belki konu başlığı ile alakası yok ama tasarıda "devlet okullarında parasızdır" ifadesi kalktı. bunun ne anlama geldiğini tartışmak gerekmez mi?
normu tartışılıyor başlıkta ama yakında tartışacağımız bir normumuzun olmayacağı aklınıza geliyor mu?
bazı eğitimciler "hele yasa bir geçsin sonra konuşuruz" anlamında fikirlerini yazmışlar. Üsküdar geçildikten sonra neyi konuşacağız?
60-72 ay ifadesine kafası takılanlar 60 ay kaç yaşına tekabül ediyor?
EĞİTİMDE YOKSUNLAŞTIRMA
Eğitim genel anlamda “İstendik davranış değiştirme ya da oluşturma sürecidir.” (1) Dünyanın kuruluşundan günümüze kadar, bir insanın doğumundan (daha doğrusu canlılığının başlamasından) ölümüne kadar devam eden bir süreçtir.
İlkel toplumlarda eğitim; savunma, avlanma ve toplayıcılık gibi bireyin hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan bazı davranışların kazandırılması şeklindeydi. Bu tür eğitim, çağdaş eğitimde olduğu gibi planlı ve düzenli değildi. Gerçek anlamda eğitim, uygar (sınıflı) topluma geçişle gündeme geldi. Uygar toplumda gelişen bilim ve teknolojinin sağladığı bilgi birikiminin insanlara öğretilmesi, amaca ulaştıracak düzenli programlar, yetkin öğretmenler ve yeterli eğitim ortamı gerektiriyordu. Öte yandan, toplumu yönetme gücünü elinde tutan devlet (egemen güç) kendisinin meşruluğunu, yönetilenlere (yurttaşlara) kabul ettirebilmek için eğitim gibi etkili, planlı ve yöntemli bir araca ihtiyaç duyuyordu. Böylece eğitim, zamanla ilkel topluluklardaki “kişiye yeterli” olma işlevini aşıp, “toplumsal” işlevler de görmeye başladı.(2)
Eğitim, yüzyıllar boyunca insanın en temel hakkı olmaktan uzak; bir ailenin, bir zümrenin, bir sınıfın ayrıcalığı olarak uygulanmıştır. Eski Yunanistan’daki şehir devletlerinin eğitim sisteminde, cinsiyet ve fiziksel özellikler dikkate alınarak ayırımcı bir uygulama sürdürülmekteydi. Bunlardan Isparta şehir devletinde, devletin eğitime gösterdiği ilgi, çocukların doğumundan itibaren başlamaktaydı. Eğitimin en önemli amacı savaşçı yetiştirmek olduğundan yeni doğan çocuklardan yalnızca kuvvetli olanlar hayatta bırakılmakta, zayıf yapılı olanlar ‘ihtiyarlar heyeti’nin kararlarıyla ya öldürülmekte ya da Taygetos dağlarının ormanlarına ve tenhalıklarına bırakılarak ölüme terk edilmekteydi. Çocuklar yedi yaşına kadar ailelerinin yanında kalır, yedi yaşından itibaren ailelerinden alınarak devlete ait eğitim kurumlarına devredilirlerdi. Burada, otuz yaşına kadar savaş ve devlet işleri üzerine sıkı bir eğitimden geçirilirlerdi. Atina şehir devletinde ise eğitim, ayrıcalıklı bir sınıfın elde edebileceği sınıfsal toplum anlayışının yansıması olarak sunulmaktaydı. Antik çağda ise eğitim hakkı bütün diğer haklar gibi “hürlerin” imtiyazındaydı. Köleler eğitim hakkından yararlanamazlardı. Hıristiyanlık ile birlikte din insanları yetiştirmek amacıyla yine belirli kişilere eğitim hakkı tanınmıştır. Bu durum, 1789 tarihli Fransız Vatandaş ve İnsan Hakları Bildirgesiyle birlikte aristokratik toplum yapısı yerine eşitlik ve özgürlük temeline dayalı demokratik rejimlere geçişle değişmiştir. Fransız devrimiyle birlikte laik, zorunlu ve parasız eğitim olanakları sağlanmış, eğitim özel ve ayrıcalıklı bir faaliyet alanı olmaktan çıkarak bir kamu hizmeti haline dönüştürülmüştür. (3)
Gerçekten de kapitalist öncesi toplumsal ilişkilerden kopuşu simgeleyen Fransız Devrimi ile birlikte eğitim özel bir önem kazanmıştır. Fransız devriminin düşünsel çerçevesini hazırlayan aydınlar, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerini, insanların doğuştan sahip olukları bir dizi doğal haklarının varlığına bağlamışlardır. Bu anlayışa göre insanların ‘doğal hakları’ ve ‘doğuştan sahip olduğu yetenekleri’ vardır. ‘Eğitim hakkı’ burada özel bir öneme sahip olmaktadır. Eğitim hakkı;
i.bir yandan doğuştan sahip olunması gereken doğal bir hal olarak tanımlanırken,
ii.diğer yandan yukarıda belirtildiği gibi “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik haklarının ‘bilincine varılması’ ve gerçekleşmesi için” temel öneme sahip bir hak olarak tanımlanmıştır.
Eğitim hakkının insan haklarının bilincine varılması ve korunması anlamında önem kazandığı ölçüde, eğitim hakkı devletin zorunlu görevleri arasında sayılmıştır.(4)
Eğitim hakkı, özellikle 20. yüzyılda çeşitli bildirge, uluslararası sözleşme, anayasa ve yasalarda yer alarak güvence altına alınmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin eğitim hakkı ile ilgili bazı hükümleri şöyledir;
Madde 26: (1) Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim hiç olmazsa ilk ve temel eğitim evrelerinde parasız olmalıdır. İlk eğitim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitimden herkes yararlanabilmeli ve yüksek öğretim, başarıya göre, herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisinde yer alan eğitim ile haklar da şöyledir:
“Bedensel, zihinsel veya toplumsal bakımlardan güçlüğü bulunan çocuklara özel durumun gerektirdiği özel sağaltım, öğretim, eğitim ve özen sağlanacaktır.” (Md.51)
Hiç olmazsa temel eğitim düzeyinde parasız ve zorunlu bir eğitim çocuğun hakkıdır. Genel kültürünü arttırmak yeteneklerini, bireysel muhakeme kabiliyetini, ahlaki ve toplumsal sorumluluk duygularını geliştirmek ve toplumun yararlı bir üyesi olmak için çocuğa eşitlik koşullarına göre bir öğretim sağlanacaktır. Eğitimde ona rehberlik eden sorumlulara yol gösterecek ilke çocuğun yararlarının en iyi şekilde gösterilmesidir. Bu sorumluluk ilk önce anne ve babanındır.(Md.7)
1982 Anayasasına göre ise, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.” (Madde 42)
İlköğretim Yönetmeliğine göre ise, “İlköğretim, zorunlu olup devlet okullarında parasızdır. (Madde 12)” ibaresi 2004 yılındaki değişiklik ile “İlköğretimde sekiz yıllık kesintisiz eğitim, ilköğretim çağındaki her Türk vatandaşının hakkıdır ve zorunludur.” olmuştur. “Devlet okullarında parasızdır” ibaresi kaldırılmıştır.
İnsanın “doğal haklarından” birisi olan eğitim hakkı, 1960’larla birlikte alınıp satılan bir meta haline dönüşmeye başlamıştır. 24 Ocak kararları ile başlayıp 1980’lerin sonuna doğru gündemimize giren “küreselleşme”, “yeni dünya düzeni” ve “neoliberalizm” gibi bir dizi kavramlar ideolojik bir hegemonya mücadelesinin e başladığını işaret ediyordu. Tarih, sınıfların mücadelesi ise ve tarihi de yazan hep egemenler ise gerçekleri maniple etmeleri, kavramları masumlaştırmaları da normaldi. Bu masumluk yüklenmiş kavramlardan toplum olarak ilk “sempati” ile baktığımız sanırım “özelleştirme” kelimesiydi. Öyle ya, yıllarca bize “Özel olan iyidir.” demişti egemenler.
Özelleştirmenin sonuçlarının yavaş yavaş ortaya çıkması ile bu sözcüğün hiç sempatik olmadığı, masumluk yüklenmiş bu kavramın aslında kamunun kaynaklarının talanı ve tasfiyesi olduğu sonucu ortaya çıktı. Oysa sözcüğün etimolojisini incelemek zahmetine girişilse hiç de özelin güzel, iyi olduğunu düşünmeyecektik. “Özelleştirme, sözlüklere devlete ait taşınır ve taşınmazların teklif alma ya da ihale yoluyla satışını yapma anlamında girmiştir. Privatization (özelleştirme) Latince privo sözcüğünden türüyor. Bu da yoksun bırakmak anlamına geliyor. Yani bir şeyi özel kılmanın gerçek anlamı, diğer herkesi ondan yoksun bırakmak. (5)
Eğitimde yoksunlaştırmanın (özelleştirme veya sermayeleştirilmesi de diyebiliriz.) ana sebeplerinden biri eğitimin toplumsal yararını hiçe sayıp bireysel yararını ön plana çıkararak eğitimin bireye yapılan bir yatırım olarak görülmesidir. G. Becker Human Capital (İnsan Sermayesi) adlı çalışmasında eğitimin insan sermayesine yapılan en büyük yatırım olduğunu belirtmiştir. (6) Neo-liberalizmin 1970’li yıllardan beri gündeme getirdiği ‘hizmetten yararlanan öder ilkesi’ yani bireyin aldığı eğitim sonucunda gelecekte bir kazanç elde ediyorsa bu eğitiminin maliyetini de karşılaması gerektiği düşüncesi eğitim için de geçerli olmuştur. Eğitim, bireysel bir olgu olarak tanımlandığı anda eğitim hizmeti de diğer hizmetler gibi bir meta olma konumuna indirgenmektedir. Eğer eğitim hizmetinden yararlanan ödeyecekse, yani diğer metalar gibi bir karşılığı olacaksa, bu metanın arzı da özel olmalıdır. Bu mantık çerçevesinde devletin halkına hizmet olarak sunması gereken eğitim, burjuvazinin elinde satılan bir metaya dönüşmüştür. Bu metayı alabilmek içinse parasını ödemek gerekir. Ülkemizin büyük bir kısmı açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşadığı için değil özel okula gitmek devlet okullarındaki masraflarını karşılamakta bile güçlük çekmektedir. Bu sosyal gerçeklik nedeniyle özel okullar istedikleri kapasite ile çalışamamaktadırlar. İşte bu noktada eğitimde yoksunlaştırmayı (özelleştirmeyi) savunucuların en büyük çelişkisi ortaya çıkıyor. Kamu harcamalarının fazlalığından yakınan ve eğitimin özel kesim tarafından arz edilmesinin bu yükü azaltacağını belirten uzmanlar, bu noktada devletin özel eğitimi desteklemesinin gerekliliğini vurgulamaktadırlar.
Bu fikri savunan M.Friedman’ın temel savı, özel kesimle devletin aynı anda eğitim hizmetini sunması sermaye açısından eşitsiz bir rekabete yol açacağından devletin bu haksız rekabeti önlemek için kendi sunduğu eğitim hizmetini de bir meta gibi pazarlaması gerektiğini belirtmektedir. (7) Son yıllarda ülkemizde yukarıda belirtilen sav çerçevesinde devlet okullarında verilen eğitim hizmetine karşılık paralar tahsil edilmeye başlanmıştır. Kayıt parası, katkı payı, karne, diploma, yakıt, elektrik, hizmetli parası vb. 30’dan fazla başlık altında para toplanmaktadır. Tüm bu başlıklar altında toplanan paralar dikkate alındığında, devlet okulunda okuyan bir öğrencinin okuluna yapacağı toplam ödeme yaklaşık 2500 TL’dir. Öğrencilerden toplanan bu paralar Milli Eğitim bütçesinin üç katıdır.(
M. Friedman’ın öne sürdüğü bir başka çözüm ise; devletin özel sektörün ürettiği eğitimi satın almasıdır. (9) Voucher Sistemi adı verilen bu yönteme göre devlet, ailelere çocuklarının eğitim hizmetlerinin maliyetinin karşılanması için bir kupon vermeyi önermektedir. Bu kuponlar ile aileler özel veya kamu okullarından öğrencileri için eğitim hizmetini satın alabilecektir. Bu yöntemden de anlaşılacağı gibi devletin işlevi eğitim hizmetini sunmak değil, özel kesimin ürettiği eğitimi finansa etmektir. Voucher Sistemi, Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşların gündemine girmiş ve Türkiye gibi, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere uygulanmaya çalışılmıştır. Voucher Sistemi, ilk defa Şili’de uygulanmaya başlanmıştır. 1980’de Şili’de Voucher sistemi çerçevesinde kamu okulları yerel yönetimlere bırakılmıştır. Bunun arkasından özel okullarla, yerel yönetimlerin desteklediği okullar eşit olarak rekabete girerek voucher dolayımında eğitimin finansmanını sağlamıştır. Ayrıca bu sistemin uygulandığı zaman Şili'de eğitimin %80'i özelleştirilmiştir. Şili’de bu sistemin uygulandığı yıllarda temel gereksinimlerini bile karşılayamayan aileler kuponlarını eğitim harcamalarına harcamak yerine bozdurmayı ve başka gereksinimlerini karşılamayı tercih etmişlerdir. Böylece Şili’de eğitim düzeyine büyük bir düşüş yaşanmıştır. Yine Şili’de bu anlayış çerçevesinde;
*Öğretmenler kamu görevlisi statülerini kaybetmişler ve belediyelerin düzenlediği sözleşmelerle istihdam edilmeye başlanmışlardır (Sözleşmeli öğretmenlik),
*2005 yılında öğretmen işgücü piyasası ile ilgili bir yasa çıkarılmış ve bu yasa ile öğretmenlerin deneyim ve eğitim seviyelerine göre ücret farklılaşmaları gündeme gelmiştir. (Türkiye’de Eğitim Sen’in Apolet Yasası olarak adlandırdığı yasa)
*Kamu okullarının belediyelere devri ile öğretmenler iş güvencelerini yitirmiş ve örgütlenme haklarını fiilen yitirmişlerdir,
*Öğretmenler ek iş yapmaya başlamışlardır (bu durum Türkiye’de de yoğun biçimde gözlenen bir olgudur).
Türkiye’de de eğitimin özelleştirilmesi için Şili’de uygulanan politikalar uygulanmaya çalışılmıştır ve bazıları uygulanmaktadır. AKP iktidarı on bin öğrenciye özel okullarda eğitim imkanı sağlamak istemiştir(!) . Buradaki niyet on bin öğrenciye özel okullarda eğitim imkanı sağlamak değil, sermaye kesimini güçlendirmek ve kamunun kaynaklarını özel sermaye gruplarına aktarmaktı. Fakat bu niyetleri cumhurbaşkanın yasayı veto etmesi ile şimdilik askıya alınmıştır. Şili’de uygulanan sözleşmeli öğretmenlik ve öğretmenlerin deneyim ve eğitim seviyelerine göre ücret farklılaşmaları Türkiye’de uygulanmaya başlanmıştır.
Sonuç Yerine;
Eğitim, insanın sahip olduğu en önemli haklardan birisidir. İnsan aldığı eğitimle insan olma bilincine varır ve dünyayı kavrar. Birilerinin daha fazla para kazanma hırsı nedeniyle bir hak olan eğitimi parayla alınıp satılan ve sadece parası olanların yararlandığı bir meta olmasına karşı durmak gerekir. Eğitim hakkının kaybı, diğer hakların kaybedilmesinin de başlangıcıdır.
FATİH DEMİRTAŞ
1. Senemoğlu,N.(1997), Gelişim, Öğrenme ve Öğretim, Ankara, Erten Yayıncılık
2. Altunya, N. (2002), Anayasa Hukuku Açısından Türkiye’de Eğitim ve Öğretim Hakkı, İstanbul. Meb Yayınları
3. Ankay A. (1991) Hukuk ve Eğitim, Ankara, GÖTEF Yayınları
4. Ercan, F. (1998) Eğitim ve Kapitalizm, İstanbul, Bilim Yayıncılık
5.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] 6. Ercan, F. (1998) Eğitim ve Kapitalizm, İstanbul, Bilim Yayıncılık
7. Ercan, F. (1998) Eğitim ve Kapitalizm, İstanbul, Bilim Yayıncılık