Madem öfkeliyim, demek ki haklıyım!
Doğan Cüceloğlu yazdı..
23.01.2010 11:08
Öfkeli olduğum zamanlarda haksız olabileceğim hiç aklıma gelmiyor, “Madem ki öfkeliyim, demek ki haklıyım” gibi gizli bir kural var içimde. Sinirlenince kendimle o kadar doluyum ki karşımdaki bana bir açıklama yapmaya çalışsa da yüzümden onu dinlemeyeceğimi anlıyor.
Ona bıraktığım iki seçenek var: Ya sinecek ya da sinirlenecek.
Sanırım bu gizli kural birçok insan için geçerli. Herkesin içine gömülü olduğu bir öykü var; bu öykü farkında bile olmadığımız binlerce varsayımlar ve beklentilerden oluşur. Beklentilerimiz gerçekleşmeyince “Neden bu böyle oluyor?” diye sorup kendimizi ve ortamı gözlemleyip anlayacağımıza, birilerini suçluyor ve öfkeleniyoruz.
Niçin böyle yapıyoruz? Çünkü, tüm canlılar gibi biz de en zahmetsiz yoldan yaşamaya programlanmışız. Ne var ki, öğrenmenin ve gelişmenin yolu emek vermekten geçer; o da zahmetli bir yol. Yani öfkelenerek gelişemeyiz.
Dün akşam eşim Yıldız ofisinde yaşadığı bir olayı anlattı:
Bizim ofisi bir temizleme firmasının elemanları temizliyor. Biz ofisten çıkmadan hemen önce geliyorlar, çöp kutularımızı boşaltıyor, ortalığın tozunu alıyor ve yerleri süpürüyorlar.
Temizleme ekibinin elemanları değişebiliyor. Nitekim son iki seferdir yeni bir genci görüyorum. On sekiz, bilemedin on dokuz yaşlarında ve çok temiz yüzlü.
İlk karşılaştığımız gün, benim çöp kutumu boşaltırken masamda oturmuyordum. Odada bulunan toplantı masasında çalışıyordum, onu görünce oturduğum yerden önce “İyi akşamlar “dedim, baktım ses yok. Sonra da “Kolay gelsin” dedim, yine ses çıkmadı. Biraz içerledim, ne yalan söyleyeyim, selamımı almadı resmen...
Bu akşamüstü bir sözleşmeye dalmış çalışıyordum. Bu defa hemen yanı başıma çöp kovasını boşaltmaya biri geldi. Hiç ses çıkarmadı, selam vermedi. Ben de bilgisayar ekranına bakarak “İyi akşamlar” dedim. Baktım ses yok. Başımı çevirmeden sol yanıma baktım, yine aynı genç. “Anlamıştım zaten, bu genç temiz yüzlü ama biraz saygısız” diye düşündüm bu sefer. Yine de dayanamadım, ”Kolay gelsin” de dedim. Yine bir cevap vermedi ve yine göz göze gelmedik.
Biraz sonra gençten Hhı, hı” gibi tuhaf, normalde kullanmadığımız bir ses çıktı. Döndüm baktım, gözlerinin içi gülerek, eliyle, benim ne kadar hızlı bilgisayar kullandığımı ima eden bir hareket yaptı. Bana iltifat etti yani. Anladım ki, ikidir, selamımı almıyor diye içerlediğim bu insan, işitme engelli. İçim cız etti, gülümsedim, bu defa gözünün içine bakarak “İyi akşamlar” dedim, o da bana sıcacık gülümsedi ve gitti.
Don Miguel Ruiz, Toltek kökenli Kızılderili bir psikolog.İnsan ilişkileri ve yaşam üstüne yazdığı kitap (Dört Anlaşma) Türkçe yayınlandı. (Ötesi Yayınları.)
Yaşamda paylaşılan bir öykü oluşturuyoruz. Ruiz bu öyküye “rüya” diyor. Her insan farkına varmadan Toltek anlayışına göre; hepimiz, çocukluğumuz boyunca toplumca çocuklukta geliştirdiği bir rüya içinde yaşıyor.
“Rüya kim olduğunuzla ilgili inanç ve kavramlarımızdan kendimizle, başkalarıyla hatta tanrıyla yaptığınız anlaşmalardan oluşuyor.” (s.33) Benim varsayım, beklenti dediğim şeye yazar “anlaşma” adını veriyor.
Kitabında dört şeye dikkat ederek öfkeden özgürlüğe gidebileceğimizi öneriyor:
1- Özenli olmak; söylediklerimizi ve yaptıklarımızda özenli olmalıyız.
2- Hiçbir şeyi kişisel almamak; herkes söylediği ve yaptığı şeye kendi öyküsü içinde anlam vermektedir, kendi üzerinize alınmayın.
3- Varsayımda bulunmayın; kişinin ne demek istediğini onun kendi kafasında taşıdığı öykü içinde değerlendirmeye çalışın.
4- Elinizden gelenin en iyisini yapın; Her durumda elinizden gelenin en iyisini yapın. Algılama özgürlüğü, öfkeden özgürlüğe gecisin temelidir.
(Doğan Cüceloğlu)