Atatürk İle İlgili Hatıralar

Çevrimdışı muratx

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 301
  • 361
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 301
  • 361
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Haz 2007 11:01:02
Ata'mızla ilgili birkaç anı da benden (resim yazısı olduğu için eklemek zorunda kaldım.)

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.985
  • 443
  • 1.985
  • 443
# 10 Haz 2007 11:20:31
ATATÜRK, KENDİSİNE SUİKAST YAPACAK ADAMLA KARŞI KARŞIYA



İnsanların başına gelen felaketlerin çoğunluğu akıllarıyla değil de duygularıyla hareket edip, duygularına esir olmalarındandır. Çünkü, duygularıyla hareket edenler, çoğu kez başkaları tarafından kullanılırlar. Kullanıldıklarını da başına felaket geldiği an anlarlar. Ancak, düşünen, soran, neden, niçin diye araştıran insanlar akıllarını kullanmış olduklarından felaketi önceden görürler ve ona göre hareket ederler. Aşağıdaki anekdot bu anlayışı yansıtan güzel örneklerden birisidir.





İzmir’de hazırlanan o alçakça suikastten sonra, bir gün bize Atatürk şu olayı anlatmıştı:

- Ziya Hurşit’in beni öldürmek için görevlendirdiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunlardan birini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:

- Sen Mustafa Kemal’i öldürecekmişsin, öyle mi?

- Evet! dedi.

Ben gene sordum:

- Mustafa Kemal, ne yapmış ki onu öldürecektin?

- Fena bir adammış da... Memlekete çok fenalık yapmış!... Sonra, bize onu öldürmek için para da vereceklerdi!...

- Sen Mustafa Kemal’i tanıyor musun?

- Hayır!

- O halde, tanımadığın bir adamı, nasıl öldürecektin?...

- Geçerken işaret edecekler, “Mustafa Kemal, işte budur!” diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.

O zaman cebimden tabancamı çıkararak, kendisine uzattım:

- Mustafa Kemal benim!... Haydi, al eline tabancayı... Öldür!... dedim.

Adam, benden bu cevabı alınca, yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir müddet şaşkın yüzüme baktıktan sonra, dizüstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Çevrimdışı erseven_tr

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 395
  • 311
  • 395
  • 311
# 10 Haz 2007 11:47:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ata'mızla ilgili birkaç anı da benden (resim yazısı olduğu için eklemek zorunda kaldım.)

teşekkür ederim muratx öğretmenim.

Çevrimdışı carpe diem

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 148
  • 564
  • 148
  • 564
# 20 Nis 2008 02:38:51
Teşekkürler arkadaşlar.

Çevrimdışı lewent

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 167
  • 49
  • 167
  • 49
# 20 Nis 2008 14:28:16
ASKERLE GÜREŞ

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

Tahsin UZER

Kaynak: Millet Dergisi, 1946

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 20 Nis 2008 21:52:22
Atatürk,askerliğiyle,devlet adamlığıyla,gerçekleştirdiği devrimleriyle dünyayı etkilemiş bir liderdir.O'nu ulusça kıvançla anmaktayız.Yüzyıllarca da anacağız.Bu arada şu noktayı belirtmekte yarar vardır.Türkiye'de kendilerini kabul ettirme çabasında olan bazı aşırı ideoloji ve akımlar,Atatürkçülüğe işlerine geldiğince anlam verip,O'nun halk üzerindeki etkisinden yararlanmaya çalışmaktadırlar.Atatürkçülüğ ün,dışta bulunan bu gibi akım ve ideolojilerle hiçbir ilgisi yoktur.Atatürkçülük bir Türkiye ve Türk Ulusu gerçeğidir.Bu gerçeğin kaynağı Türk tarihidir.Türk'ün Kurtuluş Savaşıdır.Türk'ün karakteri ve insan yapısıdır.İnsanın insanı,toplumun toplumu sömürmesine dayanan,halkı sınıflara bölen;<ulusu><halklar>biçiminde gören,insanları ve toplumu baskı ve zorbalıkla yönetmek isteyen; uygarlık ve insancıl anlayışına ters düşen hiçbir akım ve ideoloji ile Atatürkçülük arasında bağ ve yakınlık kurulamaz.

Çevrimdışı simeranya

  • Uzman Üye
  • *****
  • 735
  • 786
  • Sosyal Bilgiler
  • 735
  • 786
  • Sosyal Bilgiler
# 08 Haz 2008 16:42:37
MUSTAFA KEMAL ANLATIYOR :

     " 10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim
olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları
siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı
tamamen kalkmış, tan ağarmak üzere idi. 8. Tümen komutanı ve
diğer subaylarını çağırdım. Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize
İnanıyorum. Ancak siz acele etmeyin evvela ben ileri gideyim. Size ben
kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız dedim. Bu
durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın
tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30
metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt
çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu.
Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve
birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu
İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allah Allah sesleri bütün
cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu. Her taraf duman içinde
ve heyecan her yere hakim olmuştu.
      Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım elimi göğsüme götürdüm kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla
susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde
panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat
paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında
daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, kalbimin
üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı
gün gece yani 10 Ağustos günü beni mutlak ölümden kurtaran
ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman Von Sanders
Paşa'ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı.
Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler. Bu
hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri
çekildi ve Çanakkale'nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular. "


Çevrimdışı simeranya

  • Uzman Üye
  • *****
  • 735
  • 786
  • Sosyal Bilgiler
  • 735
  • 786
  • Sosyal Bilgiler
# 18 Haz 2008 23:40:34
“...Bu esnada Conkbayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin
gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze
askerin Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu
askerlerin önüne kendim çıkarak :
-   Niçin kaçıyorsunuz ? dedim.
-   Efendim düşman dediler !
-   Nerede ?
-   İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
       Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti
düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika
istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş...
Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın!
Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti.
O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi
ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere :
-   Düşmandan kaçılmaz, dedim.
-   Cephanemiz kalmadı, dediler.
-   Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.
       Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu
andır...”

Çevrimdışı ERDİNÇ_ÖZKURT

  • Yeni Üye
  • 2
  • 0
  • 2
  • 0
# 19 Haz 2008 00:04:42
tek istediğim ulu önderin en bırakıp gittiği gibi kalsaydı bu ülkemiz yada ulu önderi hiç kaybetmeseydik?

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 24 Haz 2008 15:29:55
                         Atatürk'ün Rüyası
       Atatürk bir sabah yatağından endişe içinde kalktı.Bir rüya görmüş ve bu rüya canını çok sıkmıştı.Atatürk bu rüyayı şöyle nakletmiştir:"Arazide dolaşıyoruz.Her taraf yemyeşil,çayır çimen.Birdenbire bir sel geliyor,annemi alıp götürüyor." Bu rüyanın akabinde acı haber, kısa bir süre sonra yaveri Salih'in yolladığı şifreli telgraf ile gelir.Atatürk telgrafın şifreli olduğunu görünce hemen "Annem öldü, değil mi?" der.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 19 Şub 2010 22:31:11
Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;
 
Bir gün Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçiyorduk.
O zamanlar Samanpazarı’nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu.. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara’da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk’ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.
Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata’yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı  çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;
- “Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok” dedi.

Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;

- “Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim” dedi.

Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;

- “Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz” dediler.
Kitapçı;

- “Paşam 40 lira istemişlerdi “  deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;

- “Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam “ dedi.
 
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi’nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
- “Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor” diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
- “Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz.”  dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi’nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
- “Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.” dedi.
Atatürk de;
- “Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz.” diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;
- “Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…” derken  Atatürk sözünü keserek mütebessim;
- “Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz.. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.” diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi’ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı. 
Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra, onun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
Abdülhalim Efendi, o halıyı Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi de bu asil davranışı kötüye kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip, layık olduğu yere armağan etmiştir. (1922).

Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehlinin dini siyasete alet edecek para, mevki ve güce ulaşan yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek büyük mal varlıklarına sahip olup sefa süren günümüz din ve tarikat bezirganlarından farklılığını da ortaya koymaktadır.
 
 Alıntı : Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar / Prof. Yurdakul Yurdakul

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.890
  • 32.896
  • 512.890
# 25 Şub 2010 00:37:10
Gazi,çiftliğinde
dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhabanine.Kadın
Ata'nın
yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp,
- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.Kaynakwh: AtatÜrk'Ün Bİr Anisi ! Keyİfle Ve Duygulanarak Okuyacaksiniz..
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim
Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu
dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
Bana dönerek,
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
Ikisi de ağlıyordu. Iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı; Kaynakwh: AtatÜrk'Ün Bİr Anisi ! Keyİfle Ve Duygulanarak Okuyacaksiniz..
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi;
'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.
Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'

Çevrimdışı huseyinyesilot

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 11.872
  • 147.636
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 11.872
  • 147.636
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Şub 2010 00:45:32
Atatürk'ten Öğütler

Çevrimdışı rizab

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 08 May 2010 17:57:22
GİRİŞİMCİLİK

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu
– Alıyorum.

– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.

23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar.
   

Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.

Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.

Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Girişimcilik ne biliyor musun?

Bulunduğun yere yenilik katmalısın.

Mutlaka adım atmalısın.

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.

İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.





ALINTIDIR:

Umut ve heyecan rüzgarı

Bir ülkede girişimciliğin gelişmesi için yalnız yerli ve yabancı sermaye ile ithal edilen makineler yeterli olmaz. Girişimci ruhun tam anlamı ile canlanması için ilden ile, tüm ülkede bir umut ve heyecan rüzgarının esmesi şart.

Cumhuriyet�n ilk yıllarında kurtuluşun verdiği moral girişimciliğe yeni bir hız vermiş, bir çok ilde, hatta ilçede sanayi tesisleri ve bankalar kurulmuştu. Günümüzün Türkiye�inde ise elle tutulur her başarı, rutin görevlerini yapmakla yetinmeyip, kendini yeniliklere, gelişmeye ve başarıya adayan girişimciler sayesinde gerçekleşiyor.

Bu başarılara rağmen bugünkü girişimcilik düzeyi, şu sıralarda ekonomiyi cumhuriyetin 100. yılında AB�in ortalama refah düzeyine ulaştıracak kadar güçlü değil maalesef. Sabit sermaye yatırımları, Gümrük Birliği arifesi olan 1995 yılındaki düzeyini ancak biraz üstünde bulunuyor. İleri elektronik, chip üretimi, biyoteknoloji ve ileri kimya gibi alanlardaki yatırımlar yok denecek kadar az. Katma değeri ve rekabet gücünü kalıcı bir şekilde yükseltecek markalaşma sürecinin ise henüz başındayız.

Bu ortamda Cumhuriyet�n yeni kuşak girişimcilerinin her riski göze alarak, ekonomiyi yeniden yapılandırmaları gerekiyor. Kendisine, insanına ve ülkesine güvenen genç ve eskisine göre daha donanımlı girişimciler, bir Türkiye mucizesini gerçekleştirebilir. Son beş yılda AB ortalamasının dört katına yakın bir büyüme hızını gerçekleştiren Türkiye, gelecek yıllarda da aynı performansı cesur girişimcileri ve çalışkan işçileri sayesinde pek ala sürdürebilir ve Atatürk''ün çağdaş uygarlık hedefine iyice yaklaşabilir.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 08 May 2010 18:09:56
 Köşkü bile yürütmüş paşam bir ağacı kestirmemek için.Ne büyük bir insanmış.Her geçen gün daha çok anlaşılıyor değeri.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK