Büyük Caminin sarmal merdivenlerinden aşağı inerken durup, karşıda birbiri ardına yükselen apartman inşatlarına bakıyorum.
Beton mikserleri, kepçe, hafriyat kamyonları, hızar motoru, keser, çekiç, çalışanların sesleri birbirine karışıyor; malum, artık sonbahara girdik, kış yavaş yavaş kendini belli etmekte…
*
Biraz garip bir duygu ama binalarda tıpkı insanlar gibi…
Temelden doğmaya başlıyorlar.
İnsanın bebeklik, çocukluk, ergenlik yılları gibi ileride kendini taşıyacak (yapılırsa, yapılıyorsa) sağlam bir ayağa sahip oluyorlar.
İnsanlar gibi gün gün, ay ay (yükselip) büyüyorlar.
İnsanların aldıkları eğitimin karakterleri yükselttiği gibi kiriş, kolon, döşenen demir, dökülen harç binaya da sağlam bir karakter kazandırıyor, dik duruyorlar.
İnşaat aşamasındaki binaların “kabası” insanın gençlik yılları gibi; ipi sapa gelmez hareketler, dokunduğunda ellerini, ayaklarını yaralayan yılkı atları gibi..
Orta yaşın insanlara getirdiği durgunluk, kendi kendini sorgulama dönemi çatının çatılmasıyla birlikte başlıyor. Yağmuru, karı, rüzgârı, soğuğu-sıcağı her defasında başından ayaklara doğru hissetmeye, olacakları seyrine bırakıp her şeye olumlu bakmaya başlıyor…
Pencerelerin takılmasıyla birlikte kimi zaman düz, kimi zaman buzlu bir çamdan çevresine bakıp olanları seyrine bırakıyor. Eskisi gibi “üşüdüm, hastalandım, içim yanıyor, rahat bırakın.” deme alışkanlığını “yeni yetme binalara” başkalarına bırakıyor.
İnsanın iç güzelliği gibi kaba, ince sıva, mermer, fayans, montalama daha bir güzelleştiriyor kendini; okudukça güzelleşen insan beyni gibi kendini okumaya, aynada seyretmeye başlıyor. Karakterli, karaktersiz uysal, kaba, dilinden bal dökülen insanlarla tanışmaya başlıyor, insanlar gibi…Kavgalara, mutluluklara hastalıklara, ölümlere şahit oluyor. Asansör kapılarında dedikoduları duyuyor, okula giden minik yürekleri seyrediyor sabahları. Ellerindeki izmariti ortalığa atanlara, yere tükürenlere “kapıcı var temizlesin, işi ne!?” diyenlere bakıp kafasını öne eğiyor. Giriş kapısında sarhoşların yere düştüğünü, hayırsız babaların gece geç saatlerde eve geldiğini görüyor, hayatı sorgulayan çaresiz anaların feryadını iç içe girmiş duvarlarda dinleyip gözlerini kapatıyor…
*
İnsan hayatı gibi yıllar sonra yavaş yavaş yorgunluklar başlıyor. Temel kayıyor, duvarları çatlıyor, insan saçındaki beyazlar gibi renkler değişmeye, ağarmaya başlıyor. Saçını boyatıp yaşını saklamaya çalışan insanlar gibi defalarca boyansa da, içi dışı yeniden yapılsa da faydası olmuyor, gençlik gidiyor maalesef
*
Hayat, Yahya Kemal’in dizlerindeki gibi “His var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı.” dese de binalarda insanlar gibi hepsi kısa bir ömrün hikâyesi; geldik, yaşadık ve gidiyoruz…
Adamın biri
30.09.2024/Sarıkaya