Tutkular, bize korkuyla tutunan aşk ın ölümcül hastalığı...üstelik sarkan Venüs'ten bile acemi...nedir bu dipsiz sığlığımız, yakınlığın verdiği şaşkınlık olmalı...tıpkı sevdiklerimize gösteremediğimiz sevgimiz gibi...ulaşılması çok mu zor!? inancını perdeleyen o karanlıktayken bize...her yıldıza bir isim, her isme de bir hikaye uyduran küçük mahluklar, insancıklar değil miyiz ya!!! susuz köylerin talanı yormadı, açlara tokların masalalarını nasılda sindirdi vicdanımız...bize sesleniyor, tüm sesizlikler “Alçakça bıyık altı gülümsemelerimizle nicelerimizin idam sehpasında unutulmasını dilerim.”...büyüklükle taslarız ya, hani kıyas edilen yine benliğimizken...oysa en yücemiz bile bir toz zerresi kadar bile değil; sahi, tüm evrenin kahkaha ile güldüğünü de unutmayalım..ya tutukularımız ne çok kibirli...hazlarımız mutluluğumuzun tek şahitleri...ne demeli ki...alın yazısı belki de; onca zamandan beri; iki ayak üzerinde sıçrayan maymunlardan bu yana burnunumuz hep dik...belki de gelişmemizin nedeni de bu kibirli tutkularımız, akışın devamına olan inancımızı sınayan tek soru, “beklenen son geldi mi?”
Ben! benini soran ben...siz gibi değilim demek istedim...kendimi nihai gördüğüm sürece ben sizden olmayabilirim...Tüm bunları söylerken aslında yalan söyledim yine...
Google Translate den Çince bir metni Türkçe ye çevirsem ve okusam bu öğrendiğiniz öğretiden daha iyi anlardım
Ben bugün anlamamayı öğrendim