Doğuda öğretmenlik yaparken yaşadıklarımı ve kendimce çözüm yollarını yazdığım yazıyı başka bir bölüme eklemiştim ama konu ile alakalı olduğu için buraya da eklemenin faydalı olacağını düşünüyorum)
Merhaba Sevgili arkadaşlar,hepimiz bazen tarifsiz acılar ve sıkıntılar yaşarız.Bunaldığımız anlar olur,konuşacak bir çehre ararız.telafisi olmaz hiç bir şey..Telafisi olmaz acının...
Mesleğe ilk başladığım günlerde bu türden sıkıntılarım çok olmuştu..O günlerde yazdığım, ve çok daraldığım,sıkıldığım anlarda tekrar tekrar okuyup moral bulduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum..Daha once ulusal yayın yapan bir eğitim dergisinde de yayınlanmıştı,bir yarısmada ödüle layık görülmüştü..Hayatımda kendime verdiğim en iyi ödüldür bu yazı benim için.Hayatımın bir kırılma noktasında beni mutluluğa taşıdığı için…Çok uzun olduğundan ben kısaltıyorum..Umarım benim ilk başlarda yaşadığım sıkıntılarla karşı karşıya kalan arkadaşlar içinde bir çözüm yolu olabilir..herkese kolay gelsin..Umudunuz,neşeniz,tebessümünüz ve inancınız eksilmesin emi...
TEBESSÜM
Yılların telaşını ardımda bırakıp huzuru edinmeye başladığım günlerin arifesini yaşıyordum. Meslekte ilk görev yerimin belli olduğu zaman dilimine kadar çehreme yayılan tebessümlerle büyük bir sevinç yumağı sarmıştı ruhumu, bedenimi. Bir nebze burukluğa yol açsa da uzak bir şehre yolumuzun düşmesi incitmemişti yüreğimizi. Kendime olan güvenin eseri olarak her yerde ve her şartta çalışabileceğime inanıyordum. Atama yerim olan uzak şehirde ilk günümdü, gündelik koşuşturmaları ardımda bıraktıktan sonra kısa bir süreliğine olsa da şehri gezmeye fırsatım olmuştu. Şehir merkezi şartları ve imkânları ile ideal bir kent merkezini andırıyordu. Hatta insanların güler yüzleri, samimi yardımları ve sıcak davranışları şehre ısıtmıştı beni. Şehir merkezinde bulunan ve geçici görev yaptığım okuldaki vazifemin sona erip, kuraların çekilerek görev yapacağım yerin belli olmasına kadar tebessümler yayan bir çehreydim. Elimi torbaya atarken torbadan yeni bir maceraya mekân bir yerleşim yerinde sahne alacağımdan ve hayata dair yeni roller üstleneceğimden ne kadar da habersizmişim. Bu düşüncemi çok sonraları yaşadıklarım teyit edecekti, oysa ben bunlardan habersiz tebessümler yayan bir çehreydim. Uzak şehrin en uzak ilçesinin en uzak köyü artık beni bekliyordu. Biraz moralimin bozulduğunu yansıtmama uğraşı içerisinde, geçici olarak çalıştığımız kurumda tanıştığım arkadaşlarla yerlerimizi konuşup, kısa değerlendirmeler yapıyorduk. Çok güzel yere düşmüşsün, il merkezi sayılır, yollar dokuz ay kapalıymış, Allah yardımcın olsun, başarılar, çok şanslısın, o taraf zengindir, çok rahat edersin, valla işin zor, türünden açıklamaların yapıldığı salondan çıktım. Hüzünlenmiştim, ailemi arayıp; hayatımın ilklerinden sayılabilecek bir yalan ve sahte gülüşler altında çok güzel bir yere tayinimin çıktığını söyledim. Yaşadığım olumsuz hislerin kıskacına ailemi de almaya hakkım yoktu zannımca. Zaten yeterince uzaklarda oluşum onlar için dayanılması zor bir ayrılıktı. Ve bir de hasret. Bunları onlara söyleyip, onların zihinlerinde karanlık menziller ve düşünceler açmaya gerek yoktu. Ertesi gün kararnameyi alıp ilçeye gittim, yaklaşık olarak iki saat süren yolculuğun ardında, karşılaştığım yerleşim yerine ilçe denmesine sebep; hükümet binası ve birkaç yüksek binadan başka hiç bir şey değildi. Eski evler, düzensiz bir yerleşme ve beklide hiç eseri olmayan bir şehirleşme planı. İlçe mili eğitim müdürlüğündeki işlerimi tamamladıktan sonra sıra köye nasıl ulaşılacağını öğrenmeye gelmişti. Bir kaç esnaf ve vatandaşla olan konuşmamdan sonra atandığım köyde yaşayan insanların alış veriş yaptıkları bir-iki dükkân öğrendim. Selam vererek içeri girip köyün arabalarının nereden ve saat kaçta hareket ettiğini, köylülerin gelip gelmediğini ya da köye nasıl gidebileceğimi sordum. Dükkân sahibi köye giden aracın olmadığını, köylülerinde ancak ayda bir geldiğini ve köyün ilçenin en uzak köyü olduğunu söyledi. O ana kadar köy zannettiğim yerleşim yerinin aslında köy değil mezra olduğunu da öğreniyordum. Kendi kendime “haritada ismini olmamasının sebebi de buymuş anlaşılan” deyip dükkândan ayrıldım. Günlerce her gün dükkâna uğrayıp köylüleri sordum, köylülerde benim geleceğimi duymuş olacaklar ki bir gün telefonum çaldı, arayan ilçe milli eğitim müdürüydü. Köylüler beni almaya gelmişlerdi. Hemen çantamı alıp müdür beyin belirttiği yere gidip, beni bekleyen köylülerle tanıştım. Köylüler sıcakkanlı insanlardı, köyle ilgili sorduğum her sorunun cevabını güzel bir şekilde yanıtlamaları beni biraz rahatlatmıştı. Köylülerle minibüse bindikten yaklaşık bir saat on dakika sonra, dağlarla çevrili dar bir vadide arabadan indik. Arıza olduğunu sanmıştım. Köylülere sorunca durumun öyle olmadığını anladım. Arabayla geleceğimiz yer buraya kadarmış, bundan sonrasını yürüyerek gidecektik. Tüm köylülerin taşıdıkları yüklerin fazla olması nedeniyle iki çantayı taşımakta bana düşmüştü. Yaklaşık olarak yedi kilometrelik bir yolu yürüyecektik. Yol yüksek bir dağın eteklerinden kıvrıla tam zirveye ulaşıyordu. Köyde tam zirvedeydi. Yolun sürekli yukarıya doğru olması nedeniyle yaklaşık iki saat süren yolculuğumuzun nihayetinde epey yorulmuştuk. Akşam sularında köye vardık, köyde karşılaştığım manzara beni daha da telaşlandırmıştı. Tam dokuz aydır köyde elektrikler yoktu. Köylüler kendilerine ait olan elektrik trafosunun aralarında husumet bulunan komşu köyde olması nedeniyle gidip tamir ettirememişlerdi.
Köyde yaşadığım o ilk gece; yaşadığım ve ardımda bıraktığım günler kadar uzundu sanki. Sabah uyandıktan sonra köyü kısaca bir dolaştım. On sekiz hanelik küçük bir yerleşim yeriydi. Okul çok eskiydi ve bir sürü eksiği vardı. Okula ait lojmanda o güne hiçbir öğretmen kalmamıştı. Hemen lojmanı temizlemeye başladım, lojmanın bir sürü tamire ihtiyacı vardı. Kendi imkânlarım ve köylülerin yardımıyla lojmanı biraz düzelttikten sonra, bir hafta sonu ilçeye gidip, gerekli olan ihtiyaçlarımı aldım fakat nasıl götürecektim. Araç yoktu, bir kanepe, masa, sandalye, banyo kazanı, kap kacak, soba, mutfak eşyası vb. eşyalar yürüyerek köye çıkarılamazdı. Eşyaları bir dükkâna teslim edip köye döndüm. Eşyalar bir ay sonra ilçeye maaş almaya giden köylüler tarafından getirilene kadar köylülerde misafir olarak kaldım. Çok zorlandığım günleri ardımda bırakıp lojmana yerleşmiştim ama sıkıntılar bitmemişti. Aniden bastıran kış şartları beni çok zamansız yakalamıştı. Yaklaşık olarak altı ay köy yolu kapalı kalacaktı. Uzaklarda bir ummanı taşan hasreti ile yaşadığım hayatın müdavimi olmaya çalışıyordum. Bir anlam bulma arayışı olan hayat yolculuğunda; hayatın, kayıtsız, bir kalıba girmeyen yönünü bir çerçeveye yerleştirme telaşının hayatıma yansıdığı günlerdi yaşadıklarım. Var oluşumu açıklayacak bir kalıp, bir açıklama, beklide bir anlamın neticesiydi yaşadıklarım. Ama şu da bir gerçek ki asıl yaşantımdan uzaklaştıkça anlamsızlık kareleri dolduruyordu hayatımın içini. Uygun açıklamalar, uygun anlam kalıpları oluşturmaya, yaşadığım hayatı bir çerçeveye yerleştirmeye çalışıyordum. Nafile. Hayatımı kara bulutlar gibi çevreleyen korku ve ümitsizlik bitmek bilmiyordu.
Yokluk, anlamsızlık en ağır duygu yaşantılarındandır. Bu yüzden bir anlam katamadığım hayat karşısında duyguların en ağırını yaşıyordum. Ve bu duyguya karşı hissettiğim acı o kadar derin oluyordu ki, o zaman çılgınca bir anlam arayışına giriyordum. Ne yapmalıydım? Hiç bir yol, hiçbir eylem içimdeki boşluğu dolduramıyordu, bu boşluğa asıl değerleri yerleştiremiyordum. Yüreğimdeki aynalar koridorunda yaşantıya dair tebessüm yansımalarını yol açtığı bir boşluktu bu. Mutluluğuma sebep olacak şeyler arıyordum çaresiz ve acelece. Var olma tercihimi isyana taşıyabilecek kadar ince bir bağ kalmıştı hayatla aramda. Çünkü insana var oluşun tadı tattırıldıktan sonra, hayatın tadı insanın yakasını bırakmıyordu. Yoksun olduğum hayat şartlarının yol açtığı bir çırpınıştı bu aslında. Bu yüzden çok acı çekiyordum, yaşam karmakarışık ve çekilmez hale gelince, hayatı hiçbir anlam çerçevesine yerleştiremiyordum. Gece sonsuz bir melodiyi mırıldanırken, rüzgâr yine vokaldeydı. .Rüzgâr dışarıdaki yalnızlığı ve sessizliği bir çığlık gibi bölüp, geceye biraz da korku katıyordu. Dinmeyen rüzgârlar çalıyordu pencerelerimi, devrilen bir yalnızlığın altında kalıyordum sonra.Gülüşlerim çehremde,hayallerim gecede dona kalıyordu.Hüzün düşkünü duygular tutsak alıyordu yüreğimin en güzel coğrafyalarını.Yalnızlığıma eklenen hasret ve firkat hissinin dokunduğu her şey boşlukta kalıp,durmaksızın zihnimde metaforlar oluşturuyordu.Zorluklara, iklim ve doğa şartları da eklenince; adeta acıyla örülü yaşam sınavımın soruları daha da zorlaşıyordu.Kendime çizdiğim hayat yolculuğunun yapı taşlarından biri daha düşüyordu,adına kariyer,ideal dediğim ne varsa unutuluyordu mecburi ve zoraki.Acıya işgal,bana tutsaklık kalıyordu.Sonra sabır ve ümitle var oluşuma sığınıp,benim dışımda olup,daha zor ve daha değişik durumlarda olan insanları düşünüyordum.Halime şükrederek içimdeki kararsız azabı dindirip,soğutuyordum,barındırmıyordum içimde.Geçmişe uzanan duygu yolculuğunda hayallerimin tılsımı kaybolmuştu artık,geri vermiyordu tebessümlerimi.Birbiri ardınca kapanıyordu geceye aydınlığımın tüm kapıları.Zifiri gece nöbetlerinde devrilen yalnızlığım gibi devriliyor kapanıyordu tüm ışıklar.. Yaşadığım hayat bıçak sırtı bir yaşam olsa da, inançla kırılıyordu acının ve ümitsizliğin tüm duvarları ve sevgiyle, kardeşlikle ısınıyordu en soğuk coğrafyalar.
Şehirler ve insanlar yine yazgılarını yaşıyorlardı iç içe. Gurbetin, özlemin, hasretin âleme yayılıp, hayatımı acıttıkları vakitler olan “yalnızlık saatlerinde” kaleme alıyordum artık tüm yazılarımı, gecenin kaygıları ve korkuları içinde. Bedeli ödenmemiş bir hayatın ağırlığı vardı sanki üzerimde. Güzel olan, hangi hangi hayalim kaldı ki şimdi, önce bir tutam gülümseme verip, sonra hıçkıra acı taşıdı yüreğime. Hangi unutulmuş hatıranın tanışıklığı duruyordu ki orada, gelişi de daveti de acımak kadar kaçınılmaz oluyordu. Oysa mutlulukla acı arasına acı sözcüğünün harfleri sığacak kadar bir zaman dilimindeydi yaşadıklarım, ama karşı konulan ve içine defalarca sabrın konulduğu bir zula gibi duruyordu sırtımda hayatın ağırlığı. Kısa anlık zaman dilimlerinde olsa da yüreğimin mutluluğa kanat çırptığı an, ne kadar anlatılacak çok şey var aslında, o mutluluk karelerini ifade edemiyor kelimelerim.
Uzayıp giden coğrafya, zifiri bir karanlığın ihatasında geceyi yaşıyordu. Gecede yalnızlık, yalnızlıkta korku, korkuda acı, acıda hüzün, hüzünde kahır, kahırda da kahrımsı dokunuşların hitap ettiği kendi iç dünyam ve yaşadığım mekân, ne kadar da ağır kalıyordu ellerimde. Hele zaman; karanlıklar içinde kilit vurulmuşçasına kalıyor, donuyordu adeta. Yaşanan olumsuz düşünce şekillerine ve davranış kalıplarına suç ortaklığı içindeymiş gibi,sessiz ve ağırdı.Ara sıra camlara dokunan rüzgar,sessizliğime ses olmaya çalışsa da hiçbir şey, zamanın ilerleyip,düşüncelerimi ardımda bırakışıma yol olmuyordu kimi zaman. Ara sıra şiddetini arttırarak çok sesli bir şekilde penceremin camlarına vururcasına dokunan rüzgârda karşı karşıya kaldığım çıkmaz gece senfonisinin, bir enstrümanı gibi durmadan devam ediyordu çok sesliliğine ve geceye korkular katıyordu Ya Rabbim ne kadar uzun ve katlanılması güç bir gece, zaman geçmeyecek mi, yarına güneşle uyanamayacak mıyım türünden düşünceler,gece boyunca ruhumu kemiriyordu. Yalnızlığımın çıkmazlarından olan korku ve neticesinde ortaya çıkan acının ağırlığı hükmederken yüreğime hayal meyal uykuya dalıyordu gözlerim. Uykuma sebep gecenin ilerleyen vakti veya yorgunluğum değil; çaresizliğin kılıfında, tükenişimde kalarak varlığımı unutacak kadar, hayata karşı sessizliğim ve eli kolu bağlı kalışımdı.
Ve her gece tekrarlanan bir nakaratla bölünürdü uykularım. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykuma yeltenip, istilaya kalkan kâbuslarla uyanıyordum,.Kapılar,pencereler,duvarlar,çatıdaki demir saçlar,pencerelerdeki camlar ve muhafaza demirleri,kapının menteşeleri,kapı kolları,lambalar , üzerinde uzandığım kanepenin yayları,sobanın telleri,duvarda asılı olan aynalar,kazanda bulunan su,mutfaktaki cam ve metal eşyalar hatta bilgisayarın ses çıkışları…Odanın içinde ve evin dışında bulunan ne varsa bir gürültü yumağı olup durmadan üzerime geliyordu.Dokunduğum her şey bitmeyecek bir gürültü ile yüreğimi kundaklıyordu.Korkunun senfonisine nefer olan her şey istila duygularını taşıyarak,hayatımı,nefesimi kuşatmaya geliyordu.Çaresizliğimin son demlerinde çığlıkları kuşanarak karşı çıkmak istiyordum,durdurmak istiyordum.Ama nafile her defasında sesim çıkmıyordu,evet sesim hiç çıkmıyordu.Canımı çıkarırcasına bağırıyordum ama sesim çıkmıyordu.Sesim karşı karşıya kaldığım çok şiddetli ve ürkütücü sesliliğin menziline sessiz olarak gidip,çözemediğim bir seslilikle dönüp gürültüye katılıyordu.Başımı ellerimin arasına alarak, kendimi çaresizliğimin kollarına bırakıyordum,yavaş yavaş tüketen bu karmaşa karşısında yapacağım hiçbir şey olmuyordu,her defasında mağlup bir neferin kırılan gurur ve hislerini kuşanmışçasına kalıyordum kendimle..Her şey yüreğime hükmedip beni nefessiz bırakacakken “İmdat” sesiyle uyanıyordum geceyi korkutan kâbuslardan.Şöyle bir etrafıma bakınıyordum,her şey yerindeydi ve hiçbir şey rüyamdaki vaziyette olmuyordu.Binlerce kez şükre muhtaç olduğumu hissediyordum her uyanış sahnesinde..”Sana binlerce kez şükür olsun Allah’ım“ dua ve teşekkürü ile zifiri geceye ve kendime renk vermeye başlıyordum.Bir nebze de olsa uzaklaşıyordum uykuda kuşandığım ruh halinden..
Acı, çile, yalnızlık muhatap olduğum sınavın hayatla karşılaştığım ve çözmeye zorlandığım soruları olmuştu artık.Oysa hayatımın karmakarışık yanlarını bir tarak gibi tarayıp düzeltebilirdim.Çözemediğim karışıklıklarla dolan içsel dünyama bir anlam kazandırabilirdim.Yaratılmış yani var oluşumu kendim kurmamış,ona hazır halde sahip yaratılmış ve her şeyin dışımda geliştiği,olaylara,evrendeki düzene seyirci olduğum,var olan düzende hiçbir rolümün olmadığı bir dünyada yaşıyordum.Var oluşumu elinde bulan bir varlıktım.Bunun sonucu teşekkür olmalıydı.Ama zıtlarla örülü bir dünyada yaşıyordum.Sevginin içinde korkunun,mutluluğun içinde acının olduğu bir dünya.Güneş hem batıyor,hem de doğuyordu.Karanlıkla aydınlık birbirini izliyordu.Bu yüzden yaşadığım güzel günlere nasıl razı olup şikâyetçi olmadıysam,hayatı bir isyana taşımadan karşı karşıya kaldığım olumsuzluklara razı olmalı ve çözüm yolları aramalıydım..Aslında ölümün her şeyi nihayetsizleştireceği bir dünyada,sonu belli varlıklara,düşüncelere düşüncelere bağlanmanın neticesinde yaşıyordum hezeyanları.Tükenecek bir dünyada,hiç tükenmeyecek arzular beslememeliydim.Yaşamın gerekleriyle kendime sahne olarak tasarlanan dünyada rolümün gereklerini yapmalıydım.Zaten şikâyet üzerine kurulu hayatlar,hayatı acı haline getirme tutumu,menfaat ilişkisinin olduğu narsist benliklerin oyunuydu.İnsan olarak yaratılıp, var oluşu, hayatı tatma imkânına sahip olmuştum.Sonsuz değerli bir varlık olarak,tüm insanlar gibi her şeyin muhatabı olarak yaratılmıştım.Yaşam bir sınanma olduğundan,insana isyan etme hakkı da tanınmıştı ama isyan etmek kolay olanı seçmekti,direnip yeni yollar aramalı,çehreme yakışan tebessümü tekrar ortaya çıkarmalıydım.Bana düşen var oluşumu,burada oluşumu sorgulayarak,burada olmamın sebebini ortaya çıkarma gayreti ile köydeki yaşamı şükranla karşılayıp,öyle yaşamak olmalıydı.Çünküancak var oluşunu onaylayıp,varlığı karşısında derin bir mutluluk duyanlar;şükran duygusuna sahip olanlar,yaşadıklarını ve nihayeti olan ölümü mutlulukla onaylayacaklardır.
O gün; her türlü korkuyu ardımda bırakarak, bütün olumsuz düşüncelerin neticesiz olduğu gerçeği ile hayata uyandığım bir dönüm noktası, bir milat olmuştu. Artık hiçbir şey çehremden yayılan tebessümüme engel olamazdı. Çünkü hayatın ağırlıklarını ardımda bıraktığımdan beri, hayatımda oluşan huzur fotoğrafının bakan çehrelere selamı olmuştu, çehremden eksilmeyen tebessüm.
Hayatın yaşantı karelerinde bazen çehremize sıcak bir mutluluğu yayarken, hayat bazen de buz gibi soğuk kesiliyor karşımızda. Yaşadıklarımın gölgesinde fark ediyorum ki, kendime borçlu bir duruşum var. Gülümsemeler, tebessümler borçluyum kendime. Her şeye rağmen çehrenize yakıştıracağınız bir tebessüm bir başlangıç sayılabilir. Kırık ve kaybedilmiş düşlerin, isteklerin ağırlığı altında kalan bir hayatı tadil bir renge boyayabilirsiniz. Çünkü sevinç çığlıkları ile gözyaşları arasında anlık bir fısıltıdır hayat. Bu bilinçle yaklaşmalı hayata insan. Belirli bir zaman diliminde hayata dair roller üstlendiğimiz yaşam sahnesinde mutlu ve huzurlu bir hayata başlangıç olan düşüncelerinden başlayarak kendine değer verip, her şeyi severek yaşamın gerçek bir formatta yaşamalıdır. Çünkü hayat kattığın anlam ve değer kadar, hayata kattığın tebessüm kadar tebessümler yansıyacaktır çehrene. Hayatı tebessümlerle karşılayıp, tebessümlerle geride bırakacağımız nice meslek yıllarına…