Üniversitede okuduğum yıllarda bir ara ağır şekilde hastalanmıştım. Bana, şimdi rahmetli olan bir arkadaşım bakıyordu.
Paramız yoktu ve açtık. Sobanın başında uyuyakaldığım bir akşam arkadaşım beni uyandırdı. Elinde komşunun gönderdiği bir tabak yemek vardı. Ayaklarının biri kırık küçük masayı yanıma çekti, yemeği önüme koydu. Hadi bakalım dedi, yemek vakti
Masada sadece bir kaşık vardı. Sen yemeyecek misin? dedim. Gülümsedi. Sen uyurken ben bir tabak yedim dedi. İnanmadım. Sen yemezsen yemem dedim. Mutfağa gitti. Yemek bulaşığı olan bir tabak getirdi. İnanmazsan bak dedi.
Tabağı görünce inandım. Yemeğin hepsini büyük bir iştahla yedim.
Yıllar sonra arkadaşımı bir trafik kazasını kaybettim. Yaz tatilinde ikinci defa ailesini ziyarete gittiğimde annesi anlattı:
O akşam, seni inandırmak için komşudan gelen yemeği başka bir tabağa koymuş ve sana diğer tabağı göstermiş. Senin yemek yediğine inanmayacağını biliyormuş. Hasta olduğun için yemeğin hepsini senin yemeni istemiş.
Aç mı kalmış dedim.
Yok dedi, Sen yedikçe o da doymuş.
Hayatımda çok acı birkaç hatıradan biri bu. Hiç unutmadım ama kimseye de anlatmadım. Ne zaman aklıma gelse uzak kuytu bir yere gidip ağladım sadece.
Yine üniversitede babası çok küçükken ölmüş Alanyalı bir arkadaşım bir gün yanıma geldi ve fotoğraf makinesini satmak istediğini söyledi.
O ara hem okuyor hem de çalışıyorum ve elimde bir öğrenci için epey denecek miktarda bir para var. İstediği fiyat makinenin fiyatından çok düşük bir fiyattı. Parayı hemen ödedim ve makineyi aldım.
Aradan birkaç ay geçti. Makineyi aldığım arkadaşla yurtta aynı koğuşta kalan bir arkadaşımız yanıma geldi ve Fotoğraf makinesinin arkadaşıma babasından hatıra kaldığını ve Almanyada bulunan dayısından aylardır para gelmediği için satmak zorunda kaldığını anlattı. Her gün ağlıyor dedi.
Koşar adım arkadaşımın yanına gittim. Bu makineyi dedim. Kullanamıyorum bir türlü. Fotoğraflar çok kötü çıkıyor. Makineyi ben sana geri versem, sen de paran olduğunda paramı versen olur mu?
Olur dedi. Olur tabii
Hatta hemen vereyim paranı
Paramı verdi, makineyi aldı. Arkadaşımın çok iyi görmeyen lens takılı gözleri ilk defa bu kadar güzel gülüyordu.
Adamın biri, bir gün eşiyle birlikte çarşıda geziyordu. Vitrindeki kadın elbiselerinden birine baktı ve Hanım dedi. Bu elbise Şükrana çok yakışır değil mi?
Bir hamile elbisesiydi bu ve çok sevdikleri arkadaşlarının hanımı Şükranda 6 aylık hamileydi.
Beraber içeri girdiler ve beğendikleri elbiseyi aldılar.
Adam, arkadaşının karısına hamile elbisesi alan bir dost olarak iz bıraktı kendi eşinin zihninde.
Sık sık telefon açtı canın bir şey istiyor mu? diye. Bacım, hamilesin, belki eşinin aklına gelmez, canın bir şey isterse abini ara
Hatırlayıp hatırlayıp güldüler. Hamile elbisesini giyen mutlu muydu bilinmiyordu ama, alanlar hep mutlu oldu. Akşamları oturup çaylarını yudumlarken sık sık latife konusu yaptılar bu olayı.
Sonra zihinler bulandı. Bulanık zihinde daha önce yapılanlara ait izler görünmez oldu. Geçmişe ait izler görünmeyince Şükran bir gün eline süpürgeyi aldı ve o izlerin üstünü tamamen kapattı.
Zihinleri bulandıranlar Allaha havale edildi ve herkes yoluna devam etti.
Bu sabah, günlerdir hasta olan eşimi işe bırakıp eve dönerken telefonum çaldı. Üniversiteyi benimle beraber okuyan ama öğretmenlik yerine ticareti tercih eden bir arkadaşımdı. Uzun zamandır görüşmüyorduk.
Seni rüyamda gördüm bu gece dedi.
Hayırdır dedim.
Eşimle boşanma aşamasındayız biz. Rüyamda mahkemeye gidiyoruz. Sen de benim şahidimsin. Güya eşimi suçlaman, geçinemediğimizi söylemen lazım.
Eeeee
Hakim bizi dinledikten sonra sana söz veriyor. Ayağa kalkıyorsun ve diyorsun ki:
Hakim bey!.. Ben bu adamla bu kadının birbirlerini ne kadar çok sevdiklerine şahitlik yapmak istiyorum. Arkadaşım üniversite okumuş ama maalesef yontulmamış. Kaba bir adam. Hep beraber bu odunu yontalım, sorun kalmayacak
Eeee, dedim tekrar. Yonttuk mu peki seni?
Oğlum, yonttunuz mu yontmadınız mı bilmiyorum ama, sabahın köründe kalktım hanıma kahvaltı hazırladım yıllardır ilk defa. Bu odun işinin hesabını da soracağım sana, unutma
En son telefonu kapatırken şöyle dedi:
Beni rüyamda bile uyaracak kadar iyi bir dost olduğun için teşekkür ederim
Yazıyı çok uzattım, biliyorum. Lütfen sıkılanlar bıraksın, zira yazmaya devam edeceğim.
Dostluklar binalar gibi inşası uzun, yıkılması kısa sürüyor. 40 yıllık dostluklar 40 saniyede tuzla buz olabiliyor.
Var mıdır örnekleri?
Çok hem de
Olmalı mıdır?
Önce bir anekdot:
Geçenlerde bir mekanda, çok sevdiğim bir dostumla ilgili uygunsuz ifadeler sarf edildi.
Lütfen dedim. O benim dostum, kardeşim. Ona söylediğiniz her söz benim yüreğimi acıtıyor.
Ama dedi, O senin hakkında
Doğru söylüyor dedim sözünü keserek. Benim arkadaşım mükemmeldir ama ben mükemmel değilim. Onun benim hakkımda söyledikleri doğrudur. Anlatmışsa iyi etmiş.
Sustu
Doğru arkadaşımın yanına gittim, gözlerine baktım. Bakışlarından yüreğime ılık ılık sevgi aktığını hissettim.
Hissetmek önemli
Ben dostluklarımda karşımdakinin sözlerine değil, gözlerine bakarım. Gözlerinde sevgiyi görüyorsam, sözlerini boş veririm
Ne demiştik?
40 yıllık dostluklar 40 saniyede tuzla buz olmalı mıdır?
Neyse
Bayram değil, seyran değil bu dostluk yazısı nerden çıktı diyenleriniz olabilir.
Dostlukların bayram yerine çevirdiği yüreklerimizde bazen yangınlar çıkabiliyor. Çevredekiler o yangına su dökmek yerine benzin dökerse yangın büyüyor ve her şeyi kül ediyor.
Önemli olan, insanların çevresinin yangın çıktığında, yangına su dökecek dostlarla çevrili olmasıdır
Dostluklarınızın daim olması dileğiyle
Yazının orjinal linki: [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hocam son 3 gündür yaşadıklarımı düşündürdü yazınız..gözyaşları içinde okudum..ama diye başlıyor hala içimdeki ses arkadaşıma karşı o kadar kırgınım(ki hayatta kırgın kalmayı hiç sevmem) belki o da kırgın belkide umrunda bile değil bilemiyorum??? sadece yazdıklarınız çok etkiledi beni şuan aslında düşüncelerimi kelimelere dökmem imkansız...
ama'sız cümlelerle başlayabilmek umuduyla..
saygılar sayın hocam...