Bunları Biliyor Musunuz?

Çevrimdışı Sarp60

  • B Grubu
  • 1.514
  • 881
  • Sosyal Bilgiler
  • 1.514
  • 881
  • Sosyal Bilgiler
# 05 Ara 2018 15:27:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu resim, Japon nöroloji uzmanı tarafından düzenlenmiş!
Resim;
-Dönmüyor ise gayet sağlıklı ve dinçsiniz demektir!
-Yavaş dönüyor arada duruyorsa, uykusuz/yorgunsunuz!
-Sürekli dönüyor ve hiç durmuyorsa,ya çok streslisiniz veya psikolojik sorunlarınız var!

Tweetter da gördüm. Doğrudur diye düşünuyorum


Ortasına bakarsanız döner üst veya alt kısma bakarsanız dönmüyor.

Çevrimdışı pamiraaa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 12.351
  • 84.624
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 12.351
  • 84.624
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 05 Ara 2018 15:30:32
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ortasına bakarsanız döner üst veya alt kısma bakarsanız dönmüyor.
Ben her şekilde baktım dönmüyor.
Aslında yorgun ve uykusuzum ama.

Çevrimdışı zeynepgulsu

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 23.288
  • 42.288
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 23.288
  • 42.288
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 05 Ara 2018 15:31:00
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu resim, Japon nöroloji uzmanı tarafından düzenlenmiş!
Resim;
-Dönmüyor ise gayet sağlıklı ve dinçsiniz demektir!
-Yavaş dönüyor arada duruyorsa, uykusuz/yorgunsunuz!
-Sürekli dönüyor ve hiç durmuyorsa,ya çok streslisiniz veya psikolojik sorunlarınız var!

Tweetter da gördüm. Doğrudur diye düşünuyorum

Yavas donuyor.Ve yorgunum :)

Çevrimdışı greentea

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 103
  • 2.625
  • 103
  • 2.625
# 05 Ara 2018 15:39:16
Bugün 5 Aralık Dünya Türk Kahvesi Günü
imiş.

Yorgun olan olmayan herkese afiyet olsun.
Osmanlı'dan günümüze kadar gelen, kokusu, lezzeti, sunumu ve insan sağlığına faydaları ile bir içecekten ziyade kültür simgesi olan Türk Kahvesi dünyada adından söz ettiriyor.

Çevrimdışı Ayperisi88

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.165
  • 17.379
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 3.165
  • 17.379
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 05 Ara 2018 15:45:57
5 Aralık 1934 Atatürk'ün Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını vermesii...Bir kez daha saygı, sevgi , özlem ve rahmetle anıyoruz....Nur içinde yat Ata'm 🙏💐❤

Çevrimdışı Sarp60

  • B Grubu
  • 1.514
  • 881
  • Sosyal Bilgiler
  • 1.514
  • 881
  • Sosyal Bilgiler
# 05 Ara 2018 15:46:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ben her şekilde baktım dönmüyor.
Aslında yorgun ve uykusuzum ama.

Hayat durmuş sizin için Pamiraa Başkanım .)

Çevrimdışı tarkan555

  • Bilge Üye
  • *****
  • 13.941
  • 16.311
  • 13.941
  • 16.311
# 05 Ara 2018 18:29:13
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu resim, Japon nöroloji uzmanı tarafından düzenlenmiş!
Resim;
-Dönmüyor ise gayet sağlıklı ve dinçsiniz demektir!
-Yavaş dönüyor arada duruyorsa, uykusuz/yorgunsunuz!
-Sürekli dönüyor ve hiç durmuyorsa,ya çok streslisiniz veya psikolojik sorunlarınız var!

Tweetter da gördüm. Doğrudur diye düşünuyorum



kavis ,soldaki topa doğru dönüyor  ancak dikkatli bakınca duruyor .Dikkatli bakmayınca dönüyor ancak renkeri beğenmedim  :-\ :P

Çevrimdışı malborocu

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 97
  • 208
  • 97
  • 208
# 05 Ara 2018 22:55:47
Bana döner gibi oldu dönmedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.803
  • 227.390
  • 28.803
  • 227.390
# 06 Ara 2018 21:32:26
(Cuma gecesi Kehf suresi okuyan, Kıyamette, yerden göğe kadar bir nurla aydınlanır. İki Cuma arasında işlediği günahlar da affolur.) [Tergib]

(Cuma gecesi iki rekat namaz kılıp, her rekatta bir Fatiha, bir Âyet-el Kürsi, 15 İhlas okuyup selam verdikten sonra bana bin salevat okuyan, beni rüyada görür.) [Şir’a]

(Cuma günü sabah namazından önce, üç kere Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh okuyanın, kendinin ve anasının ve babasının bütün günahları af olur.) [Tergib-üs-salat] (Kul haklarını ve kazaya kalan farzları ödemek ve haramlardan vazgeçmek şarttır.)

(Allahü teâlâ, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cumayı farz kıldı. Adil veya zalim bir imam, başkan zamanında küçümseyerek veya inkâr ederek Cumayı terk edenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekatı, haccı, orucu ve hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [İbni Mace]

(Cuma namazı kılmak; köle, kadın, çocuk, hasta hariç, her müslümana farzdır.) [Ebu Davud, Hakim]

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.803
  • 227.390
  • 28.803
  • 227.390
# 09 Ara 2018 08:56:41
KUL HAKKI NE DEMEK?

Yüce Rabbimiz kendisine karşı işlenen hatâ ve günahları affettiği hâlde kul hakkını bunun dışında tutmuştur. Kul hakkını affetmeyi, zulme uğrayan kulunun irâdesine bırakmıştır. Dolayısıyla, herhangi bir kul hakkı sebebiyle tevbe edecek olan kişinin, evvelâ hakkını yediği kimseden helâllik alması şart koşulmuştur.

ŞEHİDİN HANGİ GÜNAHI BAĞIŞLANMAZ?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah Teâlâ mağfiret eder.” (Müslim, İmâre, 119)

Canını Allah yolunda kurbân eden şehît için durum böyle olursa diğer insanların çiğnedikleri kul haklarını helâlleşmeden affettirmelerinin mümkün olmadığı açıkça anlaşılır. Cenâb-ı Hak, kul hakkından nehyederek şöyle buyurur:

“Aranızda mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.” (el-Bakara, 188)

“Ey îmân edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret hâli müstesnâ, mallarınızı bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin…” (en-Nisâ, 29)

Bir gün Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Yalan yemin ile bir Müslümanın hakkını alan kimseye Allah -celle celâlühû- Cenneti harâm eder ve Cehennemi farz kılar.” buyurmuştu.

“–Az bir şey olsa da mı yâ Resûlallâh?” diye sordular. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Erak ağacından bir çubuk da olsa!” buyurdu ve bu sözünü üç defâ tekrarladı. (Müslim, Îmân, 218; Muvatta, Akdiye, 11)

KUL HAKKI YEMENİN AKIBETİ

Kul hakkı yemenin, Âhiretteki acıklı âkıbetini haber veren Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Bir kısım insanlar, Allâh’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.” (Buhârî, Humus, 7)

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden evvel o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktârınca sevaplarından alınır, (hak sâhibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikâk 48)

MÜFLİS KİMDİR?

Yine bir gün Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına:

“–Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar:

“–Bize göre müflis, parası va malı olmayan kimsedir.” şeklinde cevap verdiler. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevâbıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zinâ isnâd edip iftirâda bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevâbı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sâhiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, II, 303, 324, 372)

Kul hakkı yemenin en dehşetli şekli fâiz alıp vermektir. Cenâb-ı Hak, bu şekilde haksızlık yapanlara elim bir azap hazırlamıştır.[2] Bilhassa fâiz yiyenler Allâh’a ve Resûlü’ne karşı harp îlân etmiş olurlar ve Kıyâmet günü kabirlerinden şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar. Fâiz alanlar, zâhiren çok kazandıklarını zannetseler de, Allah Teâlâ fâizli kazançların bereketini giderir ve fâizi mahveder; helâl yollarla yapılan ticâreti ise bereketlendirir. Fâiz yiyen günahkâr kulları da hiç sevmez.[3]

İNSANI HELAK EDEN GÜNAH

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyânına göre fâiz, insanı helâke sürükleyen yedi günâhtan biridir.[4] Fâiz yiyene, yedirene, bunlar arasındaki sözleşmeyi yazana ve şâhitlik yapana Allah Teâlâ lânet eder.[5] Fâizle elde edilen mal da, nihâyetinde azalıp yok olmaya mahkûmdur.[6] Fâiz alanların Âhiretteki acıklı hâlleri Peygamber Efendimiz’e gösterilmiş, onların kan kırmızı bir nehirde taş yiyerek yüzdükleri ifâde edilmiştir. (Buhârî, Tâbir, 48)

TİCARETTE VE ALIŞVERİŞTE KUL HAKKI

Hassas davranıp dikkat edilmediğinde, ticâret ve alışverişte de çok defâ kul hakkı yenmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur:

“Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terâzi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.” (el-İsrâ, 35)

“Yazıklar olsun ölçü ve tartıya hîle karıştıranlara! Onlar insanlardan bir şey ölçerek aldıklarında tastamam alırlar. Satarken ise eksik ölçüp tartarlar. Onlar, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltileceklerini hiç akıllarına getirmiyorlar mı? Öyle bir gün ki, insanlar o günde Âlemlerin Rabbi’nin huzûrunda dîvan duracaklardır.” (el-Mutaffifîn, 1-6)

Ümmeti üzerine hassâsiyetle titreyen Peygamber Efendimiz, onları devamlı olarak maddî ve mânevî tehlikelere karşı îkaz buyurmuştur. Nitekim bir gün ölçek ve terâzi kullananlara şöyle hitâp etmişti:

“Sizler, önceki kavimleri helâk eden iki işi üzerinize almış bulunmaktasınız!” (Tirmizî, Büyû, 9/1217)

MAZLUMUN DUASI MAKBULDÜR

Allah ve Resûlü’nün îkaz ve irşadlarını gözardı edip alışverişte hassas davranmayanlar, nihâyetinde helâke sürüklenirler. Çünkü mazlûmun duâsı makbûl ve âhı da müessirdir.

Şâir Muhiddin Raif Bey ne güzel söyler:

Sen âh deyip de geçme öyle,
Bir âh’tadır celâl-i Zât’ı,
Bir âh, semâyı, Arş’ı sarsar,
Bir âh yıkar bu kâinâtı…

VAKIF MALI KUL HAKKIDIR

Kul hakkı yemenin daha tehlikeli bir çeşidi de, toplumun ortak hakkı olan devlet ve vakıf mallarını haksız yere gasbetmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Bu haksızlık daha tehlikelidir. Çünkü sonunda pişman olunsa bile helâlleşecek bir muhâtap bulmak mümkün değildir. Zîrâ o malda herkesin hakkı vardır.

[1] Bkz. el-İsrâ, 70; et-Tîn, 4.

[2] Bkz. en-Nisâ, 161.

[3] Bkz. el-Bakara, 275-279, er-Rûm, 39.

[4] Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145.

[5] Ebû Dâvûd, Büyû, 4/3333; Tirmizî, Büyû, 2; Ahmed, I, 393.

[6] İbn-i Mâce, Ticârât, 58; Hâkim, IV, 353/7892.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları

***************************************************

KUL HAKKINA RİAYET ETMENİN ÖNEMİ NEDİR?

Mümin her ne olursa olsun kul hakkına riayet etmeli ve bu konuda dikkatli olmalıdır. Bu hususiyetin müslümanlar açısından önemi nedir ve İslam bizlere bu konuda ne emrediyor?

Yüce dînimizin temel hedefi, insanların hem Allah ve insanlar ile, hem de diğer canlı-cansız varlıklar ve eşyâ ile ilişkisini “adl” üzere düzenlemektir. Kur’an’daki adl emriyle, her şeyi yerli yerine koymak, hak sâhibine hakkını vermek ve orta yolu izlemek kasdedilmektedir.1 Temel vasfı kulluk olan insanın diğer varlıklara karşı belli esâslar çerçevesinde davranması ve insanlara ezâ verecek şeyleri ortadan kaldırması îmânın gereği sayılmaktadır. Nitekim bir hadîste şöyle buyrulmuştur: “Îmân, yetmiş şu kadar şûbedir. Bunun en yukarı derecesi Allah’tan başka ilâh yoktur demek; en aşağı derecesi ise yolda insanlara ve diğer varlıklara engel olan, eziyet veren şeyi ortadan kaldırmaktır.”2

İNSANOĞLUNUN EN BÜYÜK ZAAFI

İnsanoğlunun en büyük zaafı, kendi nefsânî arzularına göre kural tanımadan yaşama temâyülüdür. Çünkü insanın temel içgüdüsünde na’linci keseri gibi sürekli kendine doğru yontan ciddî bir zaaf vardır. Allah Teâlâ beşerî münâsebetlerin en somut biçimde yaşandığı ticârî konularda vaz’ettiği temel esâslarla bütün sosyal ve insânî münâsebetleri düzenleyecek kurallar koymuştur. Nitekim bu konudaki âyetlerde şöyle buyrulur: “Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terâzi ile tartın. Bu hem daha iyidir, hem de sonucu bakımından daha güzeldir.”3 “Ölçü ve tartıyı adâletle yerine getirin.”4

İlk âyette hükmün ölçtüğünüz zaman ifâdesi ile kayıtlanması, eksik ölçmenin bir şey satma; yâni menfaat ilişkisi sırasında oluşundandır. Satın alma sırasında bunu belirtmeye ihtiyaç yoktur. Nitekim bir âyet-i kerîmede: “Yazıklar olsun ölçü ve tartıya hile karıştıranlara! Onlar insanlardan bir şey aldıklarında tastamam ölçerek alırlar. Satarken ise eksik ölçüp tartarlar. Onlar büyük bir günde hesap vermek için diriltileceklerini hiç mi akıllarına getirmezler? O öyle bir gündür ki insanlar, âlemlerin Rabbının katında dîvan duracaklardır.”5

Aslında dünyâ hayâtındaki sosyal münasebetlerin hepsi ticârete benzer. Nasıl ki insanlar ticârette alırken ve satarken kazanmak hırsıyla birtakım yanlışlara kapılıp hak ve adâlet terâzisini tam olarak kullanmakta zorlanırlarsa, aynı şekilde beşerî münâsebetlerde de çıkarlarına âid husûslarda kendilerini sürekli haklı görüp baskı kurarak karşısındakinin hukukunu görmezden gelmek gibi yanlışlar yapmaktadır.

Adâlet ve terâzi emrinden, insanlara rızâlarının olmadığı durum ve konumlarda zulm ve gadretmenin Allah’a karşı bir isyân ve sonuçta insanın kendi kendine yazık etmesi, anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ’nın önümüze ticârî ilişkilerde ve beşerî münâsebetlerde terâziyi ya da hak ve adâlet ölçüsünü dengeli kullanma gereğini bir âhiret meselesi olarak koyması çok câlib-i dikkattir. Bu dünyâda gadr ve zulm ile başkalarının hakkını gasbedenin, hesap gününde çok ağır bedeller ödeyeceği hem Kur’an âyetlerinin, hem de Hz. Peygamber’in hadîslerinin sıklıkla vurguladığı konulardır.

HADÎSLERLE KUL HAKKININ EHEMMİYETİ

Şu hadîs, bu konudaki en çarpıcı örneklerden biridir. Allah Rasûlü ashâbına: “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları: “Bizim aramızda müflis, parasını ve malını kaybeden kimsedir” dediler. Bunu üzerine Rasûlüllah (s.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevaplarıyla gelir. Fakat ona buna sövmüş, kimilerine zinâ iftirâsı yapmıştır. Bâzı kimselerin malını yiyip bâzılarının kanını dökmüştür. Kimilerini de darbetmiştir. Böyle birinin iyiliklerinin sevapları hak sâhiplerine verilince üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biter. Bu sefer hak sâhiplerinin günahları kendisine yükletilerek cehenneme atılır. İşte müflis budur.”6

Böyle bir müflis kendisinden kul haklarının tahsil edildiği dehşetli kıyâmet gününde amel defterine baktığında kazandığı ve kurtuluşu için ümid beslediği sevaplarının silindiğini görecek ve paralarını başkalarına kaptıran müflis tüccârın “servetim ve paralarım” demesi gibi “amellerim ve sevaplarım” diyerek üstünü başını parçalayacaktır. Bunların temelinde gaflet, dikkatsizlik ve âhiret endişesinden uzak yaşayarak hak hukuk tanımazlık vardır.

Kıyâmet günündeki hesaplaşmanın dehşetini anlatan Allah Rasûlü’nün yukarıdaki hadîsinden başka boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı hadîsi de câlib-i dikkattir.7 Sâdece insanlar birbirlerine yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan değil, diğer varlıklar da kendi içlerinde ve insanlarla hakları açısından hesâba çekileceklerdir. O dehşet gününde hayvanların birbirinden ve insanlardan haklarını aldıktan sonra tekrar toprak olmalarına yönelik ilâhî emrin tecellîsi ardından rabbânî hakîkatlere kapalı gözlerin ve küfürle mâlûl kalblerin sâhiplerinin tahassürle uyanıp içlerinin burkulacağını Kur’an şöyle haber vermektedir: “İnkârcı kâfir diyecek ki keşke toprak olsaydım.”8

İnsanların amel defterlerinde günahlarının üç nev’î olarak tasnif edildiği anlaşılmaktadır:

İlk sırada küfür ve şirk gibi günahlar yer alır ki bunlar asla affedilmez.

İkinci sırada Allah Teâlâ’ya karşı küfür ve şirk dışında işlenen günahlar vardır ki bunlar affedilebilir.

Üçüncü sırada ise kul haklarına karşı işlenmiş günahlar yer alır. Bunlar asla karşılıksız bırakılmaz. Hak sâhipleri haklarını almadıkça hesap işlemi tamamlanmaz.

Bu konulardaki âyet ve hadîsler Müslümanların din kardeşleriyle olan ilişkilerinde hak mefhumu konusunda duyarlıklarını arttırmakta, ticârî ilişkilerden komşuluğa, borç alışverişinden yolda yürüyüşe kadar hassâsiyet kesbetmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü takvâ ehli bir Müslüman, din kardeşinin haklarına saygı göstermedikçe kendisini beşerî münâsebetler terâzisine hile katmış sayar. Çünkü söz konusu âyetlerin doğru tartıp ölçmesini istediği terâzi, sâdece kantar, gram ve metre değil, aynı zamanda adâlet ve insâf terâzisidir.

Tevbe ve istiğfarda kul hakkına taalluk eden günahın mutlaka hak sâhibiyle helâlleşmek sûretiyle gerçekleşeceği kaydı, kul hakkının tevbe ve istiğfar ile giderilemeyeceği gerçeğini ve önemini anlatmaktadır. Burada şu ilkeyi göz önünde bulundurmak gerekir: “Affetmek büyüklük, başkasının hakkını zâyi etmek ise zulümdür.” Allah Teâlâ azamet ve kibriyâsına yakışır bir biçimde kulunun kendisine taalluk eden haklarını bağışlar, ama huzûruna bir başkasının hakkıyla gelen kimseyi ise -hak sâhibinin hakkını zâyi etmemek için- bağışlamaz. Kur’an-ı Kerîm’deki: “Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görür”9 âyeti kul hakkına taalluk eden günahları kapsamaktadır.

Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle Peygamberimiz bu konuda duyarlılık göstermiş ve vefât hastalığı sırasında mescide çıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra halka hitâben: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde, benden isteyeceğine şimdi çıkıp istesin”10 buyurmuştur.

Ayrıca Allah Rasûlü cenâze namazları sırasında ölenin borcunun olup olmadığını sorardı. Varsa borcun mîrâstan ödenmesini talep ederdi.11 Bugün cenâzelerdeki helâllik geleneği asr-ı saâdetteki bu uygulamaların bir devamı olsa gerektir. Ancak helâllik almada sâdece ritüel olarak helâllik almak yerine fiilen de borcun ödenmesi gerekir.

Kul hakkından sakınıp bu konuda duyarlılık sâhibi olabilmenin en önemli etkenlerinden birisi kulun zulüm ve haramla rızkının artmayacağına; sayısal olarak artsa bile bu tür bir artışın genellikle musîbet ve felâketlerle elden çıkacağına ve kul hakkının asla bereket getirmeyeceğine inanmakla olur. Bir başkasının âhının olduğu maldan nasıl bereket ve huzûr beklenebilir ki?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de hem kendisine küfür ve inkârda bulunanlara, hem de kul hakkını ihlâl edenlere zâlim adını vererek lânetlemiştir: “O gün bir melek herkesin duyacağı bir sesle bağırıp haberiniz olsun ki Allah’ın laneti zâlimler üzerinedir.”12

KUL HAKKINDA DUYARLILIK

Kul hakkı konusundaki duyarlılıklar dünyevî hayâttaki huzûru sağladığı gibi âhiret mutluluğunun da teminatıdır. Nitekim eliyle, diliyle, gözüyle ve sözüyle başkalarını incitmenin kul hakkına taalluk ettiğini bilen; eline, diline, gözüne ve gönlüne sâhip olur. Toplum hayâtında her türlü imkânı başkalarını rahatsız etmeden kullanabilme becerisi bu duyarlılığı kazanmaya bağlıdır. Çünkü başkalarını rahatsız etme endişesi taşımayan; yaptıklarının başkalarını inciteceğini düşünmeyen kimse, kolaylıkla kul hakkına giriverir. Başkasının apartmanın ve evinin önüne rızâsı olmadan arabasını park ediverir. Trafikte kuralların kendisine vermediği hakları uyanıklıkla gasbetmeye çalışır, önüne geçtiği ya da sıkıştırdığı insanların haklarını ihlâl ettiğini düşünmez. Evinin saçağından ya da balkonundan akan suyun başkasının bahçesine ya da arabasına zarar vermesini önemsemez.

Bizde kul hakkı denilince genellikle doğrudan başkasının malına ve canına taalluk eden haklar ile onlara verilecek zarar hatıra gelmektedir. Oysa ki kul hakkının içine insanları incitebilecek her türlü davranış girmekte; sözden, bakış ve sû-i zanna kadar hepsi bu kapsam içinde yer almaktadır. Hattâ çevreyi, ekolojik dengeyi korumaya riâyet etmeyen; suya, havaya ve toprağa iyi davranmayan insanları bile aslında bu kapsam içinde görmek gerekir.

Bâzen farkında olarak, bâzen farkında olmadan gaflet ve dalgınlıkla irtikâb edilen bütün bu yanlışlar, insanlar için bir âhiret problemidir. Amellerin tartıldığı hesap gününde insanları mânen iflasa götürüp müflis duruma düşürebilir. Müflis olmaktan kurtulmanın yolu Allah’a karşı muhlis bir kul, insanlara karşı mûnis bir dost ve arkadaş olarak kul hakkına riâyetten geçer. Dipnotlar:

1 en-Nahl, 16/90.  2 Müslim, Îmân, 58. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 3; Ebû Dâvûd, Sünnet, 14; Neseî, Îmân, 16; Tirmizî, Birr, 80; Îmân, 16; İbni Mâce, Mukaddime, 9.  3 el-İsrâ, 17/35.  4 Hûd, 11/85.  5 el-Mutaffifîn, 83/1-6.  6 Müslim, Birr, 59. Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 2.  7 Müslim, Birr, 60; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, Müsned, II, 235, 323, 372, 411.  8 en-Nebe, 78/40.  9 Zilzâl, 99/8.  10 Buhârî, Mezâlim, 10, Rikâk, 48.  11 Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 85, 86.  12 el-A’râf, 7/44.

İMAM-I AZAM VE MECUSİ

Rivâyete göre İmam Azam Ebû Hanife kendisine borçlu bulunan bir mecûsiden alacağını istemek üzere gitmiş. Mecûsinin evinin kapısına geldiğinde ayakkabısına bulaşan pisliği silkeleyince pislik, mescûsinin duvarına sıçramış. İmam Azam kendi kendine: “Ne yapsam?” diye düşünmeye başlamış. “Pisliği duvarda bıraksam mecûsinin evini kirlettim. Kazısam pislikle birlikte duvarın toprağını da kazıyacağım, bu da uygun değil” diye düşünmüş ve mecûsinin kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçiye: “Ev sâhibine Ebû Hanife’nin kapıda olduğunu söyle” demiş. Ebû Hanife’nin geldiğini öğrenen mecûsi onun, borcunu istediğini zannederek özür dilemeye başlamış. Mecûsinin mahcûbiyeti karşısında Ebû Hanife: “Özür dilemesi gereken varsa o da benim. Duvarını kirlettim, bunu nasıl temizleyebilirim diye sormuş. Ebû Hanife’nin kul hakkına saygılı bu tavrı mecûsiyi etkileyerek: “İzin verin, önce ben kalbimi temizleyeyim, duvarı nasıl olsa temizleriz” demiş ve Müslüman olmuş.

Bir başka hikayede ise, bir ineği olan ve onun sütüne her gün su katıp satan adamın durumu anlatılır. Adamcağız bir gün gelen selle ineğini kaybetmiş ve şu dikkat çekici sözleri söylemiştir: “Ben bunu kendi kendime yaptım; yâni kendim ettim, kendim buldum. Her gün süte kattığım sular sel oldu ve bu sel de gelip ineğimi aldı.”

 Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 2010 – Aralık, Sayı: 298, Sayfa: 011



Çevrimdışı humakusu

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 104
  • 642
  • 104
  • 642
# 09 Ara 2018 09:06:51
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
KUL HAKKI NE DEMEK?

Yüce Rabbimiz kendisine karşı işlenen hatâ ve günahları affettiği hâlde kul hakkını bunun dışında tutmuştur. Kul hakkını affetmeyi, zulme uğrayan kulunun irâdesine bırakmıştır.

Allah’ın kul hakkını affetmeyeceğine dair bir ayet paylaşabilir misiniz? Zira “kul hakkının affedilecek günahların dışında tutulduğunu” iddia ediyorsunuz.

Çevrimdışı greentea

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 103
  • 2.625
  • 103
  • 2.625
# 09 Ara 2018 22:56:42
Ülkenizde Akdeniz ve ege kıyılarında görülürüm.
Tam güneşli yerleri severim.
Yağmuru ve sıcağı da severim.
Deniz seviyesinden 1800 rakıma kadar olabilirim.
Kolay kolay hasta olmam.
Gösterişi sever, hafif koku yayarım.

✔️Çiçeklerim Orkide’ye benzediği için “Orkide ağacı” derler.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı malborocu

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 97
  • 208
  • 97
  • 208
# 10 Ara 2018 22:32:48

güney koreliler, birine herhangi bir şey verirken daima iki ellerini birden kullanırlar. çünkü tek elle verilen bir şeyin gönülsüzce yapıldığına inanırlar.

Çevrimdışı malborocu

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 97
  • 208
  • 97
  • 208
# 10 Ara 2018 22:39:47
1939'da yoksul kadınlar un çuvallarından çocuklarına elbise dikerlermiş. bunu fark eden bazı un fabrikaları, çuvalları çiçekli olarak üretmeye başlamış.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.470
  • Müdür Yardımcısı
# 12 Ara 2018 09:10:43
“Kapak olsun” sözünün ne mânâya geldiğini bilseniz bir daha kullanmazsınız!
İçerisinde “kapak” kelimesinin geçtiği “Kapak olsun” yahut “kapak oldu” gibisinden sözler son zamanlarda pek bir moda oldu… Birisi münakaşa ettiği muhatabını susmaya mecbur bıraktığını veya altından kalkamayacağı bir cevap verdiğini mi düşünüyor, hemen “Bu sana kapak olsun”u yapıştırıyor; böyle didişmelerden zevk alan üçüncü kişiler de hemen “Aha da nasıl kapak yaptı!” diye tartışmanın göbeğine atlayıveriyorlar…

Üstelik “kapak olsun, kapaaak!” deyip duranlar sadece sosyal medyada dolaşan işsiz-güçsüz tayfası yahut çoluk-çocuk da değil; yaşını başını almış koskoca köşe yazarları da muhataplarını susturduklarını düşündükleri takdirde hemen kapağa müracaat ediyorlar…

Şimdilerde dilimize pelesenk ettiğimiz “kapak” hakkında birkaç sene önce de yazmış, bahsedilen kapağın neyin kapağı olduğunu yazmıştım ama milletin “kapak da kapak, kapak da kapak, cânım, gülüm kapak” diye tutturması üzerine aynı konuya tekrar temas etmemin lâzım geldiğini düşündüm…

Beyefendiler ve hanımefendiler! İçerisinde “kapak” kelimesinin geçtiği söz çok ayıp, diline hâkim olanların asla kullanmamaları gereken ve kimselere yakışmayan bir ifadedir, zira küfürden de öte bir hakarettir!

Çocukluk ve gençlik senelerinizi İstanbul’da geçirmiş iseniz ve sizinle yaşıt Rum arkadaşlarınız oldu ise mutlaka bilirsiniz: İçerisinde “kapak” kelimesinin bulunduğu ifadenin aslı İstanbul Rumları’nın “Ellenika” dedikleri mahallî Rumca’ya mahsus ağız dolusu bir küfrün Türkçesidir ama küfrün birebir tercümesi değil, aslını söyleyemeyeceğimiz için kibarlaştırdığımız şeklidir.

Elenika olan ibârenin aslı “Mama sta muni kosta kapaki”dir. Türkçesi “Ananın...” diye başlar, derken burada değil, hiçbir yerde yazılmasına imkân bulunmayan bir başka kelime gelir ve cümle kalıp “kosta kapaki!” yani “kapak olsun” diye biter!

Geçmişte iki ayrı milletin, Türkler ile Rumlar’ın İstanbul’da asırlar boyunca devam etmiş beraberliklerinin tam bir örneği olan bu ifadede bir tek “kapak” kelimesi Türkçe, gerisi Rumcadır ama bu “kapak”ın tencere, tava yahut başka bir eşyanın kapağı ile hiçbir alâkası yoktur, bir organın mecazıdır!

BİRKAÇ “KAPAK” ÖRNEĞİ…

Yunanlılar ile ortak özelliklerimizden biri, “Mama sta muni”de geçen “muni” kelimesinin onların, kelimenin Türkçesine de bizim sık sık müracaat etmemiz, içerisinde bu sözün geçmediği küfürleri âdetâ eksik hissetmemizdir. Üstelik bu merak her iki millettede yeni değildir, asırlardan beri mevcuttur ve “muni”, Yunanistan’da bugün konuşulan modern Yunanca’da da vardır.

Şimdi, alanında tek olan bir eserden, Mary Koukoules’in kitabından “kapak” kelimesinin geçtiği bir-iki örnek vereyim ama önce Koukoules’in kim olduğunu yazayım:

Mary Koukoules, 2002’te Paris’te ölen çok önemli bir Yunan folklor tarihçisinin, Elias Petropulos’ın eşi idi ve 1983’te Paris’te “Loose-Tongued Greeks” isimli çok önemli bir kitap yayınlamıştı. Yunanca’da bundan bin küsur sene önce öncesinden başlayıp 1980’lerin başına kadar uzanan küfürleri ve argo ifadeleri kitabında biraraya getirmiş, eserine Yunan argosuna Osmanlı idaresi zamanında geçen Türkçe ibâreleri de almış ve “Loose-Tongued Greeks”, Yunanca’nın en önemli argo ve küfür sözlüğü olmuştu.

Koukoules’in eseri alanında tektir ama rağmen temini hayli güçtür, zira elyapımı kâğıda sadece 303 adet basılmıştır, bulunması bu yüzden zordur, orijinaline tesadüf edildiği takdirde de sahip olabilmek için yüklü bir meblâğı gözden çıkartmanız gerekir!

İşte, Mary Koukoules’in kitabından içerisinde “kapak” ile beraber diğer o çok ayıp kelimenin de geçtiği iki örnek: “Muni kapaklıdiko” ve “Muni me efta kapakia!”…

Bu sözlerin Türkçe’de ne mânâya geldiklerini yazmama imkân yok, olsa bile edep gereği zaten yazmam ama şu kadarını söylemekle yetineyim:

Beyefendiler, hanımefendiler, gençler, çocuklar ve özellikle de köşe yazarı arkadaşlar! “Kapak olsun!” sözünü kullanmayın, zira bu ifadenin derunî mânâsı hem çok ayıp, hem de ağırdır!

Muhatabınız bu ifadenin ne mânâya geldiğini bilmediği için şansl sayılırsınız, zira bildiği takdirde en hafifinden kafanızı-gözünüzü yarabilir ve böyle yaptığı için hâkimin karşısına çıkartıldığı takdirde ağır tahrikten ceza indirimi bile alabilir!
MURAT BARDAKÇI

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK