Biz de bugün kaza geçirdik ve kurtulmamız mucizeydi.Yoldan dışarı epeyce savrulduk. Çok şükür ufak zedelenmeler dışında kimseye birşey olmadı.Allah'a emanetiz hepimiz..ogrtmn35 öğretmenim size de geçmiş olsun.
Bugün bir öğrencimin babası vefat etti. Dün kalp krizi geçirmişti. Son derse yeni girdiğimiz sırada bir bayan gelip çocuğu alacağını söyledi. Dersin henüz bitmediğini, son derste olduğumuzu söyleyince beni dışarı çağırıp vefat haberini verdi. Allah rahmet eylesin.....
Bugün bir öğrencimin babası vefat etti. Dün kalp krizi geçirmişti. Son derse yeni girdiğimiz sırada bir bayan gelip çocuğu alacağını söyledi. Dersin henüz bitmediğini, son derste olduğumuzu söyleyince beni dışarı çağırıp vefat haberini verdi.
‘BİR’İ ÇARE OLMALI Gene bakışlarına yakalandım çocuk. Bakışlarının en büyük silahın olduğunu bilmediğini de biliyorum ben. Çünkü bilseydin bakışlarındaki manayı, zamansız kullanır, vicdanımı sömürmeye kalkardın. Oysa yok senin bakışlarında en ufak bir riya, en küçük bir sömürme emaresi. Bir çocuk; dedesi bakıyor. Yani velayeti dedesinde. Yani o çocuğa bakmakla yükümlü insan dedesi. Amma da uzattın ha, tamam anladık, dedesiymiş diyorsunuz. Amacım sıkmak değil elbet, amacım o dededen kısacık bahsetmek olduğu ve ben bu konuda bir hayli zorlandığım için zaman kazanıyorum. Böyle dede nasıl anlatılır ki diye düşünüyorum bir yandan. Vicdansız demişler dede için. Bunu örneklemek için anlattıkları ise ‘vicdansız’lara biraz ayıp sanki. Altıncı sınıf çağındaki bir çocuğu başka bir ile çobanlığa gönderip yağmur yaş demeden çadırda yatıran bir dede. Eee ne var bunda mı dediniz? Çocuğun babasını yıldırım çarpmış inek otlatırken ve baba ölmüş. Dedeye haberi getirenler çok üzülmesin, haberi alıştıra alıştıra verelim diye düşünerek, gel demişler senin ineklere yıldırım çarpmış gidip bir bakalım.. Vayy demiş dede, keşke oğluma çarpaydı da ineklerim sağ kalaydı.. Bir başka çocuk; ağabeyleri kan davası sonucu daha birkaç ay önce uzun namlulu silahlarla vuruldu. Yaşadığı travmayı düşünebilmek mümkün belki, de çektiği acıyı hissetmek pek de olası değil. Okula gönderilmesi için velileriyle görüşmeye giderken kafamızda onlarca soru işareti. Bir tek o değil, kardeşleri, amca çocukları, diğer kuzenleri ile birlikte okula kazandırılması gereken yaklaşık 20 çocuk var. Hepsinde bir ayrı hüzün var aile bireylerinin de benim en çok etkilendiğim bu çocuk. Yedinci sınıf çağında. İspanyol paça pantolonunun sol dizinin hemen altında bir yırtık. Muhtemelen bir yere takılmış. Bizim çocukluğumuzda da öyle olurdu çünkü takılıp da yırtılan yer, dik üçgenin hipotenüs kenarı olmadığını düşünün, ya da dik açı işte.. Ağında pantolonun pamuk ipliğinden bir dikiş. Dikişler öylesine büyük ki gözden kaçması olası değil. Lime lime hüzün kokuyor çocuk pantolondan gözlere..Öyle bir bakıyor ki, kin desen değil, intikam desen değil, masumiyet desen değil. Feleğin çemberinden geçmek için çocuğun başına gelmedik kalmamış bakışı adeta.. Son çocuk, ikinci sınıfa gidiyor. Son üç gündür paydos zili çaldığında yanıma gelip dizlerime sarılarak, ‘örtmenim sizi öpebilir miyim’ diye soruyor. Öpüyorum ben de onu. Dünyaları ona versem belki de ancak bu kadar mutlu olur bakışıyla veda ediyor bana. Bugün, aynı çocuk yemek sırasında bekliyor yemek yeme hakkı olmadığı halde. Çünkü taşımayla gelmediği, kendi imkânlarıyla geldiği için yemek ihalesinde yeri olmayan çocuklardan. Okul mevcudunun üçte biri yemek yerken öğle arasında yemekhanede, diğerleri ya kendi getirdiklerini yiyor ya da evlerine gidiyorlar. Bu çocuk ne eve gidiyor ne de yemek getiriyor. Diğer arkadaşları gibi okulda yemek istiyor belli ki ama koskoca bir yönetmelik maddesi çıkıyor karşısına.. Çocuk bunu anlamıyor.. Anlamak zorunda da değil zaten çünkü o ‘çocuk’.. Belki de yemek yiyen arkadaşları yemeğin lezzetini anlatıyorlar ona, belki de sabah kahvaltı dahi yapmadan okula gelmiş olan bu çocuk öğleye kadar o yemeğin hayalini kuruyor.. Bu çocuğu en iyi platonik aşıklar anlar gibime geliyor. Her sabaha bin umutla uyanıp da her geceyi kabuslarla kapatmak zorunda kalmanın ıstırabı nasıl anlatılır ki.. Her gün okula ‘öğle yemeği’ için gelip de yemek yiyemeden ayrılmanın ise o çocuğun bakışlarından öte izahı yok.. Ey hayat.. Uzaklaştırabilsem seni çocuklardan, mutsuz mu olursun ki…
BİRİ ÇARE OLMALI Gene bakışlarına yakalandım çocuk. Bakışlarının en büyük silahın olduğunu bilmediğini de biliyorum ben. Çünkü bilseydin bakışlarındaki manayı, zamansız kullanır, vicdanımı sömürmeye kalkardın. Oysa yok senin bakışlarında en ufak bir riya, en küçük bir sömürme emaresi. Bir çocuk; dedesi bakıyor. Yani velayeti dedesinde. Yani o çocuğa bakmakla yükümlü insan dedesi. Amma da uzattın ha, tamam anladık, dedesiymiş diyorsunuz. Amacım sıkmak değil elbet, amacım o dededen kısacık bahsetmek olduğu ve ben bu konuda bir hayli zorlandığım için zaman kazanıyorum. Böyle dede nasıl anlatılır ki diye düşünüyorum bir yandan. Vicdansız demişler dede için. Bunu örneklemek için anlattıkları ise vicdansızlara biraz ayıp sanki. Altıncı sınıf çağındaki bir çocuğu başka bir ile çobanlığa gönderip yağmur yaş demeden çadırda yatıran bir dede. Eee ne var bunda mı dediniz? Çocuğun babasını yıldırım çarpmış inek otlatırken ve baba ölmüş. Dedeye haberi getirenler çok üzülmesin, haberi alıştıra alıştıra verelim diye düşünerek, gel demişler senin ineklere yıldırım çarpmış gidip bir bakalım.. Vayy demiş dede, keşke oğluma çarpaydı da ineklerim sağ kalaydı.. Bir başka çocuk; ağabeyleri kan davası sonucu daha birkaç ay önce uzun namlulu silahlarla vuruldu. Yaşadığı travmayı düşünebilmek mümkün belki, de çektiği acıyı hissetmek pek de olası değil. Okula gönderilmesi için velileriyle görüşmeye giderken kafamızda onlarca soru işareti. Bir tek o değil, kardeşleri, amca çocukları, diğer kuzenleri ile birlikte okula kazandırılması gereken yaklaşık 20 çocuk var. Hepsinde bir ayrı hüzün var aile bireylerinin de benim en çok etkilendiğim bu çocuk. Yedinci sınıf çağında. İspanyol paça pantolonunun sol dizinin hemen altında bir yırtık. Muhtemelen bir yere takılmış. Bizim çocukluğumuzda da öyle olurdu çünkü takılıp da yırtılan yer, dik üçgenin hipotenüs kenarı olmadığını düşünün, ya da dik açı işte.. Ağında pantolonun pamuk ipliğinden bir dikiş. Dikişler öylesine büyük ki gözden kaçması olası değil. Lime lime hüzün kokuyor çocuk pantolondan gözlere..Öyle bir bakıyor ki, kin desen değil, intikam desen değil, masumiyet desen değil. Feleğin çemberinden geçmek için çocuğun başına gelmedik kalmamış bakışı adeta.. Son çocuk, ikinci sınıfa gidiyor. Son üç gündür paydos zili çaldığında yanıma gelip dizlerime sarılarak, örtmenim sizi öpebilir miyim diye soruyor. Öpüyorum ben de onu. Dünyaları ona versem belki de ancak bu kadar mutlu olur bakışıyla veda ediyor bana. Bugün, aynı çocuk yemek sırasında bekliyor yemek yeme hakkı olmadığı halde. Çünkü taşımayla gelmediği, kendi imkânlarıyla geldiği için yemek ihalesinde yeri olmayan çocuklardan. Okul mevcudunun üçte biri yemek yerken öğle arasında yemekhanede, diğerleri ya kendi getirdiklerini yiyor ya da evlerine gidiyorlar. Bu çocuk ne eve gidiyor ne de yemek getiriyor. Diğer arkadaşları gibi okulda yemek istiyor belli ki ama koskoca bir yönetmelik maddesi çıkıyor karşısına.. Çocuk bunu anlamıyor.. Anlamak zorunda da değil zaten çünkü o çocuk.. Belki de yemek yiyen arkadaşları yemeğin lezzetini anlatıyorlar ona, belki de sabah kahvaltı dahi yapmadan okula gelmiş olan bu çocuk öğleye kadar o yemeğin hayalini kuruyor.. Bu çocuğu en iyi platonik aşıklar anlar gibime geliyor. Her sabaha bin umutla uyanıp da her geceyi kabuslarla kapatmak zorunda kalmanın ıstırabı nasıl anlatılır ki.. Her gün okula öğle yemeği için gelip de yemek yiyemeden ayrılmanın ise o çocuğun bakışlarından öte izahı yok.. Ey hayat.. Uzaklaştırabilsem seni çocuklardan, mutsuz mu olursun ki
Başım,boğaım,kulaklarım çok ağrıyorrrŞifayı kaptım Çok ügünüm
Şu an 2.073 kişi ve 86 üye var.