Yıllar önce müfettişler ''çocukları yarıştırmayın’’ demişti. Neden yarıştırmayın dediklerinin mantığını yıllar sonra ancak anlayabildim...
Bu yarış bir virüs gibi mübarek, başladı mı sonu gelmiyor bir türlü.
Güzel şeylerde yarışalım ama her şeyde yarışmak ne kadar doğru?
*Okumada yarış. Mini mini birlerle başlıyoruz. ‘’Çocuğum nasıl okuduğun önemli değil, yeter ki en çok okuyan ol’’ Kavramada kendini, arkadaşını aşamayan çocuk, bir süre sonra yarıştan kopuyor.
*Soru cevaplamada yarış. ''En çok soruyu sen bilirsen kazanacaksın, sakın hata yapma’’ Ne işe yarayacağını bilmeden, biraz övgü için ilk başlarda yarışan küçücük çocuk bir süre sonra övgüye aşina olup, övgü almadığında cevaplamanın, bilmenin zevkini duyamıyor, anlamsız görüyor. Çünkü doyma noktasına ulaşınca bitiyor her şey.
*Övgü almak için yarış. ''İstediğim sorunun cevabını bilir, kafamdaki miktar kelime hızına ulaşır, istediğim tüm davranışları sergilersen bir övgü alacaksın’’ Bir süre sonra bazı arkadaşlarını aşamayınca, birkaç denemeden sonra pes ediyor çocuk, bilme, çabalama isteğini yitiriyor.
*Ödül için yarış. Elbette ki ödül de gerekli; ancak yeri, zamanı ve dozu iyi ayarlanırsa, yoksa araç olmaktan çıkıp amaç halini alırsa çocuktaki doğal öğrenme isteğini, araştırma, kendini geliştirme, bilmek ve öğrenmekten zevk alma, küçük şeylerle de mutlu olmayı öğrenme gibi büyük bir gizemi yok eder, ediyoruz.
*Birazcık oyun için yarış. Ailede, şunu yaparsan bunu, bunu yaparsan şu kadar (pc, internet, arkadaşlarla oyun, bisiklet, oyuncak v.s...) ile de destekleniyor ve katmerlenerek ödüle dayalı öğrenmeyi pekiştiriyor. Ödül kesildiğinde çocuk da olduğu yerde duruyor. Burada ödülün işlevini yitirmesi ile nasıl tersine işlenebileceğini keşfetmek o kadar da zor olmasa gerek.
*Çok çok çalış daha çok yarış. Bak ben bile bunu yeni keşfettim. Çok çok ne demek? Bir aferin, etti iki aferin mi demek? Oley! bisikletten sonra arabam olacak mı ki demek?!! Şaka bir yana Tüm bunları üstüste koyduğumuzda; dolaylı olarak sadece ödüle dayalı bir çalışma, öğrenme güdüsü geliştiriliyor. Bu güdüyü beslemek için her seferinde ödülün miktarını da artırmak gerekeceğinden, çocuk da daha daha… çok çok… çalışması gerektiğini ama bu daha dahanın, çok çokun ne kadar olduğunu bilmemesi, sınır ölçü getirememesi sonucu; çocuklarımız için ödülsüz çalışmamasının sonucunu garanti ediyoruz.
*Bitmedi, devam ediyor yarış. SBS, BBS, CBS'lerle devam ediyor. Önceleri küçük bir kalem, silgi ve ya övgü için yarışan çocuk bu sefer ailesini, velisini mutlu kılmak için yarışmak zorunda kaldığını anlıyor.
*Daha sonra iyi okullara girmek için yarış. Aile bu sefer yarış atını kazanması için daha iyi hazırlama gereği duyuyor olacak ki, dersaneler, etütler, özel kurslar, en iyi hocalar v.s......v.s.
* Fakültenin en iyisi için uzuuuun bir yarış. Bitmiyor bir türlü bu yarış, bu sefer iyi bir meslek için yarış başlıyor. Girdin girdin! girmedin büyük bir hayal kırıklığı, bunca yıl yarıştın kolay mı hazmetmek.
*Bitmedi göze girmek için yarış. Hasbelkader 4-5 yıl okudun, bir mesleğe başladın, misal öğretmen olmuşsun. Arkadaşların arasında, okulda, veli gözünde en iyi olmak için yarışacaksın...
*İyi bir yere tayin yaptırmak için yarış. Çıktı, başladın, çalıştın iyi kötü 5-10 yıl. Bir de burdan çıkma, istediğin yerde çalışabilme yarışı başlıyor. Orası bu kadar puan, şurası şu kadar puanmış, mış mış mışşşş... Başlıyorsun eş, dost, böyyük adam bulma yarışına, kolay gelsin.
*En iyi torpil için yarış. Torpile karşıyız, karşıyım, karşısınız; ama herkes bööle yapıyor! Eh yol yordam biliyorsan ne ala, bilmiyorsan, hele bir de saf, temiz, iyi niyetli ve sabırlıysan yandın alimallah...
Tüm bu yarışlar olurken, yaşamın tüm güzelliklerinin de pek bir önemi yoktur, olamaz zaten; çünkü yarışmaktan gözün pek bir şey de görmez, o kadar hızlısın ki ömür denilen üç beş günü yarış kulvarlarında geçirmekten sakinleşip kendinle baş başa kalmaya, düşünmeye nasıl mutlu insan olunur gibi anlamsız şeylere kafa yormaya gerçek bir fırsatın olmamıştır, olmaz da.
Bir yarışa girersen iki ihtimalden birini mutlaka yaşarsın. Ya kazanırsın, ya da kaybedersin. Kazanırsan mutlusun, kaybedeni kimse istemez zaten düşünüp üzülmene de gerek yok. Kaybedersen de katlanırsın, hayat böyle…
Toplumsal argumanlarımız da hazır zaten;
''Ekmek aslanın ağzında, yok midesine inmiş, bağırsaklarına kadar elini sokman lazım''
''Düşene bir tekme de sen vur, yoksa...ne mi lazım''
''Ya tozu dumana katarsın, ya da tozu yutarsın''
Ya allah aşkına ya ben ''tozu dumana katmak'' istemez, ''tozu yutmak'' isteyen de olmak istemezsem ne olacak halim?
Doğada yeşilin bile kırk tonu var. Aceleyle, birbirimizi yarışlara mahkum etmek ne kadar doğru?
Çocuklarımız kendilerinden çok bizler için yarışıyor gibi bir hisse kapılıyorum açıkçası. Onlara daha iyi bir yaşam sunamadığımız için; iyi mutlu bir yaşamın, çok paralı bir meslekten geçtiğine olan inancımız nedeniyle onları amansız, ömürlük yarışlara sevk ediyor, böylelikle vicdanlarımızın sesini bir nebze olsun susturmayı yeğliyoruz. Ne de olsa hayat zor, ekmek aslanın mi….(orayı da geçtik) taaaa bağırsaklarında. Çıkar çıkarabilirsen, işin çok zor çocuğum…
Her çocuğumuzun doktor, avukat, mühendis olmasını hedeflemek, onu bir yarış atı gibi bu amaca koşturmak mı? yoksa kendi ilgi ve yetenekleri oranında çabalayacağı, mutlu olabileceği bir alana yöneltmek mi daha doğru olur? bunu artık sorgulamamız lazım.
Çocuğum, evladım en güzel meslek, severek çalıştığın, isteyerek yaşamını sürdürdüğün bir ortamda mutlu olduğun iştir. ''Neye ilgin varsa, neyi yapabileceğine inanıyorsan onu hayal et, ona çabala, önemli olan senin mutlu olman’’ Çocuklarımıza bunu diyemiyoruz bir türlü…