" Beynimizin Sırları "

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
23 Haz 2007 03:25:28
Bu başlıkta, beynimizle ilgili ulaşılmış bulguları paylaşalım, ne dersiniz ?

Faydalı olması dileğiyle...  :)




BEYİN ÇALIŞTIRMAK İÇİN HAYAL KURMAK ŞART!



Ege Üniversitesi Temel Tıp Bilimleri Fizyolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurselen Toygar, ’genetik.com’a, beynimizi daha fazla çalıştırmak için neler yapılabileceğimiz konusunda şu bilgileri veriyor:

 "Her gün gittiğiniz yolu, sabah uyandığınız müziği, oda ve büronuzun düzenini, birtakım rutin olarak yaptığınız şeyleri değiştirerek, beyninizi şaşırtın.

Çalışmayan beyin hücrelerini çalışır hale getirirsek, 60 yaşında bile bir gencin beyni kadar aktiviteye sahip olabiliriz. Beynin emir vermeden çalışmıyor.

Sürekli aynı yönde yapılan şeyler, beyni tembelleştiriyor. Beyinden daha fazla yararlanmak için, birtakım pratik yöntemlerin uygulanması gerekiyor.

Hayal gücüyle, beyni çalıştırmaya sevk edebiliriz. Bir amaç ve hedefimiz varsa, beynimizde bu amaç ve hedefe adım adım ulaşma yollarını hayal ederek ve daima pozitif düşünerek, buna ulaşabiliriz. Hayal kurmak, beynin çalışmasına katkı sağlıyor.

"En büyük mucitler en çok hayal kuranlardır" sözü bu anlamda söylenmiştir. Bilgi ve belleğin oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması için hayal kurulmalıdır.

Her gün gittiğimiz yolu, sabahları müzikle uyanıyorsak onu, oda ve büromuzun düzenini, izlediğimiz televizyonun yerini, çocuklarımızla yemek yediğimiz masadaki yerimizi arada bir değiştirebiliriz. Bu, beynimizi kalıplardan kurtarır. Beyinler paraşüt gibidir, açılmadıkça çalışmaz.


BEYİN HÜCRELERİ ARTAR MI?

Son 4-5 yıla kadar, ölen beyin hücrelerinin yerine yeni hücrelerin oluşmadığı savunuluyordu. Bugün bu görüş değişti ve beyin hücrelerinin artabileceği anlaşıldı.

Beyin hücrelerinin artması, beynin daha verimli kullanılmasını sağlar. Her insanda milyarlarca adet bulunan beyin hücrelerinin, her gün ortalama 10 bini ölüyor.

Beyin fonksiyonları 18-23 yaşlarında artar, 40 yaşından sonraysa hızla azalır. Günde 10 bin hücre ölüyor. Ama 65-70 yaşına kadar ölen hücrelerin sayısı toplam hücrelerin ancak yüzde 5’ine ulaşabiliyor. Demek ki beyne hücre takviyesi oluyor.

 Ama takviye olurken o hücreler, "Ben beyin hücresi olayım" demiyor. Bizim, (kök hücreler) dediğimiz hücreler var. Bunlar beyin hücresine dönüşebiliyor.

Her beyin hücresi öldüğünde, bellek depolama, yeni bilgileri alma ve öğrenmede zayıflama oluşuyor. Eğer beyin hücrelerimizi çalıştırırsak, beyin aktivitemizi sağlıklı olarak koruyabiliriz. "

Kaynak : Genetik.com


Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 23 Haz 2007 03:33:33

VİCDAN BEYİNDE BULUNDU!


Kalbin sesi olarak bilinen vicdanın kaynağının beyinde olduğu ortaya çıktı :


İnsanın hareketlerine yön veren kararlar alırken, bunu bir robot gibi yalnızca kuru mantık kurallarına dayanarak yapmadığı, kalbinin sesini ve vicdanını da dinleyerek duygularını hesaba kattığı, bu sırada beynin ön lobunda yer alan "ventromedial prefrontal cortex" adlı bölümün rol oynadığı saptandı.

Güney Kaliforniya Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya göre, beyinlerindeki bu bölge hasarlı olanlar, "ahlaki ikilemlerin" söz konusu olduğu durumlarda, kuru mantık kurallarına göre karar veriyor. Örneğin, bu insanlar çok sayıda rehinenin kurtulması için bir çocuğun kurban edilmesine sesini çıkarmıyor.

Kaynak : Milliyet


Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 23 Haz 2007 03:40:35


AKLINDAN BİLE GEÇİRME, OKUNABİLİR!



Almanya’nın İnsan ve Beyin Bilimi Enstitüsü ile Londra ve Oxford üniversiteleri bilim insanlarının "insan düşüncelerini okuma" çalışmaları başarılı sonuç verdi.

Hepsi de nörolog olan uzmanlar, yüksek çözünürlü beyin tarama cihazı kullanarak beynin faaliyetlerini geliştirilen bilgisayar programı aracılığıyla okumayı başardılar.

Buluş, ileride daha karmaşık düşüncelerin okunması için önemli bir adım oluşturuyor.


SUÇLUYU TESPİT ETMEK

Yeni teknik, beyin kontrollü bilgisayarlar, yapay kol ve "düşünceyle hareket eden makinalar"ın üretiminde kullanılabilecek.

Tekniğin daha da gelişmiş bir versiyonunun, "Azınlık Raporu" (Minority Report) filminde olduğu gibi, suçluların sorgulanmasında kullanılabileceği belirtildi.

Ayrıca cezaevinden tahliye edilecek mahkumların ileride yeni suç işleyip işlemeyeceğini saptamak da bu teknik sayesinde mümkün olabilecek.



AKLINIZDAN GEÇENLER

Araştırmacıların bundan sonra "insanın aklından geçenlerle gerçek niyetini ayırt etmeyi sağlayacak" yeni bir yöntem geliştirmek için çalışacakları ifade edildi.

İnsan ve Beyin Bilimi Enstitüsü uzmanı ve araştırmayı yürüten heyetin başkanı

Prof. John-Dylan Haynes, geliştirdikleri tekniği anlatırken "Tarama cihazı aracılığıyla beyne bakıyor ve bilgiyi okuyoruz. Bu, karanlıkta meşale aracılığıyla duvardaki yazıyı okumaya benziyor" dedi.


AZINLIK RAPORU FİLMİNDEKİ GİBİ

Yönetmen Steven Spielberg’in ünlü bilimkurgu yazarı Philip K. Dick’in bir öyküsünden beyazperdeye aktardığı filmde, çok gelişmiş bir sistemle "düşünceleri okuyabilen" dedektifler, yasayı ihlal etmeyi düşünen kişileri, eyleme geçmeden ve yasayı ihlal etmeden yakalıyordu.

Yeni teknik, uzmanların belirttiğine göre aynı bu filmde olduğu gibi suçlu ve teröristlerin sorgulanmasında önemli kolaylıklar sağlayabilecek.

Ama beyin okuma tekniği, "olumsuz yönü"yle etik tartışmayı da beraberinde getirdi. Prof. Haynes, "Bu teknik geliyor. Ancak bu konuda etik tartışmaya ihtiyaç var. Çünkü insanların bunu kötü amaçlar için kullanmaları sürpriz olmaz.

Bu, birkaç yıl içinde tam anlamıyla önümüze gelecek. Buna hazır olmalıyız" diye konuştu. Cambridge Üniversitesi uzmanlarından Barbara Sahakiyan ise şöyle konuştu:

"Biz ’Azınlık Raporu’ toplumu haline gelmek istiyor muyuz? Bu öyle bir toplum tipi ki, belki de hiç işlenmeyecek suçlar için önceden önlem alıyor. Söz konusu teknik, iyi ve kötü amaçlar için kullanılabilir. Onun için şimdiden tartışmalı ve sonuçları hesaplanmadan düşüncesizce kullanılmasının önüne geçmeliyiz."

Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]


Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 23 Haz 2007 03:43:25

İKİNCİ DİLİ ÖĞRENMEK BEYNİ DEĞİŞTİRİYOR...   



Londra Üniversitesi öğretim görevlisi nörolog Andrea Mechelli, "İki dil bilenlerde bu kesimdeki gri cevher, tek dil bilenlere oranla kalın, özellikle ikinci dili hayatının ilk dönemlerinde öğrenenlerde" dedi.

35‘ten sonra değişiyor

Bunun, ikinci dile ne ölçüde yetkin olunduğuyla bağlantılı olduğunu da dile getiren Mechelli, 35 yaşından sonra öğrenilen dilin de beyni değiştirdiğini, ancak başka bir dili erken yaşta öğrenenlere göre değişikliğin daha az olduğunu belirtti.

Mechelli ve ekibi, tek dil bilen 25, beş yaşından önce ikinci dil öğrenen 25 ve ileriki yaşlarda ikinci bir dil öğrenen 33 kişinin beyinlerinde gri cevherin kalınlığını inceledikten sonra bu sonuca vardı.

Erken yaşta daha iyi

‘Nature‘ dergisinde yayımlanan araştırmaya katılanların tamamı İngiliz. Araştırmaya göre beş yaşından önce ikinci dil öğrenenlerde, sol ön parietal korteksteki gri cevher, tek dil bilenler ve 10-15 yaşlarında ikinci dil öğrenenlere göre daha kalın.

Mechelli, gri cevherin kalınlığına bakarak kişinin ikinci dile ne kadar hakim olduğunun anlaşılabileceğini ifade ederek, "Bu erken yaşta dil öğrenmenin daha iyi olduğu fikrini destekliyor" dedi. "Çünkü beyin yapısal olarak değişerek yeni dilleri yerleştirmeye ve onlara uyum göstermeye daha yatkın" diyen Mechelli, beynin bu yeteneğinin zamanla azaldığını da sözlerine ekledi.


Sebebi bilinmiyor

Beyinde dille ilgili bölümde görülen gri cevher, aktif nöron veya beyin hücrelerinden oluşuyor. Gri cevherdeki büyümenin hücrelerdeki büyüme veya sayılarındaki artıştan mı yoksa aralarındaki bağlantılardan mı kaynaklandığı ise henüz bilmiyor.


SAKIZ ÇİĞNEMEK BEYNİ GELİŞTİRİYOR

İngiltere‘de yapılan bir araştırmada, sakız çiğnemenin düşünme ve anımsama gibi idrakla ilgili işlevlerde olumlu etkilerine rastlandı.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] adlı sitede yayımlanan bir habere göre, İngiltere Northumbria Üniversitesi Sinirbilim Bölümü araştırmacısı Andrew Scholey, araştırma sonuçları hakkında bilgi verirken, sakız çiğnemenin insan belleğini olumlu etkilediğini belirtti.

Scholey, "Sakız çiğneyen kişilerin bellek testlerinde daha başarılı olduklarını ve daha çok sözcük hatırladıklarını gördük" dedi. Sakızın naneli ya da mentollü olmasının bir fark yaratmadığını belirten Scholey, en önemli unsurun sürekli sakız çiğnemek olduğunu ifade etti.

Scholey‘in verdiği bilgiye göre, araştırmaya katılan 75 kişi, "sakız çiğnemeyenler", "gerçekten sakız çiğneyenler" ve "yalandan sakız çiğneyenler" şeklinde gruplara ayrıldı. Araştırma sırasında deneklere resim, sözcük ve telefon numarası hatırlatmaya yönelik sorular soruldu.

Gerçekten sakız çiğneyenlerin kalp atışlarının, çiğnemeyenlere göre dakikada 3, yalancı çiğneyenlere göre ise 1.5 kez daha fazla olduğu belirlendi. Scholey, "Kalp atışındaki artışın, idrakı artıracak derecede beyne oksijen ve glikoz dağıtımını yükseltmiş olabileceğini düşünüyoruz" dedi. Haberde, sakız çiğnemenin, ağzın sulanmasına bağlı olarak insülini yükseltmesi olasılığı üzerinde de durulduğu vurgulandı.

Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]





Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 23 Haz 2007 03:50:56

KADIN BEYNİ EMPATİK,

ERKEK BEYNİ SİSTEMATİK DÜŞÜNÜYOR!




Erkek ve kadın beyinleri, temel fonksiyonlar açısından bir hayli benzer olsa da bilim dünyasındaki yaygın teoriler, erkek beyninin daha ziyade analiz ve keşfe yönelik “sistematik” bir yol izlediğini; karşısındakinin ruh halini erkeklerden çok daha kolay anlayabilen kadın beyninin ise “empatik” bir karakteri olduğunu gösteriyor.

Ancak bu özelliklere sahip olmak için mutlaka o cinsin bir üyesi olmak gerekmiyor.

Çünkü erkeklerde “kadın beyni”, kadınlarda da “erkek beyni” olabiliyor.

Hatta Cambridge Üniversitesi tarafından 82 kişi üzerinde uygulanan bir testte, erkeklerin yüzde 17’sinin kadın beynine, kadınların yüzde 17’sinin ise erkek beynine sahip olduğu ortaya çıktı. Bunun ortasında yer alanların ise “dengeli beyin” tipine sahip olduğu belirtiliyor.


Kadınlar duyguya yöneliyor

Erkek ve kadın beyinleri arasındaki farklılıklar daha çok duygu, dil, mekan içindeki görüş yeteneği, hafıza, hatta koku alma duyusunda kendini gösteriyor.

 Örneğin aynı dergi tezgahının önündeyken, duygusal yönü ağır bastığı için kadın beyni aşk, güzellik ya da ebeveynlikle ilgili yayınlara yönelirken, sistemleri çözüp keşfetmeye yönelik erkek beyni, bilgisayar, otomobil ya da tamir gereçlerine ilişkin dergilere yoğunlaşıyor.



YATKINLIKLAR FARKLI



ERKEKLER


Satrançta daha iyi

Görüşte derinlik ve perspektif iyi

Nesnelerle daha yakından ilgili

Beynin sağ yarısı daha büyük

Sol kulağını kullanmayı tercih ediyor

Matematik sorularını konuşmadan çözer

Çok işi aynı anda yaparken zorlanmaz

Az göz teması kurar

Dikkati çabuk dağılır

Daha fazla duygu arar

Acıya yavaş tepki verir





KADINLAR


Yabancı dilde daha iyi

Resmi bütün olarak daha iyi görüyor

Yüzler ve insanlarla ilgileniyor

Beynin sol yarısı daha büyük

İki kulağıyla birden dinliyor

Aritmetik işlemleri konuşarak yapar

Aynı anda çok işi yapmak zorlayabilir

Göz teması fazladır

Dikkat süresi uzundur

Daha az duygu arar

Acıya çabuk tepki verir


Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]


Çevrimdışı merve55

  • Uzman Üye
  • *****
  • 261
  • 31
  • 261
  • 31
# 23 Haz 2007 09:41:20
güzel paylaşımlarınız için teşekkürler sudee hocam.ellerinize sağlık.

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.985
  • 443
  • 1.985
  • 443
# 23 Haz 2007 13:13:18
Beyin hayatımızın en büyük, en önemli organı ve benliğimizin merkezidir. Kâinattaki en gelişmiş ve mükemmel yapı olan beyin, bütün hareketlerimizde, düşüncelerimizde, duygularımızda her zaman devrededir. Beynimiz olmasaydı, göremeyecek, hatırlamayacak, iletişim kuramayacak, hissedemeyecek, uyuyamayacak, vücut sıcaklığımızı bile tutamayacaktık.

İnsan beyni kıvrımlıdır. Yaklaşık 2200 cm2 olan beyin yüzeyinin ancak üçte biri serbest yüzeyde, üçte ikisi ise, kıvrımların derinliklerindedir. Bu sebeple beyin yüzeyi kıvrım kıvrımdır. Bu sayede insan araç kullanır, ince işleri yapmak üzere baş parmak ve parmak kullanır, dil ve matematik sembollerle haberleşmeyi gerçekleştirir, zevk ve isteklerini, yani doyumlarını geçici de olsa bastırmayı mümkün kılar.


Bu şaşırtıcı özellikler beyinde bulunan 100 milyar civarındaki sinir hücresinin (nöron) ve bu hücreler arasındaki hemen hemen sonsuz sayılabilecek iletişim ağının sonucudur. Beynin bunca fonksiyona sahip olması ancak bu iletişim ağının gelişmiş olması ile mümkündür.


Nöron Bağlantısı


Nöronlarla vücudun diğer hücreler arasındaki temel fark, her bir nöronun diğer bir nöronla büyük uzaklıklar boyunca hızlı ve doğrudan bağlantı kurabilmesidir.


Tek bir nöron, verilerini yüzlerce veya binerce diğer nöronlardan alır. Gelen mesajlar ketleyici veya uyarıcı olabilir. Nöronların görevi, bu sinyalleri düzenlemektir. Nöronlar sürekli olarak bir oy sayımı yaparlar.


Bununla birlikte beyin bir bilgisayar ve aksonlar da tel değildir. Bir sinyali sinopsa ani bir elektrik akımıyla değil bir başka yöntemle iletirler; bu, hayret veren bir kimya yoludur. Yaprakların güneş ışığına doğru uzanması gibi, bir nöronun lifleri (dendrite) doğru aksonu araştırırken dışarı doğru büyür ve bağlantı kökleri gibi aksonlar da dışarı verdikleri enerjiyi almaya uygun nöronlarla bağlanana kadar ortalıkta el yordamıyla dolaşırlar. Nöronlar doğru “adresi” bulmada ve doğru tertibatla bağlantıya girmede inanılmaz şekilde kusursuz hareket ederler.


Bilgi, akson boyunca aşağıya sinapsa, bir diğer nöronla özelleşmiş bağlantı noktasına aktarılır. Sinapslar yoluyla herbir nöron, yüzlerce nörondan bilgi alabilir.


Kafatası Zırh Gibi


Beyin dar bir rafa sıkıştırılmış, tepilmiş bir yorgan gibi durur. Parçalı kafatasının içinde bütün boşlukları en ekonomik şekilde dolduracak tarzda yerleşmiştir. 100 milyar hücreden oluşan 1.5 kilogramlık kütle, bu şekilde dar bir mekana sığar.


Üstelik beyin en erken teşekkül eden organlardan biridir ve döllenmeden üç hafta sonra ana karnında maya tutmuş haldedir. Oluşum devresinde her saniyede tam 250 bin sinir hücresi teşekkül eder ve neredeyse sonsuz olan bağlantılar kuruldukça dış dünyadan bilgi içeriye girmeye başlar; dış dünyadan içeri girmeye başladıkça da muhtemelen bağlantılar daha hızlı kurulmaya devam eder. Böylelikle beyindeki 100 milyar nöron, hayret verici ve karmaşık yollarla birbirleriyle etkileşerek, görmeyi, hareket etmeyi, öğrenmeyi, hafızaya almayı ve düşünmeyi mümkün kılar.


100 milyar nöronun herbirinin ortalama 10 bin başka nöronla bağlantı içinde olduğu düşünülürse yaklaşık 100 katrilyon bağlantıya sahip, karmaşık bir şebeke karşısındayız demektir. Yalnız, bir muzun hoş kokusunu, limonun keskin kokusundan ayırmak için altı milyon beyin hücresinin harekete geçmesi gerekir.


Beyindeki nöron sayısı da ilginç özellikler taşır. İstenildiğinde yeni nöronlar oluşturulamadığından vücutta gereken fazla nöron mevcuttur. Daha sonra onlar, fazla büyümüş bir ormanı seyreltmek gibi budanır.


Vücutta, ihtiyacın yaklaşık iki katı nöron vardır. Üstelik, bilim adamlarının tahminine göre nöron sayısı, ile galaksimizdeki yıldız sayısı arasında bir eşitlikte mevcuttur.


Nöronların fonksiyon sahaları da şaşırtıcı özellikler taşır. Nöronlar doğar, daha sonra esrarlı bir şekilde belirli görevlere has sınıflanır ve sonra da bağlantılar kurarken, merkezi sinir sistemi (MSS) büyür ve kendisini birbirinden oldukça farklı fonksiyonlara sahip altı temel alana ayırır.


Hayvan Beyni


Nöronlar, hayvan beyninin de ana özelliğini oluştururlar. Meselâ bir istakozun yalnızca birkaç yüz nörondan oluşan basit bir sinir sistemine sahip olduğu düşünülürse insan beyninin 100 milyar nöronlu yapısı akıllara durgunluk verir.


Buna rağmen meselâ bir solucanın beyni basit sayılabilir mi? Çağımızın ünlü bilim adamı Stephan Hawking “Aslında hiçbir bilgisayar bir solucandan daha zeki değil.” demektedir.


Yine “kuş beyni” der geçeriz. Halbuki “Baştankara” cinsi kuş, kışın soğuğuna dayanabilmek için fındık fıstık toplamak ve zamanı geldiğinde de yumurtalarını tam olarak nereye gömdüğünü hatırlamak zorundadır1. Bu kadar mükemmel beyine sahip olan insan bile anahtarını, gözlüğünü, cüzdanını nereye koyduğunu bazen unutabildiğini biliyoruz. Gövdeleri uçmalarına imkân vermek için olabildiğince küçük ve hafif olan Baştankaranın beyni de oldukça küçük ve bunun sonucu olarak da basit olmak zorundadır.


Baştankara için mesele, bu ihtiyaç dahilinde beyinlerine daha fazla nöron eklenmesiyle çözümlenmiştir. Kuş beyninin hipokampüs denilen bölümü-beynin hafıza depolamak ve uzak zamana ait öğrenmeyi gerçekleştirmek için önemli olan bölümdür -her Ekimde şişer. Geçen yılın hafızasına ait eski nöronlar ölür ve yeni nöronlar doğar. Bu, karalamalarla dolu eski not defterinin atılıp yeni yılın notlarını yazmak için yeni bir not defteri alınmasına benzer.


Diğer hayvan türleri ve insan beyninin yeni nöron üretemediği göz önüne alınırsa bu gerçekten şaşırtıcı bir özelliktir.


Darwin’in itirafı


Beyin, gerçekten müthiş karmaşık ve hayranlık veren esrarengiz bir organımızdır. Beynin gördüğü fonksiyonları yapan bir bilgisayar üretilmeye kalksa, herhalde yerküremizin birkaç katı büyüklüğünde olması gerekecekti.


Peki, böylesine mükemmel bir organ evrimcilerin iddia ettiği gibi tek hücreli canlıdan tesadüfen meydana gelebilir mi? Soruyu Darwin cevaplasın2:


“Tanrının varlığı hakkında hislere değil akla bağlı bir başka nokta da, çok önemli bir konu olarak beni etkiliyor. Bu muazzam ve harikulade kâinatı, çok geriye ve çok ileriye bakabilme kabiliyeti bulunan insan da dahil olmak üzere, kör tesadüf veya zaruretin eseri olarak görmek çok güç, hatta imkânsızdır. Böyle düşününce bir dereceye kadar insanınkine benzeyen zihin sahibi bir ilk sebep aramak zorunda kalıyorum; bu bakımdan ateist sayılamam. Hatırladığıma göre, Türlerin Kökeni’ni yazdığım zaman bu inanç bende çok kuvvetliydi. O tarihten beri yavaş yavaş ve birçok dalgalanmalarla zayıfladı.


Ama bu yeni şekilde de şu şüphe ortaya çıkıyor: Fakat, benim tamamiyle inandığıma göre, en aşağı hayvanlarınki kadar basit bir zihinden çıkmış olan bir akla, böyle büyük bir sonuç çıkardığı zaman, güvenilebilir mi?


Böyle karmaşık meselelere en ufak bir ışık tuttuğumu dahi iddia edemem. Herşeyin başlangıcındaki sır, bizim için çözülemez bir halde duruyor.”

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 23 Haz 2007 22:15:31
  Doğrudur  Hocam;
  Her  şeyde  bir  düzen  var!
  İşte  önemli  olan da bu!
  Farkına  varmak!
  Kendiliğinden  bu sistemin  olamayacağının  farkına  varmak  yeterli  değil!
Önemli  olan  durumdan vazife  çıkartmak!
Tüketici  olmaktan  üretici  olmaya,
Canlı  bir varlık  olduğumuzun  farkına  varmaya,
Kölelikten  hürlüğe  geçiş  yapmak  zorundayız!
  Kendimize  bu  sistemin  içinde  Bir yer  edinmek  zorundayız!
O  yüzden  doğmatiklikten  kurtulmalıyız!
O  yüzden  dini  normlardan  arınmalıyız!
O  yüzden  gelenek  görenek  ile  değil  aklımızla  hayatımıza  yön  vermeliyiz!
O  yüzden  çevremize  ÖRNEK  olmalıyız!
Abartı  olmasın  Hürlüğümüze   ve  Hürriyete  sahip  çıkmalıyız!
İster  inanın  ister  inanmayın  bu  yüzden  aykırı  olmalıyız!
Önce  kendimize  inanmalıyız!
  Saygı  ve  sevgi  ile  kalın  Öğretmenim!
 

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 23 Haz 2007 22:31:05
Özellikle insanın bilinmeyenlerine gidilen, bilimsel yolculuk hikaye ve bulguları özel  ilgi alanlarımdan bir tanesi. Okuduklarımı sizlerle paylaşıp, evrenin sırrına hep beraber varalım istiyorum :


   

AKIL DİYETİ İLE BEYNİNİZİ COŞTURUN!   


Yaşam koşuşturması içinde öyle günler, öyle olaylar yaşıyor veya şahit oluyoruz ki "Allah''''ım aklımı koru" demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Bir başka açıdan bakarsak, içinde olduğumuz yoğunluk, günü yakalama veya günün önüne geçme telaşı aynı anda birçok iş yapmamıza, onlarca konuyu, ismi aklımızda tutmamıza sebep oluyor. Durum böyle olunca da "Aman oraya da yetişeyim, buraya da yetişeyim, şunu da yapayım, buna da yardım edeyim" derken bedenimiz kadar kafamız da yoruluyor. Haliyle de unutkanlıklar başlıyor.

Biriyle karşılaşıp adını hatırlamadığımız, yerimizden kalkıp ne yapacağımızı unutup geri döndüğümüz, telefonu çevirip karşı tarafın numarası çalarken kimi aradığımızı unuttuğumuz çok oluyor.

Bunlar yine zararsız unutkanlıklar. İşin bir de dalgınlığa varan kısmı oluyor ki bunlar bazen sağlığımıza, hayatımıza veya maddi durumumuza zarar verecek durumları yaratabiliyor. Stresin üzerimizdeki etkisi ise hep ayrı.

Tüm bu sebeplerden dolayı fiziksel sağlığımıza dikkat ettiğimiz kadar akıl sağlığımıza da önem vermeli, sağlıklı kalabilmek için çaba sarfetmeliyiz.

Bu konu özellikle de son zamanlarda Amerika''''nın gündeminde. Amerikalılar mucize "akıl diyeti"yle ilgili konuşuyorlar ve konu hakkında çıkan yazıları okuyorlar.

Bilimadamları yeni bir diyet geliştirmiş. Ancak bu diyet bilinen diğer diyet türleri gibi kilo verdirmeye yönelik değil. Geliştirilen diyetle insanların akıl sağlığını, psikolojilerini düzenlemek amaçlanıyor.

Geçtiğimiz sene Amerika''''nın ünlü Newsweek Dergisi yayımladığı "Akıl Diyeti" ile beyin için gerekli olan gıdaları açıklamış.

Amerikalı bilimadamları, akıl hastalıkları ve özellikle depresyona karşı koruma sağlayabilen son derece basit bir diyet hazırlamışlar.

Araştırmalar ve tesadüfler sonucu keşfedilen bu diyet, şimdi medya dünyasının favorisi olan "kilo verme, form koruma, yaza hazırlanma" diyetlerini bile sollayarak gündemin bir numaralı konusu olmuş.

Bilimadamları zaten "Her şey kafada başlar" sloganıyla "akıl sağlığımızı koruyalım" diyetinin kilo sorunlarına da çözüm olabileceğini savunuyorlar.

Kendi tanımlamalarıyla "Psikiyatrik rejim" de dedikleri akıl diyeti beyne iyi gelen gıdalardan oluşan bir diyet.

Beyni güçlendiren, strese karşı dirençli hale getiren, ileride ortaya çıkabilecek depresyon, manik-depresyon, doğum sonrası depresyon, intihar eğilimi gibi rahatsızlıkları bile önleyebilen bir diyet. Üstelik çok kolay.

Listedeki gıdalardan, birini bir gün, diğerini bir başka gün, gönlünüzce tüketmeniz yeterli.

Akıl diyetinde iki önemli gıda temel alınıyor. Biri balık, özellikle somon balığı, diğeri de ceviz. Diyetteki yan gıdalar yumurta, ıspanak, buğday ve balık yağı... Diyet her gün biraz ceviz atıştırmayı öğütlüyor.

Ya da bir gün ceviz, ikinci gün bir yumurta, üçüncü gün somonbalığı, dördüncü gün ıspanak.

Bu gıdaların hepsinin Omega-3 adı verilen bir madde içerdiğini açıklayan uzmanlar, bu gıdaların beyin fonksiyonlarını düzenlemeye yaradığını belirtiyorlar.

Psikiyatri uzmanı ve Harvard Üniversitesi''''nde öğretim görevlisi Andrew Stoll beynin, yüzde 60 yağdan oluşan bir organ olduğunu ve doğru düzgün çalışması için Omega-3 yağ asitlerine ihtiyaç duyduğunu, oysa son yıllarda" form korumak uğruna insanlar balığın bile yağsız olanını seçtiğini hatırlatıyor.

İnsanlar vücut güzelliği için, aslında hiç bilmeden beyin sağlığını riske attılar" diye uyarıyor. Dahası zayıflamak için yapılan diyetlerin beyni riske attığı gibi, kalp sağlığı için de sorun yarattığını yazıyor.

Araştırmacı doktorun açıklamalarında Omega-3 denilen maddenin, herkes için önemli ama anne adayları ve yeni doğmuş bebekler için daha da önemli olduğunu yazıyor.

Ceninlerin genellikle beyin geliştirmek için anneden bol bol Omega-3 çektiklerini, eğer anne adayı zaten yetersiz Omega-3 alıyorsa, doğum sonrası depresyona girmesinin kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiyorlar.

15 gram cevizde 1.02 gram Omega-3 bulunuyor. Bir kupa cinsi bardağa sığacak kadar ıspanak ise 0.5 gram içeriyor. Bir köy yumurtasında ise 0.17 gram var.

Hepsini bir günde tüketmeye gerek yok. Bunların kanıtlanmış bir faydası daha var. Kalbinizi de, beyninize de formda tutuyor. Bu ikisi formdaysa, kilo sorununuz da ortadan kalkıyor.

Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]





Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Haz 2007 06:40:24
Alıntı
Kalbin sesi olarak bilinen vicdanın kaynağının beyinde olduğu ortaya çıktı :

Alıntı
Güney Kaliforniya Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya göre, beyinlerindeki bu bölge hasarlı olanlar,
"ahlaki ikilemlerin" söz konusu olduğu durumlarda, kuru mantık kurallarına göre karar veriyor.

Ne kadar marifetli bir et parçasına (beyine) sahipmişiz :)

Çağımızda insanın cesetten (bedenden) ibaret olduğunu kabul eden insanların olmasına şaşıyorum.

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 24 Haz 2007 11:01:03


...bir zaman önce şu anda anımsamadığım bir kaynakta oyun oynamayan çocukların beyninin ,oyun oynayan çocuklardan %20-30 daha az geliştiğini okumuştum...

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 25 Haz 2007 00:37:24
Bakalım daha ne kadar ilginç bilgiye ulaşacağız  :)



YARATICI ZİHİNLER, ESİN PERİSİNİN PEŞİNDE...   



Herkes zihinsel bir güce sahip; ancak bu güç kimilerinde ötekilere kıyasla daha yoğun. İnsanoğlunun, bir olasılıkla da evrenin gelişiminin temelini bu güç oluşturur.

Yaratıcılığın kaynağı nedir? Kişiyi bir başkasından daha yaratıcı kılan unsurlar nelerdir?

Helen Phillips esin kaynağının temelinde beynin anatomik yapısının, duygu durumundaki dalgalanmaların ve çöküş anlarının yattığına inanıyor

Yaratıcılık içinden çıkılması son derece güç bir kavramdır. Yaratıcılık kavramından ne anlıyoruz? Düşüncelerin oluşumu sırasında beyinde neler olup bitiyor? Bilim insanları ve sanatçılar için de yaratıcılık benzer bir sürecin ürünü müdür?

Yaratıcı güç kavramını daha iyi anlayabilmek ve içimizdeki kıvılcımı nasıl ateşleyebileceğimizi öğrenmek amacıyla, New Scientist dergisi yazarlar, sinirbilimciler, pop yıldızları ve yapay zekâ "gurularına" danıştı ve onlardan bu süreci masaya yatırıp enine boyuna incelemelerini istedi..
İnsanoğlu, belki de düşünme konusunda ilk kez kafa yorduğu günden bu yana, yaratıcılığın gizini sorgulamıştır.

Yaratıcı düşünce görünürde "ansızın çıkageldiği" için, bu sürecin ardında oldum olası tanrısal, tinsel bir gücün, daha yakın bir geçmişte de altbenlik (id), ya da bilinçaltının yattığına inanılmıştır.

Kaynağı ne olursa olsun, bu süreçte düşüncelerin en uç noktalarda gezindiğine kuşku yoktur.

Gerçekte yaratıcı sürecin tek bildiğimiz parçası bir olayın içyüzünü kavradığımız anı içeren o minicik parçasıdır.

Ne var ki, bizler bilincinde olmasak bile, yaratıcı düşünce ve tasarımlar aylar hatta yıllar boyunca beyinlerimizde kuluçkaya yatmış olabilirler. O halde, yaratıcılığın bilim dünyasını onca zamandır oyalaması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.




YARATICILIK -ZEKÂ İLİŞKİSİ


1970''lerin başlarında bile yaratıcılık, zekânın bir türü olarak algılanıyordu.

Ancak, IQ ve yaratıcı yeteneklerle ilgili olarak, başta yaratıcılığın babası Paul Torrance ''ninkiler olmak üzere, çok daha incelikli sınama yöntemlerinin geliştirilmesiyle birlikte yaratıcılıkla zekâ arasındaki bağın sanıldığı denli basit olmadığı ortaya çıktı.

Yaratıcı kişilerin, en azından IQ değerlerine göre, zeki insanlar oldukları bir gerçek. Ne var ki, bu kişiler ötekiler gibi ya ortalama düzeyde, ya da onlara kıyasla ortalamanın biraz üstünde bir zekâya sahipler.

Farklı disiplinlere göre değişmekle birlikte, IQ''nun belli bir düzeyin üstünde olması genellikle yaratıcılığın körüklenmesinde etkili olmuyor;

IQ, kişinin yaratıcılığı için gerekli olmakla birlikte, tek başına yeterli bir unsur değil.

Asıl süreci araştırmak çok güç olduğundan, yaratıcılıkla ilgili ilk girişimlerin çoğu kişiliğe odaklı araştırmalardı.

Yaratıcılık konusunda uzman olan Kaliforniya Üniversitesi''nden Mark Runco ''ya göre, "yaratıcı kişilik" estetik niteliklere değer veren, ilgi alanı bir hayli geniş olan, elindeki kaynak ve bilgileri yepyeni çözümlere dönüştürebilen bir kişilik.

"Yaratıcılar" karmaşık olana tutkun, çelişki ve ikilemlerin üstesinden gelebilen, genellikle güdülerini kendi başlarına eyleme geçiren ve hatta biraz da takıntılı kişiler.




YARATICILAR VE DUYGU DURUMLARI


Oysa, yaratıcı özelliği o denli yoğun olmayanlar genelde parçaları bir araya getiremediklerinde rahatsızlık duyar ve öfkeye kapılırlar. Karışıklığa pek katlanamazlar. Yaratıcılık, beklemesini bilenlerin, ama isli puslu bir ortamda beklemekten zevk alanların ayağına gelen bir özelliktir.

Ancak yaratıcı kişiliğe sahip olmanın da bir bedeli olabilir. Yüzyıllar boyunca yaratıcılıkla ruhsal hastalıklar arasında bir bağlantı kurulmuştur.

Kendisinde de çift kutuplu hastalık (manik depresif) olan, Johns Hopkins Üniversitesi ruhbilim uzmanı ve yazar Kay Redfield Jamison ünlü sanatçıların duygudurumsal bozukluklara çok daha eğilimli olduklarını ortaya koydu. Ancak Jamison duygudurumundaki bir değişimin, olumsuz bir etkiden çok, yaratıcılığı ateşleyen temel bir unsur olabileceğine de dikkat çekiyor.

Oxford Üniversitesi ruhbilimcilerinden Gordon Claridge , şizofreniye özgü kimi özelliklerin de yaratıcı kişilerde çok daha yaygın olduğunu düşünüyor.

Claridge, sanrıya kapılma, sesler duyma, karışık düşünceler içinde olma, büyüye inanma gibi, bu hastalığın kendi başlarına patolojik olmayan özelliklerini kaydederken bir "şizotip ölçeğinden" yararlanıyor.

Söz konusu özelliklere sahip olan kişilerin enine boyuna, çok yönlü ve açık düşünceyle ilgili sınavlarda çok başarılı oldukları görülüyor.



DIŞ UYARILARA AÇIKLIK


Ne var ki, bu tür sınavlarda üstün bir başarı sergileyenler böylesi bir düşünce sürecini çok yıkıcı buluyorlar. Zekâ, böyle bir düşüncenin müthiş bir yaratıcılığa dönüşmesine yardımcı olabilir.

Ancak bu tür bir düşünce duygusal sorunlarla birleştiğinde, yaratıcılığa dönüşmek yerine, ruhsal bir hastalığa dönüşmesi de işten değildir.

Toronto Üniversitesi ruhbilimcilerinden Jordan Peterson bu durumun açıklanmasına yardımcı olabilecek bir düzeneği bulduğuna inanıyor.
Peterson yaratıcı kişilerin beyinlerinin dışarıdan gelen uyarılara çok daha açık olduğunu öne sürüyor.

Duyularımız sürekli olarak beyinlerimizi bir yığın bilgiyle besliyor. Onca bilginin altında ezilip kalmamak için, beynin bunların bir bölümünü geri çevirmesi ya da dikkate almaması gerekiyor.

Peterson bu sürece "görünmez yasak" adını veriyor ve bu süreci daha az yaşayan, oldukça yüksek bir IQ düzeyine ve işlek bir belleğe sahip olanların daha çok veriyi alabildiklerine ve bu yüzden de farklı görüşler üretmeye daha yatkın olabileceklerine inanıyor.

Yasaklama sürecinin çok düşük olması durumunda düşüncelerde ruhsal hastalığa dönüşebilecek bir karışıklık yaşanabileceğine de inanan Peterson, ruhsal hastalığın yaratıcılık için bir önkoşul olmadığına ancak ikisinin de ortak birtakım bilişsel özellikleri paylaştığına dikkat çekiyor.



ESİNLENME VE İŞLEME


Peki, ya yaratıcı edimin kendisi için ne demeli? Yaratıcı beynin işbaşında incelendiği ilk araştırmalardan biri, Main Üniversitesi ruhbilimcilerinden Colin Martindale ''e ait. 1978''de yapılan bu araştırma kapsamında Martindale, denekler kafalarında öyküler uydurdukları sırada beyin dalgalarını kaydetmek için kafatası elektrotlarından oluşan bir şebekeden yararlandı.

Sonuçta, yaratıcılığın, her biri çok farklı zekâsal özelliklere sahip iki aşamadan oluştuğunu ortaya koydu: esinlenme ve işleme. Martindale, denekleri kafalarında öykülerini tasarlarken, beyinlerinin akılalmaz bir durgunluk sergilediğine tanık oldu.

Beyindeki tek egemen etkinlik, bu organda çok düşük düzeyde bir devinimin olduğunu gösteren, alfa dalgalarıydı.

Beyindeki bu etkinliğin uykunun kimi aşamaları, düş görme ve dinlenme sırasında meydana gelen etkinlikten pek bir farkı olmaması uyku ve dinlenmenin kişinin yaratıcılığına neden katkıda bulunduğunu açıklayabilir.

Gelgelelim, kafaları dingin bu deneklerden öykülerini üzerinde çalışmaları istendiğinde, alfa dalgalarındaki etkinliğin düşüşe geçtiği ve beyindeki devinimin arttığı görüldü.



ZİHİNSEL ESNEKLİK


Asıl ilginç olan da, en yaratıcı öykülerin esinlenme süreciyle geliştirme süreci arasında beyin etkinliği açısından en büyük farklılığı sergileyenlerden gelmesiydi. Bu kişilerin arka plandaki beyin etkinliğinde onların yaratıcı ya da yaratıcılıktan yoksun oldukları yönünde herhangi bir belirti yoktu.

Bristol Üniversitesi''nden Guy Claxton ,"Çok yaratıcı olmayanların vites değiştirememe gibi bir sorunları var gibi. Görünüşe bakılırsa, yaratıcılığın zihinsel esneklikle ilgisi var. Belki de iki aşamalı bir süreçten çok, iki durum arasında bir bağlantı söz konusu," diyor.

Daha sonraki bir araştırmasında Martindale beyin etkinliğindeki bu değişimin özellikle beynin sağ kesiminde gözlendiğini ortaya koydu. Ancak sara hastalığının sağaltımı amacıyla beyinlerinin iki yanı arasındaki bağlantının kesildiği kişilerde yaratıcılığın da belirgin bir biçimde azaldığı görüldü.
Bu da, beynin iki yanı arasındaki iletişimin yaratıcılık açısından önemli bir yeri olduğunu göstermekteydi.



BEYİN ANATOMİSİ


Araştırmacılar şimdilerde yaratıcılığın ardındaki belli anatomik özelliklerin bir bölümünü belirlemeye çalışıyor. Farklı türlerde yaratıcılığa sahip kişilerle ilgili beyin incelemeleri, bu organdaki etkin bölgelerin yararlanılan uzman bilgiler tarafından belirlendiğini gösteriyor.

Dil, imge, uzamsal bilinç gibi becerilerin her biri beynin belli bir bölgesi ya da bölgelerinde yerelleşiyor. Matematikçilerde ve fizikçilerde, uzamsal temsil açısından önemli olan çeper ya da parietal loblar daha iri olabilirken, yazarlarda beynin frontal ve temporal loblarındaki dille ilintili bölgeler çok daha geniş bir alana yayılabiliyor.

Ne var ki, etkin olan bölgeler yalnızca belli konularda uzmanlaşmış bu bölgelerle sınırlı olmuyor. Bilginin yaratıcı bir biçimde kullanılması beynin birçok bölgesinin aralarında bir eşgüdüm olmasını gerektiriyor.

Claxton,"Yaratıcı bileşim beyinde çok sayıda bölgenin aynı anda etkin duruma geldiği yeni bir düzeni gerektirir. Söz gelimi, doğal gaz faturasını okurken olduğu gibi, bir konuya odaklanırken yaratıcılığımızı daha az kullandığımızda beyinde etkin olan bölgelerin sayısı da daha düşük olur," diyor.



KİMYASALLARIN ROLÜ


İsveç Lund Üniversitesi ruhbilimcilerinden Ingegard Carlsson ve meslektaşları tarafından yapılan bir araştırmada, yaratıcılık gerektiren bir görevi yerine getirirlerken deneklerin frontal loblarında belirgin bir etkinlik meydana geldiğine tanık olundu. Frontal lobların görev ve strateji değiştirme konusunda yardımcı olduğuna inanılıyor.

Ohio Eyalet Üniversitesi''nden David Beversdorf ''a göre, frontal loblar kimyasallar yayarak beynin öteki bölgeleri arasında bağlantı kurulmasını da sağlıyor.

Tümü de bir biçimde beyindeki etkinliği artıran durulmuş zihin, uyku ve depresyon durumlarında ortak olan tek özellik, noradrenalin ya da norepinefrin adlı kimyasalların düşük düzeyde salgılanıyor olması.

Bu kimyasal, sinir hücreleri arasındaki "sohbetin" akıcılığını denetliyor. Kimyasalın düşük düzeyde olması, görünüşe bakılırsa, sinir hücrelerinden oluşan geniş ağlar arasındaki iletişimi körüklerken, yüksek düzeyler bu etkinliği daha sıkı ve küçük ağlarla sınırlıyor.

Beversdorf noradrenalin üretimindeki artışın insanlarda bulmaca çözme yeteneğini engellediğine, öte yandan kimyasalın üretimini engelleyen propranolol gibi ilaçların harflerin sıralarını değiştirerek yeni sözcükler üretme yeteneğini geliştirdiğine dikkat çekiyor.



BİR BAŞKA DENEY


Çalışmalarını Claxton ile birlikte sürdüren Paul Howard-Jones da yaratıcılığın bir başka özelliğini bulduğuna inanıyor.

Deneklerin üç sözcükten yola çıkarak bir öykü uydurmalarını isteyen Claxton, bu süreç sırasında beyinlerini işlevsel manyetik titreşimli görüntüleme aygıtıyla taramadan geçirdi.

İlk denemede deneklerden kendilerini çok zorlamadan sözcüklerin ilk anda çağrıştırdığı öyküyü iletmeleri istenirken, bir başka denemede onlardan yaratıcı olmaları istendi. Denemelerde verilen sözcükler de değiştirildi.

Sonuçta, yaratıcı olmaya çalıştıklarında deneklerin beyinlerinde, özellikle de sağ prefrontal bölgeden arkadaki cingulate korteks bölgesine uzanan alanda çok daha yoğun bir etkinliğe tanık olundu. Howard-Jones söz konusu bölgelerin çelişkinin denetlenmesinde etkili olabileceğine inanıyor ve bunun yaratıcılığın başka bir yönü de olduğunu ortaya koyduğuna dikkat çekiyor.

Öykü uydurma görevi, özellikle de gerginken, değerlendirmemizi gerektiren birçok seçenek sunuyor. Öyle ki, yaratıcılık görüşlerin değerlendirilip çözümlendiği kısmen bilinçli bir süreç. Deney zorlandıkça ve gerildikçe beynin daha da yaratıcı olaileceğini ortaya koyuyor.



HEPSİNİ ETKİN KULLANMAK


Ne var ki, gerçek anlamda yaratıcılık uygun bir kişilik ve beyin bölgelerine sahip olmanın ötesinde unsurları gerektiriyor. Yaratıcılık tüm bu unsurların etkin bir biçimde kullanılmasını gerektiriyor.

Beceriler, koşullar ve içinde bulunduğumuz toplumsal konum da, yaratıcılıkta en az doğuştan sahip olduğumuz beyinsel kaynaklar denli önemli bir rol oynuyor.

En yaratıcı kişiler beyin durumunu ve odak noktalarını değiştirmek için günün farklı ritmlerinden, hafta sonlarından ve tatillerden de yararlanıyorlar. Bu kişiler iki saat masa başında çalıştıktan sonra yürüyüşe çıkabiliyorlar ve bu düzenin onlara yarar sağlayacağını bildiklerinden herhangi bir suçluluk duygusuna kapılmıyorlar.

Harvard İşletme Fakültesi''nden Teresa Amaile ''ye göre de, yaratıcılık her zaman yalnızlığı gerektiren çileli bir süreç olmak zorunda değil.

Yazma ya da resim yapmayla olumsuz duygudurumları ya da ruhsal rahatsızlıklar arasında az da olsa bir bağlantı bulunmakla birlikte, bilimsel yaratıcılık ve iş yerinde yaratıcılık genelde insanlar olumlu ve neşeli olduklarında yaşanan bir olgu.



KAÇIK GÖZÜYLE BAKMAYIN


Amabile''nin mesleklerle ilgili bir araştırması olumlu duygudurumlarının şirketlerde yaratıcılığı büyük ölçüde körüklediğini ve ikisi arasında doğrusal bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor.

Amabile''nin araştırması yaratıcı düşüncenin insanların duygularını olumlu bir biçimde etkilediğini de ortaya koyduğundan, ikisi arasındaki ilişkinin aynı zamanda çevrimsel bir ilişki olduğu da görülüyor. Öte yandan, kısıtlı süre, parasal baskı ve güçlükler iş yerinde yaratıcılığı olumsuz yönde etkiliyor.

Yaratıcılığın genellikle unutulan bir başka özelliği de toplumsal. "Creative Collaboration= Yaratıcı İşbirliği" adlı kitabı kaleme alan New Mexico Üniversitesi''nden Vera John-Steiner gerçekten yaratıcı bir kişilik için insanın, yalnızca etkin sinir hücrelerine değil, aynı zamanda güçlü toplumsal ağlara ve güvenilir ilişkilere de gereksindiğine dikkat çekiyor.

Amabile üstün düzeyde yaratıcı bir kişinin yaşamında kendisine kaçık gözüyle bakmayan en az bir kişinin olması gerektiğine inanıyor.


Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]


Çevrimdışı tossty

  • Uzman Üye
  • *****
  • 869
  • 581
  • 869
  • 581
# 25 Haz 2007 15:02:40
Beynimizle ilgili daha neler öğreneceğiz kimbilir?
Yeter ki Allah akıl noksanlığı vermesin.

Çevrimdışı tossty

  • Uzman Üye
  • *****
  • 869
  • 581
  • 869
  • 581
# 25 Haz 2007 15:04:44
Genç yaşlarda başlayan unutkanlığın, tedavi edilmezse aizarmera yol açtığını duymuştum.
Bu konuda bilgisi olan var mı?
Ben çok unutkanım da...

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 26 Haz 2007 21:25:50
Tossy Öğretmenim, işte Alzheimer Hastalığı hakkında bilgiler; umarım işinize yarar.

Herkese sağlıklı günler diliyorum  :)



Alzheimer Hastalığı
 

Her şeyi unutmaya başladım...

Hepimiz zaman zaman isimleri, önemli tarihleri ya da telefon numaralarını unutabiliriz. Bazen unutulanlar sonradan hatırlanır, bu normal bir durumdur. Alzheimer hastalığında bu unutkanlıklar, iş ve sosyal yaşamına zarar verecek düzeydedir, unutulan şey sonradan hatırlanmaz ve unutkanlık gittikçe kötüleşir.



Çok dalgınım, günlük işleri yapmakta bile zorluk çekiyorum...

İnsanlar meşguliyetleri arttıkça bazen dalgınlıklar yapabilir, örneğin pişirdiği bir yemeği sofraya getirmeyi unutabilir ve bunu ancak yemek bittiğinde hatırlayabilir. Alzheimer hastalığı olanlar, sadece yemeği getirmeyi değil, bazen yemeği pişirmeyi de unuturlar. Yemek yediklerini unutup tekrar yemek yiyebilir, bu yüzden kilo alabilirler. Birine az önce telefon ettiğini unutup tekrar tekrar aynı kişiyi arayabilirler. Akrabalarını, çocuklarını tamamen unutabilirler.



En basit sözleri unuttuğum oluyor...

Her insan konuşurken zaman zaman doğru kelimeyi bulmakta zorluk çekebilir ama Alzheimer hastaları basit kelimeleri bile unutabilirler. Doğru sözcüğün yerine anlamsız kelimeler kullanabilirler. Karmaşık veya uzun cümleler kuramazlar. Alzheimer hastaları sayıların ne ifade ettiğini ve bunlarla ne yapması gerektiğini tamamen unutabilir.



Bazen evimin yolunu bile bulamıyorum...

Alzheimer hastalığında zaman ve yer algılanmasında bozukluk olur. Bir an için haftanın hangi günü olduğunun ya da gidilecek yerin unutulması normaldir. Alzheimer hastaları kendi oturdukları sokaklarda kaybolurlar, nerede olduklarını ya da eve nasıl gideceklerini bilemezler.



Aradığım hiçbir şeyi bulamıyorum...

Herkes ara sıra cüzdanını ya da anahtarlarını bulamayabilir. Alzheimer hastaları eşyaları çok uygunsuz yerlere (ütüyü buzdolabına, kol saatini kavanoza gibi) koyabilir.



Bir anda sinirlenir oldum...

Sırasında her insan üzgün ya da karamsar olabilir, ama Alzheimer hastaları ortada belirgin bir sebep yokken çok hızlı duygusal değişimler gösterir. Durgunluktan aşırı hareketliliğe ya da sinirliliğe geçebilirler.



Tamamen başka bir insan olup çıktım...

İnsanların kişilikleri genellikle yaşlanmayla biraz değişir. Alzheimer hastalarında belirgin kişilik değişiklikleri görülür. Giderek kafası karışık, şüpheci ya da korkak biri haline gelebilir.



Hiçbir işi üstüme almak istemiyorum...

İnsanlar bazen iş yaşamından, ev işlerinden ya da sosyal zorunluluklardan bıkarlar ama bir süre sonra sorumluluklarını tekrar yüklenirler. Alzheimer hastaları çok durgunlaşırlar, bir şey yapmaları için mutlaka zorlama ya da teşvik gerekebilir.


Her şeyi unutmaya başladı...



Alzheimer Hastalığı Nedir?


Alzheimer hastalığı (Alzaymır olarak okunur), beyin hücrelerinin yavaş yavaş ve ilerleyici şekilde tahrip olduğu bir hastalıktır.

Hastalık hafızayı; düşünme, konuşma gibi zihinsel işlevleri etkilemekte birlikte, dalgınlık, huy değişiklikleri, zaman ve mekan algılanmasında bozukluklar gibi başka sorunlara da neden olabilir.

Alzheimer hastasında hafıza kaybı, kişilik ve davranış değişiklikleri, düşünme ve yorumlama yeteneklerinde bozulma, konuşurken doğru kelimeleri bulmakta güçlük, bazı işleri doğru sırayla yapmakta zorlanma gibi belirtiler görülür.

Bu belirtiler zamanla daha da kötüleşirse de, kötüleşmenin hızı hastadan hastaya farklılık gösterir. Ancak hastalık ilerledikçe günlük yaşamı sürdürmek giderek zorlaşır ve hasta zaman içinde tamamen başkalarına bağımlı hale gelir.


Ne yapmalıyım?


Eşiniz ya da bir yakınınız Alzheimer hastası ise ve siz ona bakmak durumundaysanız öncelikle bunun bir hastalık olduğunu kabul etmelisiniz. Yakınınızın sizi üzmek için böyle davranmadığını hatırınızda tutmalısınız.

İşte, sizi bekleyen bu zor dönemde hem sizin daha az yıpranmanızı sağlayacak hem de hastanızın daha huzurlu ve sakin olmasına yardım edecek bazı küçük öneriler.


Alzheimer hastasıyla iletişim kurmak

Alzheimer hastalığı ve diğer demans (bunama) hastalıklarında konuşma (kelime bulmakta zorlanma, düzensiz ve anlamsız konuşma, tekrarların artması vb.) ve anlama bozuklukları sık görülür. Konuşarak iletişim gittikçe güçleşirken, bir gülümseme, omuza bir dokunuş veya kucaklama hastaya duyduğunuz sevgiyi göstermeye yetecektir.

Tekrarlanan sorular sizin için sinir bozucu olabilir ama bunun hastalığın bir parçası olduğunu unutmayın. Hastanın söylemek istediğini anlıyorsanız, kullandığı yanlış kelimeleri düzeltmeye çalışmayın, bu hastanın kendini huzursuz, mahçup ya da sıkıntılı hissetmesine yol açar.


Yardımcı hatırlatmalar, notlar

Hastalığın erken evrelerinde, yani hastanın kelimeleri anlayabildiği dönemde; ne yapması gerektiğini, neler olup bittiğini ve oradaki insanların kimler olduğunu çeşitli vesilelerle hatırlatmak yararlı olabilir. Kapıların üzerine konan işaretler, neyin ne olduğunu ve nasıl kullanıldığını açıklayan etiketler veya altlarında kime ait olduğu yazan aile fotoğrafları hastanın zaman ve mekan bilincini korumasına yardım edebilir.



Yemek yerken

Kişilik değişimleri sebebiyle hasta, yemek yemeyi reddedebilir veya yemek seçmeye başlayabilir. Yeni yiyecekler yerine, tanıdık yiyeceklerin hazırlanması ve yemek programının belirli bir düzende olması (yemeğin her gün aynı saatte hazırlanması gibi), hem hastanın zaman kavramının korunmasına, hem de sizin zamanınızı ve enerjinizi etkin bir biçimde kullanmanıza yardım eder. Eğer hastanız sürekli hareket ediyor, yemek sırasında oturmak istemiyorsa, az ama sık aralıklarla yedirmeyi deneyebilirsiniz. Peynir, kraker veya sandviç gibi yiyecekler hasta etrafta dolaşırken atıştırması için uygun olabilir. Yine de hastanın düzenli beslenmesinin sağlanmasındaki anahtarın, göstereceğiniz sabır ve güven duygusu olduğunu unutmayın.



Kişisel bakım

Alzheimer hastalığında hastanın başkasına bağımlı hale gelmesinin en önemli sebeplerinden biri karmaşık işleri yapamamasıdır. Hastalık yerleştikten sonra, hastanız giyinmek, banyo yapmak veya tuvalete gitmek için sizin desteğinize ihtiyaç duyacaktır. Hastanın giyinme konusundaki problemini hafifletmek için bazı pratik ve basit çözümler geliştirilebilir. Fazla veya mevsime uygun olmayan giyecekler kaldırılabilir. Düğmeli ve fermuarlı giyecekler yerine kullanımı daha kolay olan giysiler alınabilir. Yıkanmak, demanslı hasta için karmaşık ve zor bir iş haline gelebilir. Hastayı, ne yapacağınızı adım adım açıklayarak, belirli bir düzen içinde, hep aynı şekilde ve aynı zamanda yıkamanız faydalı olabilir.



Tuvaletle ilgili sorunlar

Alzheimer hastalarında bir başka problem de idrar tutamamaktır. Bu konuda atılacak ilk adım demans dışında bir sebebin olup olmadığının araştırılmasdır.Eğer tıbbi başka bir sebep yoksa bazı basit tedbirler alınabilir. Örneğin, hasta sadece geceleri idrarını tutamıyorsa, hastanın akşam yemeğinden sonra içtiklerini sınırlayarak veya idrar tutamama sürekliyse gün boyunca düzenli aralıklarla tuvalete gitmesini sağlayarak bu problem hafifletilebilir. Gerekirse erişkin bezi kullanılarak bakım kolaylaştırılabilir.



Hayata keyif katmak

Hastayı, yürüyüşe çıkmak veya çiçek bakımı gibi basit işleri yapması konusunda teşvik edin. Demans, hastanın yeni şeyler öğrenmesini imkansızlaştırabilir. Fakat günlük ev işleri veya eski hobileri, hastaya anlamlı bir şeyler yaptığı ve işe yaradığı hissini verebilir. Müzik dinlemek de hastanın hoşuna gidebilir.



Şüphe ve suçlama ile başa çıkma

Demanslı hastalarda davranış değişiklikleri beklenen bir durumdur. Hasta, hafıza kaybı gibi zihinsel yeteneklerindeki bozulma ve kendine duyduğu güvenin giderek azalması nedeniyle çevresine karşı bazı şüpheler geliştirir. Bu şüpheler genellikle özel eşyalarının çalındığı ya da kendisine kötülük yapılmak istendiği şeklindedir. Hastanın bu tarz suçlamalarının arttığı dönemlerde güvenini kazanmak için sıcak, anlayışlı bir tavırla yaklaşılmalıdır. Suçlamaya karşı savunmaya geçmek, hastanın fikrinde ısrar etmesine yol açar. Bu tür suçlamalar, onaylamadan veya reddetmeden, içi boş kelimelerle ("öyle mi?", "bakarız" şeklinde) geçiştirilmelidir.



Saldırganlıkla başa çıkma

Demanslı hasta zaman zaman hırçın ve saldırgan olabilir. Bu tepki, kendisini güvenlikte hissetmemesi veya yeni sesler, olaylar ve insanlarla karşılaşması gibi birçok nedene bağlı olabilir. Hangi durumun nasıl bir tepkiye sebep olduğunu bilerek benzer durumların oluşmasından kaçınılabilir. Yine de, böyle olaylar ortaya çıktığında, hastayı sakinleştirmek için en iyi yol, öncelikle kendinizi sakinleştirmek, yavaş hareketler ve güven verici bir ses tonuyla konuşmaktır.


Depresyonla başa çıkma

Hastanın bağımsızlığını kaybetmesi ve yaşadığı başarısızlık hissi, genellikle içine kapanık olmasına yol açar. Hastanın depresyonunu artıran ya da kendini iyi hissetmesini sağlayan insanları veya olayları gözlemleyin, olumsuz etkenlerden kaçınmaya çalışın. Hekiminiz bu konuda yardımcı olabilecek bazı tedaviler de önerebilir.



Amaçsızca dolaşma ve uygunsuz ısrarlar sorunu

Hastanız çevrede amaçsızca dolaşabilir. Bu davranışın sebepleri, hareketsiz kalamaması, ağrısı olması, uygunsuz dış uyarılar karnının acıkması veya sadece tuvalete gitmek istemesi olabilir. Günlük egzersizler, dışa vurulamayan enerjinin sebep olduğu amaçsız dolaşmanın kontrol edilmesine yardımcı olabilir. Hastanızın çevresini algılama konusunda sorunları varsa ve evden uzaklaşıyorsa, kimliğini bildiren bir bilezik, kimlik kartı ve oturduğu yerin krokisinin yanında bulunması faydalıdır.



Hastanız olmadık zamanlarda olmadık isteklerde bulunup ısrarcı olabilir (geceyarısı dışarı çıkmak gibi). Bu durumda mümkün olduğu zıtlaşmayın, hastanın dikkatini başka bir konuya çekmeye çalışın.


Ve de...


Hayatınız sadece hastanızdan ibaret değildir, unutmayın, siz ne kadar iyi olursanız, hastanıza o kadar yardımcı olabilirsiniz.


Unutmayın!


Alzheimer hastalığı, kişinin hayatında bazı değişikliklere neden olacaktır. Olacakları önceden bilmek, bunlara hazırlıklı olup önlem almaya yardımcı olabilir. Hastalığın kabullenilmesi getirdiği sorunları çözmeye başlamanın ilk adımını oluşturacaktır.


Alzheimer hastalarında düşünme, hatırlama, okuma, yazma,, yeni bilgiler öğrenme ve karar verme gibi konularda bazı problemler olabilir. Hasta, araba kullanma, para harcama, günlük olayları yorumlama konusunda zorlanmaya başlayabilir. Kendi kendine giyinme ve yıkanma da bir süre sonra sorun haline gelebilir.


Hastanın yeteneklerinde meydana gelecek olan bu değişiklikler, hasta yakınlarının yaşam tarzında da bazı değişimleri gerektirebilir. Hastanın yaşamı basitleştirilmeli, rahat bir ev ortamı hazırlanmalıdır. Hastanın ailesine, arkadaşlarına, doktoruna ve bakımıyla ilgilenecek kişilere güvenmesi sağlanmalıdır. Hasta, günlük yaşamın düzenlenmesi ve mali konuların çözülmesi gibi bazı sorumlulukları onlara aktarmak durumunda kalabilir.


Hasta eğer yalnız ve bağımsız yaşamaya alışmış biriyse, bu yenilikler ona zor gelebilir. Zaman zaman kendini çok öfkeli ya da çökmüş hissedebilir. Buna karşın başkalarının yardımını kabul etmek, hem kendisi hem de sevdikleri için yaşamı kolaylaştıracaktır.


Bazı ipuçları


Öncelikle bu durum kabullenilmelidir. Hastalık birçok yeteneği etkileyeceğinden, hastanın yardımları kabul etmesi ve gereksinim duyduğunda yardım istemesini sağlayacak güven ortamı oluşturulmalıdır.


Hasta çevresindeki insanların söylediklerini anlamadığında, ya açıklamalarını, ya da tekrar etmelerini istemesi için cesaret verilmelidir.


Hasta, yakınları ya da doktoruyla duygularını paylaşmalıdır. Doktor, uykusuzluk, depresyon ya da gerginlik için ilaç önerebilir.


Eşyaların yerlerini gösteren ve yapılması gerekenler hakkında bilgi veren notlar ve listeler hazırlanabilir.


Cüzdan, gözlük, anahtar, diş protezi gibi önemli eşyalar her zaman aynı yere konmalıdır.


Hasta fiziksel sağlığına dikkat etmeli, düzenli egzersizler yapıp, dengeli beslenmelidir.


Alkol kullanmamalı ve ilaçlarını tarif edildiği gibi almalıdır.


Alzheimer Hastalığınında orta ve ileri dönemlerinde kaza yapma riski artmaktadır. Bu nedenle araba kullanımının engellenmesi uygundur.


Hasta hoşlandığı şeyleri yapmaya devam etmelidir. Müzik dinlemek, resim yapmak, çiçeklerle uğraşmak, spor yapmak rahatlatıcıdır ve hastanın aktif kalmasını sağlar.


Yakın zamanda Alzheimer hastalığı teşhisi koyulan diğer insanlarla konuşması hastaya güven verebilir.


Eğer hasta hala çalışıyorsa, kendini hem parasal, hem de ruhsal olarak emekliliğe hazırlamaya başlamalıdır. Kendine ait işyeri varsa, idare edemeyecek hale geldiğinde ne olacağına şimdiden karar vermelidir. Bu durumda bir avukattan, mali danışmandan ya da aile üyelerinden fikir alınabilir.


Tüm önemli evraklarının yerini aileden birisi, avukatı ya da güvendiği bir arkadaşının bilmesi önemlidir.


İşini kimin idare edeceği ve hastalık ilerlediğinde önemli konulardaki kararları hasta adına kimin vereceği şimdiden öngörülmeli ve bunun yasal işlemleri yerine getirilmelidir.


Hasta kendi kendine bakamayacak durumda olduğunda, kiminle ve nerede yaşayacağına ailesiyle birlikte karar vermelidir. Aile içinde, bakımevleri dahil tüm olasılıklar tartışılmalıdır.

 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK