Az önce infermo hocamın yorumsuz haberlere eklediği ilginç ve düşündürücü haberi bu başlıkta da payşalmayı uygun gördüm.Bakın ne diyor yazar:
Hiçbir Meslek Kutsal Değildir
26 Kasım 2010 11:25
Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk, 24 Kasım Öğretmenler Günü ile ilgili madalyonun öteki yüzünden bakan yazı kaleme aldı.
Bir Öğretmenler Günü'nü daha idrak ettik.
Ve her yıl olduğu gibi bu yıl da, öğretmenlerimizden maaş şikâyetinden ve pazarda limon satma öykülerinden başka bir şey işitmedik. Hani şöyle birazcık olsun, öğretmenler işini iyi yapıyor mu; eğitim kalitesi ne alemde; öğretmenlik mesleği dünyada nereye doğru gidiyor türünden bir tartışma; birazcık özeleştiri, çuvaldızı kendine batırma... Hayır, yok böyle şeyler. Varsa yoksa yakınma...
Tabii bir de, sözleşmeli öğretmenlik konusuna karşı bol bol feryat vardı: Öğretmenlik gibi bir meslekle "sözleşmeli personel" kavramı bağdaşır mıymış! Sözleşmeli çalışan bir öğretmenin aklını çocuklara vermesi, verimli olması düşünülebilir miymiş!
Söyledikleri laf üzerinde bir dakika düşünseler, özel okullarda sözleşmeli çalışan on binlerce öğretmenin nasıl olup da verimli -hatta çoğu zaman devlet memuru öğretmenlerden çok daha verimli- olduklarını izah edemeyeceklerini, dolayısıyla geliştirdikleri argümanın beş paralık değeri olmadığını hemen anlayacaklar. Ayrıca, sözleşmeli olunca verimli çalışmak mümkün değilse, sadece özel okul öğretmenleri de değil, özel sektörde çalışan milyonlarca insan nasıl verimli oluyor? Yoksa öğretmenlerimiz bu ülkede katma değerin sadece devlet memurları tarafından mı üretildiğini sanıyor?
Ne yazık ki öğretmenlerimizin böyle konuları düşünmek diye bir alışkanlığı yok. Dolayısıyla da dağarcıklarında yıllardır tekrarladıkları birkaç tekerlemeden başka bir şey yok. "Cumhuriyetin bekçileri"nden başlayıp "Biz geleceğin kuşaklarını yetiştiriyoruz"a kadar uzanan, öğretmenler hakkında kahramanlık menkıbeleri anlatmaya uzanan; "Unutmayın, sizi de bir öğretmen yetiştirdi", "Biz karpuz yetiştirmiyoruz, insan yetiştiriyoruz" gibi ifadelerle bizi, yaptıkları işin ne kadar eşsiz, ne kadar yeri doldurulmaz ve ne kadar "kutsal" olduğuna inandırmaya çalışan bir söylem sürüp gidiyor. Doğrusu biz de toplum olarak buna çanak tutuyoruz. Öğretmenleri yarı azizler-azizeler haline getirip her fırsatta saygı duruşları yaparak, haklarında kahramanlık menkıbeleri anlatarak, öğretmenliği herhangi bir meslek olmaktan çıkararak kutsuyor ve "dokunulmaz" kılıyoruz.
Her toplumda farklı mesleklerin farklı toplumsal prestijleri vardır; kimi daha prestijlidir, kimisi daha az... Ama kutsal meslek yoktur. Siz meseleyi prestijli bir meslek olmanın da ötesine götürüp kutsallaştırırsanız, durum problemli hale gelir. Çünkü bu kutsama beraberinde dokunulmazlık isteğini, imtiyaz ve hatta iktidar talebini de getirir, kutsallık iddiasındaki başka mesleklerde de gördüğümüz gibi...
Evet öğretmenlik önemli bir iştir ve işini iyi yapan bir öğretmen, işini iyi yapan her meslek sahibi kadar saygıyı hak eder. Ama hepsi bu kadar...
Peki neden bizde öğretmenlik kutsal bir meslek olarak algılanır?
Bunun sebebi, "milli eğitim" politikamız ve devlete ilişkin algımızdır. Bu politika öğretmeni devletle aile arasında bir köprü olarak görür. Devlet, yeni kuşakların yetiştirilmesinde, aileye kesinlikle güvenmediği için, aslında ailenin görevi olması gereken "sağlıklı, ahlaklı, üretken ve mutlu bir çocuk yetiştirme" görevini aileden alıp okula devreder. Öğretmenlerin asli görevlerini de bilgilendirmekten önce eğitmek (eğip büküp bir kalıba sokmak) olarak tanımlar. İşte bu asli görev tanımı içinde, öğretmenlik "kutsal" bir nitelik kazanırken öğretmenlerin iyi öğretmen olmak için bilgi çağını yakalama gibi zahmetli işlere girmelerine gerek kalmaz. Rejime sadık oldukları konusunda şüphe doğmadıkça kimse fazlasını istemez. İyi öğretip öğretmediklerine, verimlerine, yaratıcılıklarına, pedagojik formasyonlarına, bilgi dağarcıklarına bakılmaz.
Kısacası devlet, öğretmenler aracılığıyla yeni nesilleri devletleştirir. Ve bu süreç, hamasi nutuklarla taçlandırılıp, öğretmenler bir nevi "devlet misyonerleri olarak" kutsal bir kata yerleştirilir.
Kısacası, öğretmenlerin kendilerini yerleştirmeye çalıştıkları "eşsiz, benzersiz" pozisyon, aslında devletin pozisyonundan, yani devletin "ideolojik devlet" olmasından kaynaklanır. Eğer, devlet ideolojik devlet olmaktan uzaklaşıp nötrleşse, öğretmenlerin genç kuşakları "talim ve terbiye etmek; eğip büküp kalıba dökmek diye bir misyonu kalkacak ortadan. Geriye sadece bilgilendirme kalacak ki, böyle bir fonksiyon üzerinde "kutsallık" iddiası kurmak da pek kolay olmayacak...
Tabii, neden milyonlarca insan sözleşmeyle çalışırken, öğretmenlerin asla sözleşmeli olmaması gerektiğine dair iddialar da...