Çamlarla örtülü dağların kayalık eteklerinden şan şatır akıp giden suların, özel yapılmış bir kaskatla şiirleştirilmiş olduğu bir lokanta girişi...
Lokanta da ne lokanta...
Merdivenlerle inilen ve adına 'Yuvarlakçay' denilen bir dere kıyısı.
Derenin her iki yakası üstüne tahtadan kurulmuş, tahta parmaklıklı 'köşkler'...
Ve 'köşkler'de iki sıra yemek masalarıyla, bazılarının kıyılarına şöyle uzanarak oturmak için konmuş yastıklı rahat minderler...
'Yuvarlakçay', dibindeki çakıl taşlarının göründüğü bir anlık durulukta akıp giderken; 'köşkler' arasına özel konmuş set set barikatlardan aşağılara, coşkulu beyaz köpüklker saça saça iniyor.
Çayın her iki tarafındaki anaç çınarlar, çamlar,günlük ağaçları suyun üstünden birbirlerine uzattıkları dallarıyla öylesine sarmaş dolaş olmuşlar ki; yeşil yaprakları arasından masmavi gökyüzü, peçesi bir açılıp bir kapanan bir hanım yüzü kadar görünüyor.
Turistlerin çocukları buz gibi sulara girip yüzüyor ve çayın kıyısındaki birkaç salıncakta kolan vurarak sulara doğru savruluyorlar.
Ekranlara, gazete fotoğraflarıyla başlıklarına yansıyan Türkiye ise, katranlı bir cılbır manzarası...
İşte dünkü Radikal'in ilk sayfasında, sıra sıra boş bidonlar önündeki başı beyaz bağlı mahzun yüzlü bir kadıncağızın fotoğrafı altına oturtulmuş olan başlık ve yazı:
'Başkent fena halde kokuyor!'
'Ankara, kanalizasyon sistemine yeterli su gelmemesi nedeniyle yer yer kokmaya başladı. Alışveriş merkezleri tuvaletlerini kapattı. Hastaneler ağır olmayan hastaları evine gönderiyor. Doktorlar ameliyata girmeden önce hasta yakınlarının dışarıdan aldıkları pet şişelerle ellerini yıkıyor.'
Ekranlarda da kuraklıktan çatlamış topraklarıyla tarım alanlarını istila etmiş fare sürüleri bir yanda; çekirgeler bir yanda; Tunceli'de ağaç yapraklarına tırmanmış tırtıl orduları bir yanda...
Ne yapacağını kimse pek bilmiyor gibi...
Vaktiyle ilkokullarda çocuklara ezberletilen şiirler de, galba bir işe yaramıyor:
Süngümü demir gibi ellerimle kavradım,
Şanalara zaferlere yürüdüm adım adım.
Hamasi şiirler artık ne başkentin, ne de İstanbul'da Dolmabahçe
Sarayı'nın önünün kokmasını önlemeye yetmiyor.
Bizlere çocukken o şiirleri neden ezberletmişler ki acaba?
Eski bir deyim vardır, 'yanlış hesap Bağdat'tan döner' diye.
Bu kez de ortaya çıkan akıl almaz kepazeliklerle Ankara'dan mı dönmeye başladı dersiniz?
Aman efendim ülkemizi yıpratmayalım. Kepazeliklerin üstünü örtün, hemen örtün. İmajımız bozulmasın.
Kepazeliklerin enini boyunu kurcalayan kalemleri de, sanatçıları da, bilim adamlarını da bir güzel tıkın içeriye...
Ve vatandaşların 'yaşam kalitesi' açısından da, Finlandiya'nın 93 basamak altında kalın.
Başka türlü nasıl bok kokmaya başlayabilirdi ki başkent Ankara?
'Yuvarlakçay'da toprak güveçlerde tandır da harika, alabalık da, kırmızı dilimleri soyulmuş domatesleriyle çoban salatası da...
Ülke sorunlarını konuşsak ne olacak, konuşmasak ne olacak;
sürekli değişen konjonktürlerle nerelere doğru gidildiği, nasıl olsa 50 yıl sonra belli olacak...
Köyceğiz'deki okaliptüs korusunun kıyısındaki sazlıklarda ağustosböceklerinin cırcırları hiç kesilmiyor. Mübareklerin ne Cumhurbaşkanı seçimi umurlarında, ne de susuz çatlayan topraklarla, yaygınlaşan bok kokuları.
Ağustosböceklerinin cırcırlı keyifleri de keyif, neredeyse onlar gibi hiç susmayan Ankara'daki siyasetçilerin de...
Bize mi kaldı hayatın tasalarıyla çilelerini çekmek; gelin bizler de, cumartesinin tadını ıskalamayalım.
Bizim nükte ve fıkra sevdalısı Av. Taner'in internetine; 'Gülmek isteyen tüm erkeklere ve iyi bir espri anlayışına sahip tüm hanımlara gönderin' kaydıyla, 'evlilik' üstüne bir sürü matrak topsöz yığılmış.
İşte eğlenceli kocaman bir buket:
'Evlendikten sonra erkek ve kadın, yazı_tura gibidir; asla yüzyüze gelmezler, ancak hep beraberdirler_ Hemant Joshi'
'Her durumda evlenin. İyi bir eşiniz olursa mutlu olursunuz. Eşiniz kötü olursa filozof olursunuz._ Sokrates'
'Kadınlar bize her zaman büyük hedefler gösterir ve onlara ulaşmamızı engeller_Dumas'
'Hiç yanıtlayamadığım en büyük soru şu olagelmiştir: 'Bir kadın ne ister?_Sigmund Freud'
'Bazı kişler uzun evliliğimizin sırlarını sorarlar. Biz haftada iki kez restorana gideriz. Biraz mum ışığı, akşam yemeği,hafif müzik ve dans... O salı günleri gider, ben cuma _Henry Youngman'
'Terörizm beni hiç endişelendirmez. İki yıldır evliyim_Sam Kinison'
'Evliliğinizi iyi götürmek istiyorsanız:
1_ Hatalı olduğunuz da itiraf edin.
2_ Haklı olduğunuzda susmayı bilin_ Nash'
'Karınızın doğum gününü unutmamanızın en iyi yöntemi, bir kez unutmanızdır- Anonim'
'Karımla ben 20 yıl çok mutlu yaşadık. Sonra da tanıştık _ Rodney Dangerfield'
'İyi bir kadın, kendisinin yaptığı her hatasında kocasını affedendir- Milton Berle'
'Birinci adam, iftiharla:
_ Benim karım bir melek!
İkinci adam:
_ Çok şanslısın, benim ki hala yaşıyor _ Anonim'
Ve Türkiye'nin sürüp giden sorunları; Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yaygınlaşan kuaraklık ve susuzluk, enerji darboğazı, deprem kaygıları...
Bu arada Osmanlı döneminden kalma ünlü bir deyimi de unutmayalım:
_Bu da geçer yahu!
Çetin Altan
Milliyet Gazetesi
Alıntı Yazısı
11.08.2007