşüşen onlarca. Acaba sen olduğun için mi Eylül bu kadar güzel yoksa Eylül güzel olduğu için mi sen olmalısın? Sevdadan uzak bir Eylül tahayyül edilmeli mi yoksa senin sevdan bu kadar kadim olmasa tüm Eylüller sıradan mı? Eylül sende mi güzel yoksa sen mi Eylülde güzelsin?... Sorularla yorulup cevapsızlıkla meşgul olmaktansa diyor bir yanım, yaşamalı doyasıya içten geleni. Doğrusuda bu gibi geliyor bana çünkü Eylül karmaşaya getirilmemeli. İliklerime kadar yaşamalıyım Eylülü bir daha yaşayamama ihtimaline karşı.
Çayımı yudumlarken, yüksek bir rakımdan ufuklara dalıp en yakınımda seni görüyorum şu an. Madden ne kadar da yükseğe çıkıp dalsam ufuklara seni görmek değil muradım, sen her an içimdeyken uzaklarda arıyor olmak da manasız zaten. Amacım ufuklara beraber dalmış olmanın hazzını yaşamak. Eylülün o muhteşem beyazlığında buluşturup kalplerimizi İlahi kudrete sonsuz inancımı pekiştirmek maksadım.
Yapraklar sararsa da Eylülde, terk etmezler var oldukları dalları. Beklerler ki bu muhteşem Eylül mevsimi bitsin ve vebali kalmasın üstlerinde. Çünkü hiçbir Eylül mevsimi yoktur ki en küçük bir güzelliğe kıymış olsun. Yüreğimde ki yaran da yapraklar gibi; acıyor belki biraz Eylül gelince ama kanamıyor farklı zamanlardaki gibi.
Hazana açılan kapı işte Eylül. Eşiğinde ne kadar oyalansam geçmesi o kadar gecikecekmiş gibi gelir hep. Acizlik belki de bu, her anını doyasıya yaşamak varken daha gelmezden evvel biteceğinden korkmak acizlik değil de ne? Eylüle aşktan diyorum bu korkuma çünkü aşkımı kaybettim ben bari Eylülüm terk edip gitmesin beni. Ve fakat gitse de Eylül geleceğine dair her sene söz vermez mi?
Aşkla yoğurmak da yanlış belki Eylülü. Çünkü bağımsız olmalı bu mevsimin yaşattığı her güzellik. Kendi başına dev bir sevda iken dünyevi aşklarla kirletilmemeli belki de bu güzellik. Ama en yoğun sevdamı bana yaşatan Eylül olduğu için ayıramam seni Eylülden, Eylülü de senden.
Sen yazılmalıysan eğer kimbilir Eylül olmalı belki de başlığın..
Unutamadığım gün; babamın cenazesi kalkarken Kars'ta olmak zorunda kaldığım gün..