İŞTE O ESKİ RAMAZANLAR
Yeşil mercimekli bulgur pilavı, kuru üzüm ve kayısı hoşafı, patates salatası ve her gün bir yenisi yapılan çorba demekti eski ramazanlar. Yayla çorbasının üzerindeki tereyağı ve kuru nanenin bahçemizin mahsulü olduğuna dikkat çekmek isterim. Çünkü daha lezzetlisini yemek henüz kısmet olmadı. Tarhana çorbasının ise günümüz hazır çorbalarının samimiyetsizliğine sonsuz isyanı vardı. Yüzde yüz doğal ve sınırsız sağlıklıydı. Bir de un çorbası yapardı annem, muhtemelen fakirliğimizin simgesiydi o çorba; un, süt veya su ve tuzdan müteşekkil bir çorbaydı. Lezzeti ise kendisini oluşturan zenginliğin kat kat fazlasıydı. Hem fakir olmadık biz asla, şimdi pek rastlanılmayan bir zenginliğimiz vardı sofralarımızda; sonsuz vakar sahibi bir baba, sınırsız edep sahibi bir anne ve yedi evlat. Evlatların pek bir arada olması mümkün olmazdı ramazan ayında çünkü kış mevsimiydi ve açıktı okullar. Lakin bayrama yakın bir iki gün dünyanın en anlamlı gülücüklerinin yankılandığı bir evimiz olurdu.
Dokuz kişinin yer sofrasının kenarına sıralandığını düşünüyorum da şimdinin dört kişilik çekirdek ailelerinin masanın etrafına sığamamaktan yakınmalarına ağlayasım geliyor. Cep telefonlarının masaların köşelerini işgal etmeleri, gözün ya da kulağın sürekli o lanet olası telefonlarda olmasından kaynaklı saçma sapan hallere şahit oldukça ne kadar da şanslı bir çocukluk yaşadığımı anlıyor, şükrediyorum.
Sahurda tok tuttuğuna inandığımız ve gerçekten de öyle olan yeşil mercimekli bulgur pilavı yiyorduk. Hala kokusunu hatırladıkça burnumun direği sızlar. Yanında olmazsa olmaz kayısı hoşafı. Ve en nihayetinde koskoca bir demlik çay. Çay, babam için ayrı bir dünyanın varlığı gibiydi. Annem de çok severdi ama babamın çaya âşık olduğunu hiç çekinmeden yazabilirim şu an. Ramazan ayında olmadığımız kimi günler sabah namazını kılarken küçük tüpte çayı kaynatır ve namaz sonrası demler içerdi. Şimdiki aklım olsa her sabah kalkar o çaya eşlik etmeye gayret ederdim ama çok değil dört beş kez nasip oldu. Çocuktuk, uyku daha tatlıydı.
Ramazan ayında daha çok Kuran-ı Kerim okurdu babam. Özellikle öğle namazından sonra misafir odasına geçer ve sehpanın üzerinde dudakları belli belirsiz kıpırdar halde okurdu. Sadece okumakla kalmaz hayatına yansıtmak için de bin bir çaba harcardı. Bize de bu şekilde yaşamamız gerektiğini telkin ederdi davranışlarıyla.
İftar vakti yaklaştıkça hanemizde rehavetle karışık bir sevinç dalgası dolardı. TRT Radyo 1 kanalından iftar programını takip eder Ankaraya göre kendi iftarımızı hesaplar önce ya da sonra oluşuna göre yorumlar yapardık. Onlarca özel kanalın ramazan özel yayını yaptığı zamanlar değildi o zamanlar. Samimiyetsiz soruların sorularak her şeyin bu denli sulandırıldığı zamanlar hiç değildi. Orucu nelerin bozup nelerin bozmadığı bize babamız İslam İlmihalinden okurdu. Her şeyden önce her şeyin bir edep ölçüleri çerçevesinde gerçekleşmesi gerektiğini öğretmişti babam. Babamız su istediği zaman of denilmeyeceğini de öğretmişti..
İftar vaktine on dakika kala herkes sofraya oturur ve iftarı beklerdi. Amacımız şeytanı çatlatmaktı. Her şey önümüzdeydi ama kimse uzanıp da tek lokma almaya hamle etmiyordu. Bu ne muazzam bir manzaraydı
İftar sonrası çay hazır olurdu. Çaylar içilir ve teravihe gidilirdi. Bir de sabah namazına götürmüştü babam biz dört erkek kardeşi bir zemheri ayında. Hiç unutmuyorum köy imamının yüzündeki ifadeyi, hayırdır yahu demişti bir yaramazlık mı var? Tebessüm etmişti babam, ne yaramazlığı olacak hoca efendi, sana cemaat getirdim.. Bu lezzeti tahayyül edebilip evladına yaşatan kaç ebeveyn var ki şimdi..
Teravihten sonra tekrar çay demlenir ve çok da geç olmadan uyunurdu. Sahura kadar uyanık olmanın lezzetsiz bir şey olduğunu da öğreniyorduk demek o zamanlar.. Her şeyin zamanında ve yerinde güzel olduğunu ilmik ilmik ruhumuza işliyordu babam.
Şimdiki çocuklarımız hocalara, odalarına Justin Bieber posteri asmanın caiz olup olmadığını soruyorlar.
Bir ömrü her şeyden bihaber yaşayıp heba ediyorlar..
Duygularımıza kastı olanlar başarılı olmuşlar, üzgünüm..
Öldürmüşler bizi..
hocam duygulandırdınız beni.sağolun varolun..özlemim arttı yine eskiye.. ben eskidikçe de artıyor..zamanında aynı şeyleri yaşayıp burda paylaşıyor olmak da çok güzel.şükür yaşadık.... diyebiliyorum...