Baba!
"Senin çocukluğun nasıldı?"
diye sormuştun ya bana,
dinle kızım, anlatayım sana...
Benim çocukluğumda beton değildi her yer,
duygular bile...
"İnsanlık namına" kelimesini duymazdık..
Çünkü insanlık, onur, haysiyet, Allah rızası,
önemli kavramlardı..
Akşam hava kararıncaya kadar
sokakta oynar,
anne babamızın pencereden
seslenmesinden sonra koşarak,
neşe içinde evimize giderdik...
Arkadaşlığı, paylaşmayı,
düşünce kendi kendine kalkmayı,
sokakta öğrendik..
Senin hiç bilmediğin sokakta..
Huzurluyduk,
çünkü; o zamanlar sokakta
uyuşturucu satılmazdı..
Organ mafyası kol gezmezdi,
anneler tedirgin olmazdı çocukları için.
Sapıklar ele geçirmemişlerdi köşebaşlarını.
velhasıl, huzurluyduk...
Kışın yarım metre kar üzerinde,
saatlerce yürür, iki büklüm okula giderdik.
Gider gitmezde, sobanın başına üşüşürdük..
Işık görmüş kelebekler gibi...
Annelerimiz naylon torba geçirirdi
çorap üstüne, ayaklarımıza...
Sırf ıslanmasın, üşümesin diye ayaklarımız..
Şikayet etmezdik, çünkü mutluyduk..
O zamanlar bir metre karda yağsa,
okullar tatil olmazdı.. doğaldı herşey,
kolayına hasta olmazdık..
Öğretmenin vurduğu yerde
gül biterdi o zamanlar,
hayatı öğrenelim diye..
Öğretmenden tokat yedinmi,
birde evde babamızdan yerdik,
adam olalım diye..
Şikayet edilmezdi öğretmen,
kutsaldı..
Cep telefonuyla çekilip görüntüsü,
dalga geçilmezdi, yada basına verilmezdi..
Rezil edilmezdi el, aleme..
Çünkü cep telefonu denilince,
dalga geçiliyor sanılıp,
saatlerce gülünebilirdi..
Mantık almazdı o zamanlar
evde kullanılan koskoca telefonun,
gün gelip ceplerde taşınabileceği..
Okuldan eve gelince,
soba üzerinde kaynayan
tarhana çorbasından içilir,
buz gibi kar soğuğuna inat,
sıcacık olurdu içimiz..
Hele birde kestane konursa soba üzerine,
değme keyfimize..
O gün orada ölünürdü zevkten, keyiften...
Haftasonları küçük dağda uçurtma uçurur,
Çamlı dağdan badem toplardık..
Ha birde papatyalar,
annemizi sevindirmek için...
Uçurtma yapmak için kamış bulunmaz,
bulunduğunda ise para olmazdı..
Uçurtmalar ya mavi, yada kırmızı olurdu,
başka renkli defter kabı olmadığından..
Sanırdık dünyadaki bütün uçurtmalar,
kırmızı, mavi olurmuş...
Dergilerde başka renkli uçurtma görsek,
şaşırırdık, akıl erdiremezdik..
Televizyonlar tek kanallı ve siyah beyazdı..
birde, akşam saat sekizde açılırdı..
Çok sonra öğrendik;
Çiçek Abbasın minübüsünün,
kırmızı olduğunu ve Süpermenin kıyafetinin
mavi olduğunu... renkli televizyondan sonra..
Sen yakantop, istop, kemer saklamaca
oyunlarını duydunmu hiç kızım?
Ya çelik çomağı ve renkli şeker kıvamında
misketleri hiç gördünmü?..
Pamuk şekeri deyince;
ne anlamaktasın kızım?
Bizim çocukluğumuzda;
robotlar, elektro çocuklar ve konuşan,
uçan oyuncak arabalar yoktu..
Çin'in ne mal olduğunu bilmezdikki,
"Çin Malı"nı bilelim.. Bildiğimiz tek şey;
Yerli malı, yurdun malı,
herkes onu kullanmalıydı..
Sahi okulunuzda ,
yerli malı haftası kutlanırmı kızım?
Okula götüreceğiniz "yerli malı" kaldımı?
Ekmek aldığımız "Çerkez" Nazım amca,
komşumuz "Kürt" Polis Bekir amca
ve hatta "Laz" kuruyemişçimiz,
her birlikte iç içe yaşardık..
Yoktu ayrı gayrımız..
"İç ülke" diye kahpelenip durmazdı birileri..
Ya da kimse kaale almazdı,
adam yerine koymazdı,
bölücülük kokan ara nağmeleri...
Şehitlerin sadece,
Kurtuluş Savaşında verildiğini sanırdık..
Babamızın televizyonu her açışında,
şehit haberleriyle karşılaşmazdık.
Bir şehit olsa, yer yerinden oynar,
sarsılırdı cümle alem..
Anlam veremezdik;
"doğuda şehit oldu" sözüne..
Çünkü bizim için doğu,
öğrendiğimiz dört yönden ilk ve
en masum söyleneniydi..
Neden şehit olunurduki doğuda?
"Doğu"da ülkemiz yönlerinden değilmiydi?
anlam veremezdik, karışırdı kafamız...
Kısacası, o zamanlar anlam veremediğimiz
çok şey vardı belki ama,
neticede mutluyduk..
Hem de çok mutluyduk..
Gözümüzün gördüğü her yer bizim,
yürüdüğümüz bütün yollar bizimdi..
Bizki, çağ açıp kapatan,
ülkesine göz dikenin gözünü çıkaran
bir milletin evlatlarıydık..
Kutsal değerlerimiz tartışılmaz,
yerine yenileri konulmazdı..
En büyük kahramanımız;
ne X men, ne Hitman, ne de Demir Adamdı..
Mavi gözlü, sarı saçlı tek kahramanımız,
Ulu önderimiz Ata'mızdı..
Ne özel yaşantısı,
ne de aşkları değildi bizi ilgilendiren..
Düşman elinde inleyen,
yok olup bitmek üzere olan ülkemizi,
kurtarıp düşman işgalinden,
bugünleri bize armağan etmesiydi..
O zamanlar binbir güçlükle kurulan ülkemiz
ve onun namusu sayılan "kurumlar"ı,
hala bizimdi, hala Türk'tü..
Hormon nedir bilmez,
kanser dedinmi, anlam veremezdik..
Meyveyi sebzeyi, mevsiminde yer,
kokusunu bilirdik..
Parayla su sipariş etmez,
damacana suyu nedir bilmezdik.
Dedimya kızım;
mutluyduk...
Şimdi bunlardan sonra sana son sözüm;
Özür dilerim kızım..
Bir kez bile sokakta oynayamadığın için,
susadığında ağzını dayayıp musluğa,
kana kana su içemediğin için,
kendi öz topraklarında,
özgürce yürüyemediğin için,
daha doğmadan borçlu olarak
dünyaya geldiğin için,
dinimizin değiştirildiği,
Ata'mızın eleştirildiği,
toprağımızın bölüştürüldüğü
ve kardeşin kardeşle dövüştürüldüğü
böyle bir dünyaya gelmene sebep olduğum için,
özür dilerim...
... Sevgili Ozan ÇAĞLAR Abime ait bir şiir...