“Ortaçağa dönülemez” demiş Yargıtay'ın yeni başkanı Hasan Gerçeker; bazı gazeteler sözlerini müthiş önemseyerek manşetlerine taşımışlar. Biri, konuşmayı, “Yargıtay Başkanı'ndan üniversitelerde türban önerisine sert tepki” diye sunuyor.
Türkiye'de İlhan Selçuk ile Özdemir İnce düzeyinde bilgi sahibi olanların böyle bir hükme varması hiç şaşırtıcı değil. Demek böylelerinin aklına “Ortaçağlar” denildiğinde İslâm geliyor. Batı'nın 'karanlık çağlar' yaşadığı o dönemlerde İslâm Dünyası'nın pırıl pırıl parladığını, Müslümanlar sayesinde bilim, mimari, sanat ve felsefe alanlarında büyük ilerlemeler kat edildiğini; Ortaçağ'dan çıkışı, Batı'nın, İstanbul'un fethi ile Martin Luther'in büyük çapta İslâm'dan etkilenmiş 95 maddelik reform paketine borçlu olduğunu bilmiyorlar.
Ortaçağlar, kabaca MS 400-476'da başlayıp 1453 veya 1517 tarihlerine kadar süren bir dönemin adıdır. Başlangıcında Roma İmparatorluğu'nun çöküşü, Roma'nın Vizigotlar tarafından yağmalanması olayları yer alır; İstanbul'un fethi veya Mainz'daki kilisenin kapısına asılan 'Reform bildirgesi' ile de bittiği kabul edilir. Bu iki tarih arası Batı için hiç de içaçıcı değildir.
Aynı dönem İslâm Dünyası'nın 'altın çağı'dır oysa. Herhangi bir başvuru kaynağını (bu iş için internet ansiklopedisi Wikipedia bile yeterli) açın, bu gerçeğin hemen itiraf edildiğini görürsünüz. Kendilerinden önceki gelenekleri değerlendiren Ortaçağ Müslümanları, dünya mirasına kendi zihin ürünlerini de katmış ve Yeni Çağlar'a kapı aralamıştır. Muhteşem mimari eserlere ek olarak, Romen rakamları yerine bugün kullandığımız rakamlar, matematiğe çağ atlatan cebir, eski Yunan klasiklerinin tercüme yoluyla yeniden kazanılması, felsefe alanında kaydedilen gelişmeler, Batı Rönesansı'na (yeniden uyanışa) yol vermiştir. Müslümanlar yaşadıkları coğrafyayı üniversitelerle donatırken, Batı'nın bu iş için Yeni Çağlar'ı beklemesi gerekmiştir.
Rönensans ve Reform hareketleri Batı'ya kan ve can vermişse, her iki hareketin temelinde, Batı'nın karanlık çağında kendi altın çağlarını yaşayan Müslümanların katkısı büyüktür.
Bu durumda, “Ortaçağ'a dönülemez” denildiğinde akıllara asla İslâm veya İslâm ile ilgili konuların gelmemesi gerekmez mi? Batılıların “Ortaçağlara mı, bir daha asla!” demeleri normaldir; Roma'yı yağmalayan anlayış uzun yıllar Haçlı Seferleri'yle uygarlıklar merkezi olan Doğu Roma'nın başkenti Constantinople'u ve sonra da Kudüs'ü yağmaladı. Başka inançlara tahammülsüzdü Ortaçağ'da Batı; Musevileri ile Müslümanlarına zulmeden tek ülke değildi İspanya Avrupa'da, en fazla zulmeden ülkeydi.
Sanatlarını kendi doğdukları coğrafyada icra edemeyen ressamlar, müzisyenler, fikirleri tehlikeli bulunan yazarlar, bilimadamları, filozoflar, din değiştirmeye zorlanan azınlıklar İslâm topraklarına sığınıyor ve kendilerini geliştirmeye yarayan iklimi orada fazlasıyla buluyorlardı.
Bunları ben iddia etmiyorum, ansiklopediler söylüyor.
Sanıldığının tersine, İslâm Dünyası, Ortaçağlar'da en geniş fikir özgürlüğüne sahipti. Bugün sanki tek bir algılanış biçimi varmış gibi kabul edilen pek çok konuda, yüzlerce, binlerce farklı görüş serbestçe tartışılıyordu. İtikatla, inançla, ibadetle, uygulamayla ilgili birbirinden farklı görüşler kendilerine taraftar buldukça uzun ömürlü olmaya da hak kazanıyorlardı.
Müslüman fikir adamlarının yazdığı eserleri Batılılar iktibas ediyor, beğenmedikleri görüşlere itirazlarına eserlerin orijinal sahipleri cevap yazıyor, o cevaplara muhatabından gelen yeni itirazlarla canlı bir tartışma ortamı yaşanıyordu.
“Bilimin, teknolojinin bu kadar ileri bir seviyeye ulaştığı bu çağda, Tanrı'nın verdiği aklı ve zekâyı kullanarak doğruları bulmak yerine hurafelerle dolu bir sisteme geri dönüş çabalarına geçit vermememiz gerekir” de demiş Yargıtay Başkanı Gerçeker. Söyledikleri ilginç de, kim için söylemiş acaba bunları?
Yoksa Yargıtay Başkanı Gerçeker Ortaçağı karanlık Batı'ya ve Batı sistemine mi karşı çıkıyor?
Fehmi Koru