Gönül istiyor ki burada bulunan bu kadar değerli öğretmenlerimizle bir araya gelelim, hepimizin elinde bir bardak çay, dilimizde söyleyeceklerimiz, her şeyi ama her şeyi oturup konuşalım.Soralım, danışalım velhasılı kelam sadece biz, bizbize olalım.
Meselelerimizi kimseler duymasın.
Sırrımız içimizde, kendimizde kalsın.
Yalnızca biz bilelim, sadece bizim olsun.
Ama maalesef...
Bu ve buna benzer konuları iki cümle ile bir çerceveye sokup bir küçük mesajla sorunlarımıza çare aramamız ne kadar faydalıdır, bize ne kadar yararlı olur, onu da bilemiyorum.
Bir öğretmen olarak dünyanın en zor işi olan "insan yetiştirme" konusunda öncelikle kendimize, sonra öğrencilerimize daha sonrada çevremize karşı nasıl bir tavır takınmalıyız, nasıl olmayız, ne yapamalıyız? sorusu aklıma geliyor...
Bunca yıllık bir öğretmen arkadaşınız olarak düşünüyorum “Tamam,bu konuyuda öğrendim” diyorsunuz bir bakıyorsunuz şeytanın bile aklına gelmeyen yeni bir konu karşımıza çıkıyor…Şaşırıyoruz,kendi kendimize konuşuyoruz, ona soruyoruz, buna soruyoruz. Kimisi hiç sesini çıkarmıyor kimisi umursamaz bir tavır içinde “Ya boşver takma kafana!” diyor, kimiside bizim gibi abi pozlarında bildiklerini anlatmaya çalışıyor.
Konuda bahsi geçenleri bırakalım. Mesleğimizi icra ederken kendi davranış ve tavırlarımızla yaptıklarımızla kendimizin, çocuklarımızın, çevremizin acaba hangi noktadasındayız?
Hepimizin gördüğü, şahit olduğu bir çok örneği vardır, diye düşünüyorum.
Müsadenizle bir kaç örnek vereyim …
Vaktiyle sayım için gittiğimiz bir köyde öğretmen olduğunu bilemediğimiz ama daha sonra köylülerden öğrendiğimiz bir arkadaşımızın mesleğine göre normal olmayan davranışları! Köy odasını bilirsiniz; genç,ihtiyar, çocuk bazen de yaşlı kadınlar bulunur. Öğretmen yarım yatmış(!) köylüyle öyle bir sohbetteki inanın çok şaşırdım ve utandım.Köylü “hoca lan,hadi lan, bizide yaz, çabuk işim var,heeey!” ifadelerini bu arkadaşımıza kullanıyor.Tabi kendiside aynı hitaba aynı şekilde cevap veriyor.
Öğretmen genç, köyün gençleriyle top oynuyor, başlıyorlar atışmaya” Goldü, hayır gol değildi, yalan söyleme,yalancı sensin…Hadi lan!”
Alın size bir başka örnek…
Kahveleri sohbetimizin olduğu ama otururken adam seçmekte zorlandığımız mekanlar olarak düşünüyorum.Herkesle sohbetimiz olur ama herkesle bir masada oturup oyun oynayamayız, bir şeyleri paylaşamayız.
Biri öğretmenime sesleniyor “Oynasana hoca” hocam cevap veriyor “Ya biraz acıktım, sabah yemek yemedim, bu yüzden oynayamıyorum” yan sandalyedeki sesleniyor ” Hocam ac iken oynayamaz(!)”
Şu cümlelere bakar mısınız?
Birkaç örnekle ifade edilen bu gibi davranışlarda kendimizi alaşağı edersek kendimizin değeri ne olabilir? Ne düşünülebilir?
Bunların işin acı olan tarafı arkadaşlar.Yani üzerinde çok ama çok düşünülmesi gereken konular.
Allah yardımcımız olsun.Allah bizi kendine eş olanlarla eş etsin.
Hiç mi güzeli yok arkadaşım derseniz elbette var diyorum.
Bazen tayimizin çıktığı yerde, bazen de tayini yanınıza çıkan bir öğretmen arkadaşımızın ardından öylesine güzel şeyler söyleniliyor öylesine güzel şeyler düşünülüyor ki insanın o öğretmeni kıskanmasımı gerekiyor, ona özenmesimi gerekiyor ikilemde kalıyoruz, aferin hocama diyoruz.
Bakıyorsunuz bir telefon “Kimden hocam?” “Benim eski görev yaptığım yerdeki ahbaplarımdan birisi…” diyebiliyor. Bakıyorsunuz, okulun önünde öğretmen olmayan ama kendine çeki düzen verip besmeleyle yanımıza gelen hemde çook uzaklardan gelen insanlar, yani bizleri unutmayan eski komşularımız, kadirşinas insanlar…
Ayrı kalsakta bizleri unutmayan eski öğrencilerimiz.Evlenenler, nişanlananlar, okuyup bir yerlerden bizi arayan gül yanaklı genç insanlar.
Bunlarda bizi biz eden güzellikler arkadaşlar.
İsterseniz devam edeyim…
Bazende öyle huylarımız var ki etliye sütleye hiç karışmadan hayatımızı devam ettiyoruz.Hiç bir şeyi umursamıyoruz.O zamanda kendi kendimize şunları soruyoruz “Yahu bu insanlar bana karşı niye böyleler?Niye beni sevmiyorlar?” Çok basit. Siz yanınızda ölen birisinin cenazesine gitmezseniz, kapı komşunuz hasta olur ziyaret etmezseniz, davetlere icabet etmezseniz, verilen bir selamı almazsanız, kısaca konuşmazsanız, derleşmezseniz, yani yolun her zaman kenarından giderseniz elbette yalnız kalırsınız!
Kendimize ait bir başka örnek…
Sürekli gözeten, sürekli inceleyen, sürekli meşgul olanlarımız.
“Şu tablonun değişmesi lazım! Bana mı öyle geliyor? Duvar biraz kirlenmiş mi?
Oğlum ağaçlara dokunma! Kızım duvara çıkma! Kıyafetini beğenmedim, o ne ya?!
Çok yeme oğlum, davula döndün!
…
Sonrasında ardımızdan kaçamak bakışlar.Okuldan kaçmak isteyenler, kenara köşeye saklananlar, aman beni görmesin diyenler.Görevinden bıkanlar, bıktıranlar…
Daha, anlatılacak o kadar çok şey var ki!
Verilen ceza ile ilgili yorum yazmak istemiyorum.
Burada öğretmenimizi suçlamak gibi bir niyetimizde haddimizde olamaz.
İnsan olarak yaşadığımız müddetçe bu ve buna benzer örnekler görmeye devam edeceğiz. Ancak yukarıda yazmaya çalıştığım bazı örnekler o zeminin hazırlanmasıyla ilgilidir.
O zemini kendi ellerimizle hazırladığımız vakit işte o küçücük hatalar bazen başımızı ağrıtabiliyor.Bizleri içinden çıkılmaz bir yerlere sürüklüyor.
Ondan sonra ayıkla pirincin taşını!
Her hareketimizle her zaman nerde yaşıyorsak yaşayalım bir an bile aklımızdan öğretmen olduğumuzu çıkarmayalım.Unutmayalım.
Saygılar.