Kelime karşılığı, hoşa giderek hayranlık uyandıran... O, herkesin sevdiği, herkesin kendisinde varolmasını istediği bir özellik. O, kiminin şeytanca oyunlarla insanları avlamada kullandığı, kimininse saf bir gönülle beraber, şerefle taşıdığı bir kimlik: Güzellik...
Güzel huya kırk yılda doyulmaz, güzel yüze kırk günde doyulur demiş atalarımız ve kibarca uyarmışlar: Güzellik, başa beladır!
Onlar böyle demişti ama, her dönemde insanlar, maddi güzelliğe kavuşmayı, manevi güzellikler için uğraşmaya tercih ettiler. Bazen o kadar ileri gitti ki bu çaba, bir hastalık halini aldı. Kimi burnunu kazıttı, kimi derisini gerdirdi, kimi de çenesini kaldırttı...
Güzellik, palyaçolukla karıştı bazen. Renk renk boyalarla boyandı yüzler. Bu iş, öylesine tuhaf bir revaçla karşılandı ki, en ücra köylerde yaşayan saf ve duru bakışlı genç kız bile kendini alamadı. Halbuki onun yanakları, allık sür-meden önce de pespembeydi.
Gün geldi, her inançtan ve inançsızlıktan kadınlar ve kızlar, güzellikte birinci olmak arzusuyla, yarışmalara katıldılar. Jüri, büyük bir zevkle, yüzlerce yarışmacı arasından, sözüm ona en güzelini seçti. Birinci seçilen, pek sevindi tabii. Ya seçilemeyenler? Onlar da üzülmüşlerdir illa ki...
Etini çok da yüksek olmayan fiyatlarla pazarlamak, güzellik kavramını yalnızca bedenle sınırlayanların geçim tarzı oluverdi sonra. Baldırını cömertçe sergilemek, bir gecede milyarlar kazanmak için yeter hale gelirken, canını dişine takıp, gece gündüz çalışan gariban ve namuslu kesim, ekmek- zeytin bulunca şükreder oldu.
Güzellik adına, bütün temizlik kuralları unutulup, tırnaklar uzatıldı. Bu yetmedi, biraz boya da, tırnaklara sürüldü. Vakit var mıydı bunca işe? Evet! İnsanlar, hasta ziyaretine, sıla-i rahme, çocuk büyütmeye, misafir kabul etmeye vakit bulamadı ama, bu işlere, severek vakit ayırdı.
Sanki, gönüldeki tüm duygular, fıtrattaki eşsiz güzellikler, haince katledilmişti de, ruhsuz ve mutsuz süs bebekleri üretilmişti gizli eller tarafından...
Kaşlar neredeyse yok olmuştu. İnanmak istemiyordum ama görüyordum işte! Göz bebekleri bile, neredeyse her ay, farklı bir renk alıyordu. Bir ay mavi, bir ay yeşil... Bu kadar yapay olmak, hiç rahatsız etmiyor muydu bu insanları?
Güzellik adına yok edilen, mahvedilen yaratılış, o ilk ve en duru hal... İnsanlığın, hiç farkında olmadan arayıp durduğu mutluluk ve güzellik, o durulukta gizliydi halbuki.
Ticari furyaların etkisiyle, hayatının tek amacını bedenini ve yüzünü güzelleştirmek olarak belirleyenlerin, esas güzellikten uzaklaşıp, yapay olmaya yaklaştıklarını fark edecek halleri de kalmamış mıydı? Bütün hayatını yüz ve vücut güzelliğine ve böylece mutlu olmak fikrine adayan insanlar, mutlu olabili-yorlar mıydı?
Sanmam!
Zira çoğu zaman, sırtında küfesiyle tütün toplamaya giden, bu ve diğer tüm sorumlulukları yüzünden, kendine vakit bile ayıramayan bir köylü kadın, televizyon kanallarında her gün boy göstermeyi adet haline getirmiş bulunan, yapaylaşmış bir kadından, çok daha güzel ve çok daha mutluydu.
Güzellik, güzel şeydi aslında. Ama acaba güzellik, herkesin tanımladığı, herkesin anladığı şey miydi?
Güzellik sevilmez miydi hiç? İstenmez miydi? Güzel olmak huzur vermez miydi? Mutlu etmez miydi?
Oysa, nice güzeller vardı ki, mutsuzdular...
Nice güzeller vardı, sevemiyordum.
Bu insanlar, emin miydi acaba, güzelliğin onların sandığı şey olduğun-dan? Güzel olmak adına yaptıkları bütün masrafların, güzellik uğruna onca uğraşmalarının, emin miydiler doğruluğundan?
***
Halbuki benim sözlüğümde güzellik tanımı, ne kadar da farklıydı. Ve ben, ne kadar da çirkindim...
“Bir savaş... Ve o savaşta, yüzüne miğferinin halkaları geçmiş bir Rasul! O Rasulun haline dayanamayan, sırf O’nun acısını dindirebilmek arzusuyla yanan bir Ubeyde...
O Ubeyde ki, Habibullah'ın canı daha fazla yanmasın diye, ellerini değil, dişlerini kullanacak. Dişleriyle kavrayıp halkayı, var gücüyle çekecek. Öyle zorlanacak ki bunu yaparken, ön dişlerinden biri düşecek. Fakat O, kendi acısını hissetmekten uzak, tekrar davranacak halkayı çıkarmak için...Ve bir dişi daha düşecek bu uğraşma esnasında. Ama Ubeyde, kendi acısına değil, Peygamberinin ıstırabına yanacak.
Fark ettiği zaman ön dişlerinin ikisinin de düştüğünü, utanıp, eliyle ağzını kapatacak. O haliyle başkalarına görünmek istemeyecek.
Onun bu halini gören Ebubekir Sıddık buyuracak ki:
"Ön dişleri sökülmüş, eliyle ağzını kapatırken, Ubeyde, insanların en güzeliydi. O haliyle Ubeyde, insanların en güzeliydi!”
***
Güzellik, Allah için feda edebilmektir.
Ya ben?
Bana güzel demeyin!
Ben çirkinim!
Ben, Allah için feda edemedikçe, insanların en çirkiniyim!
***
Sevgili öğretmenlerim ; ''Güzele değil de güzel bakmak sevaptır.'' bu söze hem biz kulak asalım hem de öğrencilerimize kulak astıralım.