Deyimler Sözlüğü Oluşturalım...

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
29 Ara 2007 17:10:33
   Çalıştığımız  yerlerde  adeta  halkın  ağzında  sakız  olmuş  diyebileceğimiz  halka  mal  olmuş, yaşanmış  olaylardan  ortaya  çıkmış  deyimleri  burada  paylaşmayı  uygun  buldum.
  Katılım  sağlayacak  olan  eğitimhaneli  dostlara  şimdiden  teşekkür  ederim.
  Yazacağınız  deyimlerin  biliyorsanız  rivayetlerini de  yazmanız   sanırım  güzel  bir  sözlük  oluşturmamıza  katkı  sağlayacaktır.
  Saygı  ve  sevgi  ile  kalın..

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 29 Ara 2007 17:23:54
'Yol  kara  cameş  kara  neylesin  bu  fukara'
Rivayeti:
             İlk  görev  yaptığım  Kars'ın  Kağızman  ilçesinde  fakir  bir  kamyon  şöförü  akşam  vakti  kamyonuyla  ilçeye  girerken  karşısına  manda  sürüsü  çıkmış.Ani  bir  fren  yapmasına  rağmen  manda  yavrularından  birini  ezmiş.Sonuç,  iş  mahkemeye  uzamış  Hakimin  sorduğu  tüm  sorulara  bu  yanıtı  vermiş.'Yol  kara  cameş  kara  neylesin  bu  fukara'  Tabiki  hakim  en  sonunda  berata  hüküm  vermiş.Bu  yanıtı  Kağızman  halkı  çok  sevmiş  ve  belleğine  yerleştirmiş.
 

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 29 Ara 2007 17:27:28
  Bir  deyimde  şu  anda  çalışmakta  olduğum  Manisa  Akhisar'dan:

          'Ahirette  kevser,  Dünya da  Akhisar  gibisi  yoktur.'

        Bu  deyimin  rivyetini  bilmiyorum.

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 30 Ara 2007 13:03:59
'Çama  çıkmak'

Kütahya, Balıkesir  ve  Denizli  yöresinde  sıkça  kullanılan  bir  deyim.

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 12 Oca 2008 21:33:10
'Eski  çamlar  bardak  oldu'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 12:04:09
'..........'da    boncuk  bulmak'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 12:04:43
'Eşeleme  mayası  çıkar'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 12:20:21
  'Kırk  yıllık  Kani,  olur mu  Yani'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 12:24:38
'Adam  Olmak'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 14:22:59
'Kulağına  küpe  yap'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 14:25:00
' Yaş  kesen  baş  keser'

Çevrimdışı şafakgergin

  • B Grubu
  • 898
  • 677
  • 898
  • 677
# 13 Oca 2008 14:34:47

    'Çalışan  kazanır, elması  kızarır'

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 13 Oca 2008 14:40:00
GÖZDEN SÜRMEYİ ÇEKMEK.
(Hissettirmeden bir iş veya hırsızlık yapmak)
Sürme deyince bayanların eskiden gözlerine çektikleri sürme anlaşılmasın. Göz de bayan gözü değildir.
Eskiden tersanalerde kullanılmak üzere boy boy düzgün kesilmiş kereste bulunurdu,zamanın şartlarında bunları kesmek, hazırlamak zor olduğundan kıymetliydi,işi bitince gelişi güzel dışarda bırakılmaz,göz göz ayrılmış üstü örtülü sundurmalarda saklanır ve başında mutlaka bir bekçi bulunurdu. Bu korumaya rağmen kimseye hissettirmeden kereste çalma işine sürmeyi gözden çekmek denirdi.

HOŞAFIN YAĞI KESİLMEK.
(Zoru görünce pes etmek.kabullenmek)

Osmanlı döneminde yeniçeri ocağında yemekler kazanlarla verilirmiş. Çok miktarda yemeğin dağıtıldığı kazanlar çoğu zaman iyi yıkanmaz,yağlı kalırmış. Dağıtımda hoşaf kazanlarının üzerinde de yıldız yıldız yağ oluşurmuş,yeniçeriler zamanla buna alışmışlar.
Bir gün yeniçerilerin mutfağına bakan subay değişmiş,çok sert ve disiplinli olan yeni mutfak amiri durumu farkederek sert tedbirler almış ve  bizzat  takip etmiş.Yemeklerini pırıl pırıl kazanlarda yemeye başlayan yeniçerilerin  hoşaf kazanlarında da yağ görülmez olmuş.
İşin aslını bilenler,aşçı ve mutfak personelinin zoru görünce işlerini korkudan yaptıklarını ima etmek için
-Artık hoşafın yağı kesildi demişlerdir.
 
ATES PAHASI,
Birgun, padisahlardan biri,  kilik degistirerek ava cikar.  Havada bayagi soguktur, kar yagmaya baslar ve padisah ve etrafindakiler ormanin kenarindaki kucuk bir hana girerler ve atesin yanina otururlar. Hanci gelir ve ne istediklerini sorar, padisah, biraz yemek ve atese biraz daha odun konmasini ister. Bu sirada hanci, kilik degistirmis olan padisahi farkeder ve hic sesini cikarmadan uzaklasir, odun getirir ve mutfaga geri doner, yemek hazirlar ve ikrama eder. Padisah ve etrafindakiler yemek yerken,  aralik kapidan iceride konusulanlara kulak verir.
Konusma soyledir,
- Sultanim yemek hosunuza gittimi
-Evet ama vallahi su ates bin akceye deger.

Derken yemekler biter, dinlenmis olan padisa hanciyi cagirarak borclarinin ne oldugunu sorar.
Hanci, "Binbir akce isterim "der.
Biraz kizan padisah " bu ne istir hanci, suncagazcik yemek binbir akce olurmu" der.
Hanci, " yemekler bir akce ates icin bin akce isterim " der.
Bunun uzerine isi anlayan padisah  hic sesini cikarmaz ve esrafina hanciya hemen parasini vermelerini soyler. Ve bu olayla birlikte Ates pahasi deyimi ortaya cikar.
 
  DARISI BAŞINA:
Mutlu bir olayı kutlarken başkalarının da aynı sevinci yaşaması için bir dilek olarak "Darısı Başına" denir. Kaynağının Asyada yaşayan eski Türklerden geldiği sanılmaktadır.
        O dönemde mutlu olaylar için yapılan törenlerde insanların üzerine bereket yağması dileği ile buğday,arpa,pirinç,mısır,yulaf gibi tahıllar serpilirmiş.
        Başına bu tahıl tanesi düşenlerin aynı şansı paylaşacaklarına inanılırmış.Bütün bu taneli tohumların ortak adı "Tarığ" dır zamanla tarı/darı şeklini almıştır.Bu gün yalnızca bir grup tahıl için kullanılır oldu,Anadolu nun bazı kesimlerinde eski alışkanlıklardan olacak mısır a darı denilmektedir.
        Günümüzde bazı batı ülkelerinde ve Amerika da düğün törenlerinde törene katılanların üzerine  pirinç vs. serpme alışkanlığının, eski Asya Türklerinin adetlerinden kaldığı sanılmaktadır.
 

 
 

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 13 Oca 2008 14:49:22
Eli Kulağında

Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında “(Henüz olmadı ama) eli kulağında” deriz. Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadet’te Bilal-i Habeşi’ye kadar uzanır. İslamiyet yayılmaya başlayıp da müslümanların sayısı artınca, namaz için onları biraraya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için Habşistanlı eski köle Hz. Bilal, bu vazifeye seçilmişti. Ne var ki Medine’de nmüşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay etmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı biilahare müezzinler ellerini kulaklarına tıkamyı bir tür Bilal-i Habeşi sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular.



Eskiden birisi yakındakine,

- Ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise,
- Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş.

Denize düşen yılana sarılır

Dönem II.Mahmut dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisi dir.
Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa nın amacı
önce Suriye ,ardında Osmanlı yı ele geçirmektir .
Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti.
İstanbula doğru yola çıkmıştı.
II. Mahmut ,ordunun o an için bunlarla başedebilecek vaziyette olmadığından
Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister.
Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır.
Bir takım vezirler ‘’bu nasıl işdür?’’ diye mırıldanınca,
Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.

Derdini anlat Marko Paşaya
Marko Paşa ,Sultan Abdülaziz döneminde yaşayan Run hekimidir.
Üstad bir hekim olan Paşa çokça hastayı tedavi eder ve sağlığına kavuşturur.
Halk arasındada çok ünlü dür,her gün belki yüzlerce insan kapısını çalar,hastalıklarına çare arar.
Bunca insanın bırakın derdine çare olmayı ,dinlemek bile imkansız bir hal alır.
Bu duruma kendince bir çözüm bulur.
Kapısına gelen hastalarını dikkatle dinler,
Onlara şöyle der;
‘’Anladım ,anladım ama ne??’’
Biçare hastada bu anlamsız soru karşısında ,herhalde iyi anlatamadım diye düşünür ve tekrar anlatır.
Ama yine Marko Paşa ; ‘’Anladım ama ne??’’der.
Bu böyle olunca ,hastalar çareyi oradan uzaklaşmakta bulurlar.
Zamanla Marko Paşanın ünü unutulur gider.


Dokuz doğurmak

Vakti zamanında ,Çengeloğlu Tahir Paşa ,o dönem için asayişi bozuk olan İzmir de geceleri belirli saatler arasında sokağa çıkma yasağı uygulamış.
Bir gece o saatlerde yasağa uymayan yada sokakta olan insanları Zaptiyeler toplayıp
Karakol avlusuna getirmişler,bu sorguyuda bizzat Tahir paşa yapmış,
Sırayla her birine teker teker çok ağır sorular sormuş.
Paşa baştan dokuzuncu sıradakine gelince tekrar sormuş.
‘’Yahu sen? Tellakları duymadınmı?Ne diye sokaktasın bu vakitte?
Adam bir telaşlı bir terli;
‘’Paşa hazretleri ,karım doğuruyordu.Valla ebe aramaya çıktım.Bir iki adım sonra zaptiyeler tuttu beni.Zavallı karım ne haldedir bilmiyorum ‘’ demiş.
Tahir Paşa bir hata edildiğini anladıysada sakallarını sıvazlayıp,
‘’Seni bu kez affediyorum.Amma, o karın olacak Hatuna söyle ,bir daha öyle olur olmaz saatlerde doğurmaya kalkmasın ‘’demiş.
Adam kan ter koşa koşa eve gelip,komşu kadınların arasından karısının yattğı yatağa gelmiş.
Adam;’’Nasılsın?Nemiz oldu ‘’ demiş.
Karısıda ‘’ Sen ne biçim adamsın Ebe bulamaya diye gititin? Kim bilir nerelerde eğlendin?
Sen benim nasıl doğurduğumu biliyormusun ? demiş.

Adam ise hararetle,
‘’Ah bre hatun sen neler diyosun??
Sen bir kere doğurdun.
Ben sıradaki sekiz kişiden sorgu nöbeti bana gelinceye kadar dokuz doğurdum.’’ demiş.

Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu.

Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu.

Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu.

Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

__________________
Bu işin altında bir Çapanoğlu var.
Çapanoğlu Ahmet Paşa ,Yozgat şehrinin kurucularındandır.
1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir süre sonrada öldürülür.Yerine büyükoğlu Mustafa bey daha sonra Süleyman bey geçer.
Süleyman bey Yozgatı imar ettikten sonra,Ankara,Amasya,Elazığ,Maraş,Niğde ve Tarsus gibi illeri idare etmeye başlar.
Çapanoğullarının bu ünü her yana yayılır.Yalnız halk arasında değil ,devlet adamları arasındada ‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur.
Rivayete göre ,devlet adamlarından biri,halktan bazı insanların aleyhine verilecek
kararı sonuçlandırmak için soruşturma yaparken ,Çapanoğullarından birinin adıda bu olaya karışır.
Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur,
‘’bu işi fazla kurcalamayalım bence,altından bir Çapanoğlu çıkar’’ der.
Soruşturma aynen kapatılır.




Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 13 Oca 2008 14:53:18
İki dirhem bir çekirdek.
Keçiboynuzunun ,Yunanca adı keration ,İngilizcede carob,Arapçada kırrıt tır.
Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış.
Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış.
Bu nedenle keçiboynuzu ,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış.
Prof Dr.Aydın Akkaya açıklamasına göre;
Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur.
Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir.Bu ,hem çok kuruduğu ve meyvasından çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hemde içine su alması ihtimalinin
çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir.
Bu sebeple Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır.
Dört tanesi bir dirhem eder.
Dirhem 3 gr. ağırlığa eş kabul edilir.
Satıcı , iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş.

Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denmesinin kökü buymuş


 
 
 



DOLAP ÇEVİRMEK

Eskiden Paşa,vezir,sadrazam,komutan gibi ileri gelen veya mal varlığı iyi olan kişilerin
Konakları olurdu.Bu büyük evler kadınların kısmına haremlik ,erkeklerin kısmına selamlık
adı altında iki kısım bulunur.
Kadınlar kısmı iel erkek kısmı arasındaki duvarda tam bir ekseni etrafında dönen,silindir
Biçiminde kapaksız bir dolap yerleştirilirdi.
Yarısı açık ,yarısı kaplalı bu dolabın içinde sıra sıra geniş ,dar raflar bulunurdu.
Kadınlar kısmında pişen yemekler,içecekler diğer ikramlar bu dolap ile erkekler kısmına servis edilirdi.
Kadınlar ikram edilecekleir dolabın kapalı kısmına yerleştirip ,erkekler kısmıan çevirir,
Tabaklar ,fincanlar boşalınca erkekler tarafından kadınlar kısmına çevrilirdi.
Böylece kadın erkek biribirini görmeden servis yapılmış olurdu.

İşet bu servis dolaplarının zaman zaman gönül işlerinde kullanıldığı da olurmuş.
Örneğin delikanlının biri sevdalısına kimsenin haberi olmadan çaktırmadan mektup,çiçek vesaire. verecek olursa bu dolaptan yararlanırmış.
Delikanlıya mendilmi gelecek yine bu dolap hizmet verirmiş

Kaz gibi yolmak:




Padişah yanında veziri ile birlikte tebdil-ikıyafet yola düşmüş.Bir evin önünden geçerken bahçede çalışan bir kız görmüş.
Selamdan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
-Bacanız eğri
-Baca eğri ama dumanı doğru tüter.
-Annen nerde?
-Biri iki etmeye gitti.
-Baban nerde?
-Azı çok etmeye gitti.
-Sana bir kaz göndersem yolar mısın?
-Hem de ciyaklamadan.
Vezirle birlikte kızın yanından ayrılmışlar fakat vezir merak içinde.Konuşmalardan hir şey anlamamış.Ne konuştuklarını sormuş padişaha.Padişah;sen vezirsin anlamış olman gerekirdi,akşama kadar ya açıklarsın ya da kellen gider demiş.
Vezir padişahı saraya bıraktıktan sonra gerisi geri kızın yanına dönmüş.Padişahla ne konuştuklarını sormuş.
Kız:
Bir kese altın verirsen söylerim.
Almış bir kese altını ve
-Padişah bana bacanız eğri derken gözümün şaşı olduğunu ima etti ben de gözüm şaşı ama doğru görüyorum dedim.
-Ya ikinci soru?
Tekrar bir kese altın alan kız
-Benim annem ebedir bir kadını doğum yaptırmaya gitti dedim.
Tekrar bir kese altın
-Babam çiftçidir tarlaya tohum ekmeye gitti dedim.
-Ya bir kaz göndersem yolar mısın?derken....
vezir başına geleni kazın kendisi olduğunu anlamış.
__________________

 ABAYI YAKMAK

Aba, dövme yünden değişik kalınlıklarda yapılan bir tür kumaşın adı olup genellikle beyaz renkte imal edilir. Siyah renklisine ise kebe denir.
Bu cins kumaşın kullanıldığı pek çok yer olmakla beraber
aba denilince genlikle dervişlerin giydiği hırka anlaşılır.
Vücudun tamamını örtecek kadar geniş ve uzun,
yakasız ve yensiz dikilen abanın özelliği,
düğmesiz olup kuşak ile kullanılmasıdır.
Bu deyim mecazen “birisine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek”
gibi anlamlar ihtiva eder.
Dervişler arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden,
“Ooo! Abası hayli yanıktır!” gibi ifadeler kullanılırmış.

Eski tekkelerin mimarî kompleksi içinde bir mescid (veya cami),
ortada şadırvanı olan bir avlu ve avluyu çevreleyen derviş hücreleri,
büyükçe bir dershane, mutfak, kiler, ambar vs. bulunduğu bilinmektedir.
Bilhassa kış aylarında dershanelerin ocağı harlı ateşle yakılarak
dervişânın burada toplanmaları sağlanır;
böylece hem iktisat yapımlı, hem de uzun saatler mürşidden istifade ortamı oluşturulurdu.

İşte böyle bir kış gecesinde,
yün abalarına bürünmüş dervişler dershanede halka olup şeyh efendiyi dinlemeye başlamışlar.
Efendi hazretleri coştukça anlatmış; anlattıkça coşturmuş
ve dervişler kendilerinden geçecek derecelere gelmişler.
Bu sırada ocağa sırtı dönük dervişlerden birisinin abasına ateş sıçrayıp
dumanı tütmeye başlamışsa da dervişin sıcaklığı hissettiği yok!..
İçindeki ateş, dışındakinin sıcağını bastırmış durumda.
“Pir aşkına Yar aşkına (Allah aşkına)!” yanmaya devam ediyor.
Nihayet şeyh efendi dumanını fark edip bu müridini ikaz ile yanmaktan kurtarıyor
ve arkadaşları arasında mahçup olmasın diye onu diğerlerine
“gerçek Hak âşıkı” olarak tanıtıyor.
Şimdi argo lisanda kullanılan “abayı yakmak” deyimi işte o hâdisenin yadigârıdır.

HALEP ORADAYSA ARŞIN BURADA!

Palavracının biri başına topladığı üç beş cahile karşı övünüp duruyormuş :
- İşte ben güçlü ve maharetli bir adamım. Evet ben Halep'te bulunduğum sıralarda altmış arşın uzağa atlamış bir kimseyim!.. Nasreddin Hoca da bu sırada oradan geçiyormuş. Palavracının yanına yaklaşıp :
- Yaa demiş demek sen altmış arşın atlarsın. Haydi atla da görelim. Adam hık mık etmiş.
- Ama demiş ben Halep'te atladım. Hoca kızmış :
- Canım demiş, Halep oradaysa arşın burada.
__________________

 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK