Cenaze senin/sizin olmayınca acılar peynir ekmek gibi gelir insana.
"Adet yerini bulsun, yok demesinler" diye zoraki gidenlere takılırsın.
"Konuşacak, hasbıhal edecek kimler var?" diye sağa sola bakarsınız. Tokalaşmalar, hal hatır, havanın sıcaklığı, esmeyen rüzgar, bir bardak su, içinizin yanması, kendinizi çevre bakanı zannedip sağın solun pisliğinden dem vurup, neler yapılması gerektiğini sözlük harflerinin zenginliğinde(!) uzun uzun konuşursunuz...
Hastalıklar girer araya; "Baş, bacak sırt ağrıları, ameliyatlar, şeker, tansiyon, baş dönmesi, çocukların evlenmesi."
Beklemekten can sıkıntısı başlar, sonrasında; cenazenin gecikmesi, beş on dakika beklenmesi/ kırmadan politık bir ağızla açıklamasını yaparsınız...
Seçimi kazananların kaybedenlerin küslüğü burada da devam eder.
Mıknatısın karşı kutupları birbirini çekerken, insan mıknatısı aksine herkesi on metre uzağa ittirir. Ya sırtınızı dönersiniz , ya görmezden gelirsiniz , ya da insan kalabalığının arkasında yeşil denizleri ilk defa görüyormuş gibi seyredersiniz.
*
Musalla taşının soğukluğu seni hiç etkilemez...
O gün için o özel taş özenle yapılmış, işçiliği şahane sıradan bir mermerdir sizin için. "Kimler geldi, kimler kondu, kimlerle helalaşıldı, kimler hakkını helal etti, kimler gitti, kimleri uğurladık?" akla bile gelmez.
Onlar için bugünkü kalabalık mezara kadar gidip gelinen kısa bir yolculuktur.
Demiştik ya her ölüm, her acı sahibine ve akrabalar(ın)a aittir.
*
On-on beş dakika sonra kalabalık çoğalmaya başlar.
Önde özel arabalı uzaktan yakından gelen misafirler uygun bir yer bulup otopark nizamında stop ederler. Arabadan inerken üzgün gözlerle cenaze sahibini, tanıdık birilerini ararlar. Orada ikamet edenlerin 'Hoş geldin'lerini kabul ederler.
Cenaze arabasını görülmesiyle birlikte cenaze namazı için saflar dizilmeye başlar. Yakınlarının solgun yüzleri, ağlamaktan ıslak dibine oturmuş gözleriyle, acıdan koşuşturmaktan yorgun düşmüş bedenleriyle omuzladıkları tabut "Yavaş acele etmeyin, başı bu tarafa gelecek, ortaya doğru çekin." ikazlarıyla yerine konur.
Cenaze sahiplerinin başı önde, en sevdikleri en önde, yaşlı gözleri yeşil tabuta takılır kalır. Boğazda geçmeyen bir ağrı, yürekte acı bir sızı vardır. Tabutta yatan yolcunu en sevdikleri olduğunu eve döndüklerinde ancak anlayacaklardır. Hayal gibi bir şey?!
İmam kardeşimizin "Er kişi, hatun kişi" niyetine kıldırdığı cenaze namazın ardından alınan helallik en zor kelimedir. Bir gün gelecek onunla musalla taşında içimiz acıyla dolu vedalaşacağız! Kimin aklına gelir?
Dünyalık haklarınızı helal ediyor musunuz?
-Helal olsun!
-Ediyor musunuz?
-Helal olsun!
-Ediyor musunuz?
-Helal olsun!
-Allah razı olsun!
*
Vedalaşma bitmiştir artık.
Artık mezara kadar susma zamanıdır.
Bazıları için ayak ağrısı, baş ağrısı, bacak ağrısı, hastalık, asılsız bahaneler gitmemek için uydurulan koca bir yalandır. Yüzler hafif kızarsa da sebepler(!) hasta yakınına taziye evinde özürle birlikte sunulacaktır.
Alttaki aksi komşu, üstteki Elif Abla, bahçedeki soğan sarımsak, evde ol(may)an misafir bir kalp hastasının içmediği hap kadar önemlidir, kıymetlidir(!)
Onlar için eve dönüş hayırlıdır.
*
Mezarlığın kalan yolunda da tencere yuvarlanılıp kapağını bulmuştur. Ayağın incimesi, torunun bitanecik zeytin yemesi, bahçe ağaçlarındaki böcek, yan komşunun düğünü...
"Dünya malı olmadan da yaşanmaz kardeşim, olsun!"
*
Musalla taşından mezarlığa giden yolculuk da artık bitmiştir.
Güneşin kafaya balyoz gibi indiği o saatte herkes sığınacağı bir gölge bulur.
Küreklerin kepçe kuvvetinde çalıştığı anda herkes bir yerlere oturur.
Kur'an okunur.
Cenaze sahipleri yorgun bitkin, her sure, her ayet, her dua yüreğe dokunur.
İçten içe ağlanır.
*
Mezar suyu, Fatiha, talkın, taziye derken...
Cenaze yemeği kurulur; ayran ılık, kıymalı soğumuş, karpuz kelek...!
Ağlasın mı, ağırlasın mı?
adamın biri
05.06.2024/Sarıkaya