Orhun'dan Tuna'ya Uluğ Türkler
Turgut Güler
24 Eylûl’ü 25 Eylûl’e bağlayan gece, Niğbolu surları önünde dağınık düzen yayılmış bulunan Haçlı gürûhunun arkasında, sessizce ordugâhını kuran Bâyezîd Hân, ertesi gün için düşündüklerini Doğan Bey’le paylaşmak istedi. Uzun bir yoldan gelmesine aldırmayıp, atını Hisâr’a doğru sürdü. Lâkin, onun küheylânını mahmuzladığı yönde, en iyimser tahminle 200.000 kişilik bir Haçlı ordusu bulunuyordu.
Başta Sadr-ı âzam Çandarlı Ali Paşa olmak üzere, bütün erkân ve ümerâ ile şehzâdeler, Pâdişâh’ı bu fikrinden ve hareketinden caydırmaya çalıştılarsa da, muvaffak olamadılar. Hepsi de, “Bir haber iletilecekse, sizin yerinize biz gidelim!..” diye öne atıldılar, fakat, Yıldırım Bâyezîd’i iknâ etmeyi hiçbiri başaramadı.
Yanına kimseyi almadan, tek başına atını Niğbolu’ya doğru dörtnala koşturan Yıldırım Bâyezîd, bütün düşman mevzîlerini teker teker aşıp, sur dibine ulaştı. O sırada Doğan Bey, Kale burçlarından birine oturmuş, iyice tükenme noktasına gelmiş maddî ve mânevî imkânlarını düşünerek, zihninden bir son hamleyle hurûc harekâtı yapmayı geçiriyordu. Birden, yeni doğmuş ayın mat ışıklarını yakamoz parlamasına çeviren gür bir ses duydu:
“- Bre Doğan!.. Bre Doğan!..”
Doğan Bey, önce rûyâ gördüğünü zannetti. Fakat, önündeki burcun taşları kadar hakikî bir ses duyuyordu:
“- Bre Doğan!.. Bre Doğan!..”
Hayır, bu rûyâ falan değildi. Yarı beline kadar aşağıya eğildi. Doğan Bey’in gördüğü, tam haşmetiyle, Türk kahramanlık şiirinin tâc beyti idi. Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân, gemini sonuna kadar kastığı hâlde dizginleyemediği ve habire şâha kalkan beyaz atının üzerinde, görünüşte Niğbolu surlarına, fakat, aslında Dünyâ yiğitlik târihinin arenasına, nârâ üstüne nârâ atıyordu:
“- Bre Doğan!.. Bre Doğan!..”
O ânda, orada, Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân’la Niğbolu Kumandanı Doğan Bey, mehtâbın gümüş ışığı altında, bir gün sonra târihe düşecek muhteşem zaferin plânını yapıp, muştuluğunu paylaştılar. Buna göre Doğan Bey, Niğbolu Kalesi’ndeki çatal yürekli askerleriyle hurûc edecek, bunu, Sultân’ın arkadan hücûmu tâkib edecek ve iki taraftan kıskaca alınacak düşmanın işi bitirilecekti.
Hayâtının en mânâlı emrini Niğbolu burcunda alan Doğan Bey’in şaşkın bakışları arasında, beyaz atını geldiği yöne süren Yıldırım Bâyezîd, Haçlı hatlarından tereyağından kıl çekilir gibi geçerek ordugâhına ulaştı ve hemen istişâre toplantısı yaptı. Hünkâr’ın taşıdığı enerji, gösterdiği celâdet ve ortaya koyduğu kahramanlık mâdeni, o gün, Türk ordusunun cümle neferlerine maya olup, damarlarına sindi. Herkes gördü ki, Yıldırım Hân’ın bulunduğu yerde korku barınamaz.
25 Eylûl 1396 günü, Sultan Bâyezîd’i hâlâ Anadolu’da zanneden Haçlı ordusu, onu birdenbire karşısında görünce, önce moral bakımından şiddetli bir çöküntü yaşadı. Niğbolu Muhârebesi’nde en az 200.000 askerden oluşan Haçlı topluluğunun karşısına ancak 60.000 kişi çıkarabilen Yıldırım Bâyezîd, Türk meydân muhârebelerinin geleneği hâline gelen taktiği uygulamış; önceden geri plânda yerleştirdiği yedek kuvvetlerinin hizâsına kadar düşmanı çekmiş; Doğan Bey’in de önden çevirmesiyle, müthiş bir imhâ hareketi başlatmıştır.