Aamir Khan’a ulaşmaya son on dakika
gizem ibak:amir khanBirinci mevki vagonda insanları inceliyorum. Pencerenin ardı; ardışık verilen, muhtemelen on altıncı yüzyıldan kalma bir dia gösterisi gibi, vagonun içi normal. Ülkede geçirdiğim sonraki günlerde bu uçurumu daha da derinden hissedeceğim.
Zihnimde milyonlarca düşünce ve hafif bir heyecanla uykuya dalıyorum. Yol bitimi arkadaşım Nilgün uyandırıyor ve gözlerindeki heyecanla “toparlan Aamir Khan’a ulaşmaya son on dakika” diyor. Görüşmelerimiz nasıl ilerleyecek? Acaba zihnimde yüklediğim anlamların somutta karşılığını bulabilecek miyim? Hayal kırıklığı mı olacak? Ne olacak..?
Karşılaştığımız son derece sıcak bir “merhaba” ile yola koyuluyoruz. Sete son yarım saat, son yirmi dakika derken bir taraftan da karşılıklı sorular soruyoruz. “Daha evvel hiç Türkiye’den gelen oldu mu diyorum”. “Hayır, ancak yarın on kişi gelecek” diyerek yanıtlıyor menajer. “Hadi ya” diyorum. “Evet sizin okuldan sizin bölümden” diyor. “Impossible” diyorum. “Possible” diyor. İnatlaşıyoruz ve sonra “kandırdım” diyor. O an menajerinin de Aamir Khan gibi şakacı olduğunu keşfediyorum. Set, zenginlerin evlenmek için tercih ettikleri, şatafatlı gösterilerin yapıldığı mekânların ilerisinde bir köy yerinde. Yolumuz yine derin çelişkilerle örülü. Yalnızca evlenmek için milyonlar harcanan mekânlardan, yoksul bir köye… Sete ulaştığımız vakit insanların sıcak tebessümü ikinci şaşkınlığımız oluyor. Bu sıra menajerin en büyük isteği bize yemek yedirmek. Bu misafire yemek yedirme ısrarının bize has olduğunu zannederken onlarda da bir davranış olarak karşımıza çıkıyor. Ve her cümle sonuna ekliyor “Sonra bana acıktım demek yok”. Bu hâli ortama ısınmamızı sağlıyor. Bir süre etrafta dolaşarak Aamir Khan’ı arıyoruz. Ancak yok! Daha sonra kapısında Mahavir Phogat yazan bir karavana giriyoruz. Karavan ona ait. Burada Menajer artık sormadan doğrudan yemek getirtiyor ve yemek yiyoruz. Kostümlerini inceleyince ‘çok kilo almış olmalı’ düşüncesi beliriyor. Yemek yerken uzunca süre okulumdan ve ülkeden konuşuruz. Menajerin Fatih Akın sevgisi karşısında çok şaşırıyor ve çok mutlu oluyorum. Son filmi The Cut’ı izlemiş ondan konuşuyoruz. Bir ara laf arasında “Aamir Khan şu an burada, iç odada” diyor. Ben de “yine kandırıyorsun” diyorum ve sahiden de ciddiye almıyorum. Menajer bir süre sonra karavandan gülerek ayrılıyor. Arkadaşım ve ben geri gelecek diye beklerken iç taraftan adım sesleri duyuyoruz ve kapı açıldığında penguen adımlarla, omuzlarını boynuna kaldırıp gözlerini kocaman açmış bir şekilde Aamir Khan karşımıza çıkıyor. Anlaşılan ikinci şakanın da kurbanı oluyoruz. Tanışmanın ardından karavandan iniyoruz. Bir taraftan makyajı devam edecek. O sıra yaşadığım inanılmaz heyecana rağmen sanki sıradan bir set günüymüş ve bilmem kaçıncı kez sohbet ediyormuşuz gibi arka arkaya sorduğu sorulara cevap veriyorum. Bir taraftan da makyajı hakkında detayları aktarıyor.
Çekim alanına geçince bizi yönetmen ve set ekibine Türkiye’den arkadaşlarım diyerek tanıtıyor. İnsanların samimiyetini algılamanız için çoğu zaman bakışları yeterlidir. Buradaki insanlar bizim gözlerimizin içine öyle güzel bakıyor ki biz şaşkınlığımızı tüm hücrelerimizde hissediyoruz. Oturduğumuz andan itibaren sıcak bir sohbet başlıyor. Bir taraftan seti izliyorum. Kafamı bir tam daire çeviriyorum, birkaç dakika sonra aynı hareketi tekrar yapıyorum. Algılamaya çalıştığım şey ekibin sayısının gerçekten bu kadar az olup olmadığı. Sahiden de Türkiye’ye nazaran sette çok az insan var. Ancak birkaç dakika içinde durumu anlıyorum. Bu sayıca az kitle öyle organize çalışıyor ki set bir saat gibi hiç sorunsuz işliyor. Daha ilk dakikadan itibaren set ekibinin sıcaklığını yüreğimizde hissediyoruz ve bunun rahatlığı ile sohbetimizi sürdürüyoruz. Aamir Khan sahnesi geldiği vakit yanımızdan ayrılıyor ve çoğu zaman üç çocuk oyuncuyla olan sahnelerinde hiç tekrar çekime mahal vermeden sahneyi bitiriyorlar.
Artık burada son derece rahatız. Kırk yıllık sohbet ortamımızmış gibi gülüyoruz, eğleniyoruz, insanların gözlerinin içine bakıyoruz. İnsanlar gözlerimizin içine sımsıcak bakıyor ve devamlı etrafımızda çay ister misiniz? Bisküvi yer misiniz? diyerek dolaşıyorlar. Khan, sahnesi olmadığı her an “aay-ay-aay” diye iç çekerek gelip yanımıza oturuyor ve Türkiye’ye dair, bize dair sorular soruyor. Bazı anlarda şaşkınlığa düştüğüm durumlar yaşanıyor ve bu çoğu zaman Hintçe çevirdikleri bir espriye malzeme oluyor. Bu hâlime çokça gülüyorlar. Türkiye’ye dair sohbetlerimizde de sevgili yönetmen Nitesh Tiwari ile birlikte “hadi Türkiye’ye gidelim” sohbeti yapmaktan geri durmuyorlar.
O gün akşam olana değin her çekim arasında uzun uzun sohbet ediyoruz. An geliyor bize Suriyelileri soruyor, Ankara Katliamı’na ilişkin bilgi alıyor. An geliyor Türkiye’deki hayranlarının kendisine olan sevgisini şaşkınlıkla dinliyor. An geliyor Türkiye dizilerinin Hindistan’da vizyona girmesinden konuşuyoruz. An geliyor okulumdan, sınıfımda kaç kişi olduğundan hangi dersleri gördüğümden konuşuyoruz.
Aamir Khan’a dair en klişe yargılardan biri bütün filmlerde yönetmenin işine karıştığıdır. Bunun gerçek olup olmadığını hep merak ediyordum. Bir yandan da karışıyorsa da iyi yapıyor deyip gülüyordum. Ancak sette gördüğüm Aamir Khan “action” denildiği anda rejiye teslim olan, “cut” sesi ile sahnesi bittiğinde yönetmenin yanına gelip monitörden sahnesini izlerken yönetmene yalnızca fikrini söyleyen, kabul edilmezse de bunu herhangi bir problem hâline getirmeyen bir adam. Yani yönetmenin işine karışmıyor ve bence bir yönetmen için sahip olunabilecek en yardımsever başrol oyuncusu oluyor. Setteki Aamir Khan’a dair beni etkileyen detaylardan biri onun mükemmeliyetçiliğiydi. Örneğin, sahnede bir reji asistanının yahut devamlılık tutan birinin dikkat etmesi gereken ve gözden kaçırdığı çok küçük bir detayı yakalıyor ve çekime geçmeden bir dakika müsaade isteyip onu düzeltiyordu.
Biz artık ortama tamamen alışmış, heyecanı ve kaygıyı üzerimizden atmıştık hatta Türkiyeli hayranları için bir video kaydetmiş ve birkaç fotoğraf çekilmiştik. Hayatımda ilk kez filmlerini izlediğim vakit gözlerinden kırk yıllık ağabey samimiyetini yakaladığım o insanla şimdi yan yana yürüyor ve okulum bitince buraya geleceğim, burada seninle çalışacağım diyordum ve gözlerimin içine bakıp gülümsemesini iliklerime kadar hissediyordum.
O gün akşam otele aynı araçta gideceğimizi kırk dakikalık bir mesafe olduğunu söyledi. Yol boyunca araçta kendisine Türkiyeli hayranlarından getirdiğimiz çizimleri, içerisinde mesajlarının olduğu dergiyi, İnce Memed kitabını, İnce Memed tişörtünü ve başkaca hediyeleri teslim ettik. Açıkçası bu denli bir ilgi beklemiyordu. Türkiye’ye dair bilgileri sınırlıydı. Hakkında yazılmış bir kitabın Türkçe’ye çevrildiğinden haberi olmamış ve gördüğünde çok şaşırdı.
Henüz setten yeni çıkmıştık ki köyde yaşayan hayranları fotoğraf çekilmek üzere yol kenarında bekliyordu. Aracını gördükleri an hepsi çığlık atıp ismini haykırmaya başladı. Aamir Khan ise şoföründen müsaade isteyip araçtan inerek hepsiyle tek tek fotoğraf çekildi. Bu on beş yirmi dakikalık fotoğraf faslının ardından da iç çekerek araca geri döndü. Tabi on dakikalık mesafe sonrası ikinci bir kitleyle karşılaşana kadar. Set alanından ayrıldıktan sonra hediyeler üzerine sohbet etmeye başladık. Türkiye’de sahiden bu kadar sevildiğini bilmediğini ve başka hangi Hindistanlı aktörlerin sevildiğini sordu. Havadan, sudan sayılabilecek bir sohbet esnasında Mahavir Phogat’ın hikayesini anlatmaya başladı. Köyde gördüğü baskıdan, tüm bu baskılara rağmen “benim kızlarım bir gün Hindistan’ı temsil edecek” demesinden, kızlarını güreşçi olarak yetiştirebilmek için verdiği emekten, kızları Babita ve Geeta uluslararası yarışmalarda kazandıkları madalyalarla Hindistan’a döndüklerinde Phogat’ın yaşadığı mutluluktan bahsediyordu. Uzun uzun, kendini o an o araçtan soyutlayarak ve belki de Mahavir Phogat’ın yerine koyarak, belki de ülkesi adına iyiden güzelden yana olana arzusuyla anlatıyordu ve sonlarına doğru gözleri dolmuştu. Hayranlarının çok iyi bildiği o el hareketiyle çaktırmadan gözyaşlarını sildi. Derin bir iç çektim. Derin bir iç çekerek anlatımını sonlandırdı.
“Senden öğreneceğim bir şey var” cümlesini takip ederken zihnimden geçen tüm alt metinler işte bu anlatımda, çaktırmadan gözyaşını silişinde ve derin bir iç çekişin ardından dönüp tebessüm edişinde saklıydı.