SANDIKLI’NIN TURİSTİK YERLERİ
BİR EFSANE VE HÜDAİ KAPLICASI
"Yıllar önce krallığın birinde kral ve güzel kızı mutlu bir yaşam sürerlermiş. Ta ki bu güzel kız hasta olana dek bu mutluluk sürmüş. Kız hastalanmış ve vücudunun her yerinde yaralar çıkmış. Kral kızının hastalığının günden güne artmasına ve kızının acılar içinde kıvranmasına dayanamaz olmuş. Kral, bir gün askerlerini çağırmış ve kızını kimselerin yaşamadığı bir yere tüm ihtiyaçlarını karşılatarak bıraktırmış. Kız, yemyeşil, sıcak su akan bu derenin kenarında yaşamaya başlamış. Zamanla burada yaşayan hayvanlarla arkadaşlık kurmuş. Bir gün ayağı kırılan bir köpeğin, kırılan ayağını derenin kenarında çamurlara batırarak tedavi ettiğini gözlemiş. Köpek kısa bir süre içerisinde iyileşmiş. Buradaki sıcak çamurun faydalı olduğunu gören kız aynı çamuru tüm vücuduna sürmüş. Kızın hiç iyileşmeyen yaraları kısa bir sürede iyileşmiş."
Sandıklı Hüdai (Hüzai) Kaplıcaları Friglerden bugüne kadar insanlara yaklaşık iki bin yıldır şifa dağıtmaktadır. İlk Hıristiyanlık devrinde Koçhisar başpiskoposu Sen Mişel hastalıkları kaplıcada tedavi ederek mucize göstermiş bundan dolayı Hieropolis, mukaddes şehir sayılmıştır. Frigler döneminde ve daha sonraları da Afyon iline kaplıcalarından dolayı Şifalı Frigya denilmiştir. Bizanslılar döneminde önemini koruyan kaplıcada o dönemde yapılan hamam hala ayaktadır.
KAPLICANIN ÖZELLİKLERİ:
İklimi : Termal merkezdeki iklim koşulları karasal iklim ile Akdeniz iklimi arasındaki özellikleri göstermektedir. Yıllık ortalama sıcaklık 13.2 °C, en yüksek sıcaklık 39.6 °C ve en düşük sıcaklık ise -16.7 °C 'dir. Kışları soğuk ve kar yağışlı, bahar mevsimlerinde ılık ve yağmurlu, yazları ise sıcak ve yağışsızdır.
Termal Suyun Sıcaklığı : Sondaj kuyularından alınan termal suyun ortalama sıcaklığı 70 °C dir.
Ph Değeri : 6,3 - 6,9
Toplam Mineralizasyon : 1952-2458 mg/lt.
Fiziko-Kimyasal Özellikler : Termal sular "sodyum, kalsiyum sülfat, bikarbonatlı termal sular" sınıfına girmektedir. Bu sular aynı zamanda 4 mg/lt fluorür, 332 mg/lt karbondioksit içermekte olup radyoaktif özelliğe sahiptir.
KAPLICANIN FAYDALI OLDUĞU HASTALIKLAR VE TEDAVİ:
Sandıklı Hüdai Kaplıcasını diğer kaplıcalardan ayıran en önemli farkı ünü dünyaya yayılmış olan çamur banyolarıdır. Kaplıcanın şifalı suları, 500 m. devam eden jeolojik bir çatlağın değişik yerlerinden kaynar. Sandıklı şifalı çamurları, özel şekilde hazırlanan toprağın, yaklaşık 68 derecelik şifalı su ile karıştırılması ile elde edilir. Böylece ortalama 45 derece sıcaklıkta bir çamur ortaya çıkar. Bu çamura boylu boyuna girilir. Banyo süresi, kişiden kişiye değişmekle birlikte, normal olarak 10-15 dakikadır. Banyodan sonra vücut kaplıca suyu ile temizlenir. Kadın ve erkek banyoluklar yıl boyunca açıktır.
Sandıklı Kaplıcaları'ndan, su banyosu, çamur banyosu ve buğu (sauna) olarak yararlanılır. Buğu banyoları bölümü, erkek ve kadın banyoluklarından oluşur. Ayrıca kaplıcada yer alan sıcak su içmeleri de insanların hizmetine sunulmuştur.
Kaplıca suyunun aşağıda belirtilen hastalıklara iyi geldiği belirlenmiştir:
1- Romatizma
2- Nevralji (Sinir boyunca yayılan iltihaplar)
3- Nevrit (Sinir ucu iltihapları)
4- Polinevrit (Birden fazla sinirin iltihapları)
5- Tendinit (Tenden iltihabı)
6- Periartrit (Eklem zarı iltihabı)
7- Artroz (Eklem kireçlenmeleri)
8- Romatoit Artrit (ateşli romatizma hastalıkları)
9- Selülit(Yumuşak doku romatizması)
10- Siyatik (Siyatik sinirinin sıkışması)
11- Spondilit (Omurganın kireçlenmesi)
12- Mialji (Kas ağrıları)
13- Kadın hastalıkları (Kronik dönemlerde)
14- Polio Sekeli (Çocuk felci sekeli)
15- Hemipleji (Vücudun bir yerinin felci)
16- Parapleji (Her iki alt ekstremitenin 'her iki alt bacağın' felci)
17- Kırık çıkık sekelleri, kazalardan ve ameliyatlardan kalan sekeller
18- Ruhi yorgunluklar, dimağ yorgunluğu
19- Bağırsak hastalıkları
20- Böbreklerde taş ve kumların düşürülmesi.
Sandıklı kaplıcalarında yapılan tedavi doktor kontrolünde olmaktadır. Kaplıcadaki otelde, doktor ve sağlık personeli hizmet vermektedir.
ÇAMUR BANYOSU NASIL YAPILIR?
Toprak 68 derecelik şifalı su ile karıştırıldığında 40-45 derecelik bir çamur ortaya çıkar. Bu toprak, kaplıca yakınlarından sağlanan çok az kumlu kızıl bir kildir. Çamur banyosu küvetini 30 cm kalınlığında dolduran kil, üzerinede geçirilen sıcak kaplıca suyu ile çamur haline getirilerek ve ayrıca ayakla çiğnenerek banyoya hazır hale getirilir. Sıcak kaplıca suyu çamurun üzerine 3-5 cm. kalınlığında bir süre bekletildikten sonra kesilerek küvetten tamamen akıtılmaktadır. Daha sonra kürekle açılan çamurun içerisine hasta başı dışarıda kalacak şekilde uzanmakta ve üstü çamur ile örtülmektedir. Belirli bir süre (10-15 dakika) çamur içerisinde kalan hasta için günde bir kez bu işlem uygulanmaktadır. Bu çamur banyosunun, her türlü romatizmal hastalıklarda, nevralji, nevrit, polinevrit, kırık, çıkık, çocuk felçlerine ve kadın hastalıklarında faydalı olduğu doktor raporlarıyla onaylanmıştır.
AKDAĞ'IN GÜZELLİKLERİ
İlçemizin güneydoğusunu kaplayan Akdağ, yaylası, ormanları, barındırdığı yabani hayvanları, mağarası ve kanyonuyla bir tabiat harikası olarak karşımıza çıkıyor. Zirvesi 2500 metre yükseklikte olan Akdağ, Orman Bakanlığının 29.06.2000 tarih ve MPG.MP.1.23. 03/270 sayılı Olurlarıyla "Tabiat Parkı" olarak tescil edilmiştir.
Akdağ'da bulunan Kocayayla, Kurtini mağarası, Tokalı Kanyonu ve yabani Yılkı Atları, geyikleri, yaban domuzları, kurtları ve diğer canlı türleriyle beraber görülmeye ve gezilmeye değer yerlerdir. Akdağ; sporu, heyecanı, macerayı ve doğayı sevenler için bulunması güç bir ortamdır.
AKDAĞ'A NASIL GİDİLİR?
Kocayayla ve Akdağ civarı Sandıklı ilçemize 35 km. mesafededir. Akdağ, Ankara-Antalya yolunun sağında kalan Hocalar ilçesi yoluyla 20. kilometredeki Sorkun kasabasına kadar asfalt yol ile ulaşımı kolay ender yerlerden biridir. Sorkun'dan itibaren stabilize orman yoluyla, meşe ormanlarıyla başlayan ve yükseldikçe çam ağaçlarının yoğunlaştığı virajlı yollardan 3 km sonra Çamoğlu köyünden geçilerek 1.600 m. yükseklikteki Kocayayla'ya ulaşılmaktadır. Sorkun-Kocayayla arası mesafe 13 km.dir. Kocayayla'dan Kurtini mağarasının bulunduğu yer olan Bökenin Yurdu 6 km sonra yer alıyor. Aynı bölgede Menteş (Oktur) mağarası da bulunmaktadır. Akdağ Tokalı Kanyonu ise Kocayayla'dan yaklaşık 9 km.lik bir yolculuktan sonra başlıyor.
KOCAYAYLA VE YILKI ATLARI
Sorkun'un çıkışında meşe ağaçlarıyla birlikte orman başlıyor. Orman Çamoğlu köyüne ulaşınca çam ağaçlarına bürünüyor. 13 km.lik orman yoluyla 1600 m. yükseklikteki Kocayayla'ya ulaşılıyor. Kocayayla, Karadeniz'in yaylalarını aratmayacak güzellikte. Kocayayla'daki düzlükte göze ilk çarpan Yılkı atları oluyor.
Bir zamanlar yöre halkının yaşlanan ve hizmetini tamamlayan ve dağa salınan atlar birbirleri ile çiftleşerek üremişler ve yabanileşmişler. Yılkı atları, 10-12 attan oluşan öğrekler (gruplar) halinde dolaşıyorlar. Her öğreğin bir lider atı var. Kocayayla'da yüzlerce Yılkı atı yaşıyor. Öğrekler halinde yaşıyorlar çünkü kışın zor şartlarında kendilerine saldırmak isteyen kurtlarla bu şekilde mücadele ediyorlar. Kışın yiyecek bulmak zor. Karın boyu metrelerce olabiliyor. Onlar burunlarıyla karı delerek altındaki ota ulaşıyorlar. Onların sığınakları çam ağaçlarından oluşan orman. Kışın kar yağdığında ağaçların altına sığınarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
Kocayayla'daki yılkı atlarına 50 metre bile yaklaşmak mümkün değil. Biraz yaklaşmaya çalışıldığı zaman ürküyor ve gruplar halinde dört nala koşuyorlar. Ancak yılkı atları uzaktan seyredilebiliyorlar. Onları, Sorkun'dan yakalamak isteyenler olmuş ama nafile. Onlar özgür kalmaktan ve vahşi yaşamdan uzaklaşmaktan ödün vermiyorlar. Bu arada da halk arasında yılkı atları üzerine pek çok hikaye söylene gelmiş.
Kocayayla'da köylülerin yaz aylarında bıraktıkları sığır sürüleri, orman içinde gruplar halinde dolaşan geyik sürüleri göze çarpan canlılardan. Akdağ ve Kocayayla civarında çoğunluğu çam ağaçları, meşe, ardıç, orman kavağı, alıç, kızılcık, ceviz, kuşburnu gibi ağaçlar yer almaktadır. Yaban hayatı olarak geyik, yılkı atları, yaban domuzu, kurt, tilki, sansar, porsuk, sincap, tavşan gibi hayvanların yanında kartal, şahin, keklik gibi kuşlar da bulunmaktadır. Kocayayla civarında bol miktarda bulunan su kaynakları ve yemyeşil çimenler gözaşıcı güzelliktedir.
AKDAĞ TOKALI KANYONU
Bir akarsuyun kalkerli bir alanda oyarak oluşturduğu derin, darboğaza kanyon deniyor. Akdağ kanyonu bütün olarak 20 km.lik alana uzanıyor. 1600 m. rakımlı kanyon Çivril'in Gümüşsu (Homa) beldesinin 900 m. Rakımlı yerleşiminde sona ermektedir. Kanyonun 1200 metre uzunluğundaki kısmı bıçakla kesilmişçesine yüksekliği yer yer 200 m.yi bulan kaya kütlelerinden oluşuyor. En geniş yeri 4 metre en dar yeri ise 1,5 metre aralıktaki bu kayaların arasından akan derenin oluşturduğu Akdağ kanyonu ancak 7-8 saatte geçilebiliyor.
Akdağ'ın Sandıklı-Çivril sınırında yer alan kanyona Kocayayla'dan giriliyor ve Gümüşsu beldesinden çıkılıyor. Yöre halkı kanyonu "geçilemez" bildiği için geçmeye pek yanaşmamışlar. Onlara göre buradan hayvan bile geçemez. Tabii durum böyle olunca halk arasında şu rivayet söylenir olmuş. "Kanyonun en dar ve geçit vermez yerinde altın tokalı bir kapının ardında Romalılar döneminde altın saklanıyormuş. Altının miktarı kimine göre 30, kimine göre ise 40 ton. Ama tepeden otomobil büyüklüğünde bir kaya düşüp, alın tokalı kapıyı kapatmış. Kimse kanyona giremediği için definenin varlığı ya da yokluğu konusunda kimse bir şey söyleyemezken, altının miktarı her geçen gün artıyormuş." İşte geçilemez bilinen bu kanyon 7 Kasım 1993'de 10 kişilik bir ekip tarafından ilk kez geçilmiş. Ondan sonra ise Turizm Bakanlığı yetkilileri kanyondan geçirilmişler ve kanyonun turizme açılması gündeme gelmiş.
Kocayayla çevresinden kaynaklanan sular bir araya gelerek Akçay'ı, Akdağ'ın Çivril yamaçlarındaki kaynaklardan gelen sular Karanlıkdere'yi oluşturmaktadır. Bu iki derenin birleştiği noktadan itibaren kanyon başlamak üzere. Bir vadide ilerleyen dere takip edilerek keyifli bir yürüyüşle kanyonun girişine ulaşılıyor. Kanyon girişine yaklaştıkça sarplaşan kayalar ve kartal yuvaları insanları bir bambaşka aleme götürüyor. Göbet adı verilen ve küçük bir gölcükten itibaren kayalar arasındaki dere yatağının en geniş yeri 4 metre civarında. Buna karşılık yan taraflarda bıçakla kesilmiş gibi yükselen 200 metreyi bulan yükseltileri manzaranın vahşiliğini anlatmak için yeterli. Bu bölgeden itibaren güneşi görmek derenin çizdiği mendereslere bağlı. Kanyonun kimi yerinde yürünür kimi yerinde tırmanılır. Bazen de 1,5 metreyi geçen serin sulardan yüzülerek geçilir. Kanyonun 1,5 metre genişliğindeki en dar yerinde gökyüzü görülmez olur. Çünkü 25 metre yükseklikte büyük bir kaya kütlesi yukarıdan düşerek kanyon arasına sıkışıp kalmıştır. En zor iş ise 25 metre yükseklikte yer alan bu kayanın altından yüzerek geçmektir. Bu dar geçitten sonra kayaların yükselişi yavaş yavaş azalır ve sonunda geniş vadilere dönüşerek Çivril ovasına ulaşılır. Dere yatağından yamaçlara tırmanıldığında ise Işıklı Gölü ve Gümüşsu kasabası görülür. Ve kanyon çıkışından sonra 2 saatlik bir yürüyüşle Gümüşsu'ya varılıyor.
AKDAĞ'IN TARİHİ YAPISI:
Akdağ, Romalılar döneminde yerleşim birimi olarak kullanılmıştır. Karakaya'da temel kalıntıları, lahit şeklindeki mezarlar ve buralardan çıkarılan paralar, Saraç'ta sur kalıntısı, Küfü'de kuyu, seren, zincir ve kova resmi olan taş anıt Roma döneminden izler taşımaktadır. Ayrıca bu gizemli bölgedeki yel ve su değirmenleri sizleri hayal alemine taşıyacaktır.
Şimdi, şehirden uzak bu tabiat ortamı sizleri bekliyor...
YUNUS EMRE VE HAYATI:
...Yaradılanı hoş gör, Yaradan'dan ötürü...
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. 82 yıl yaşayan Yunus, ömrü boyunca cahillikten nefret edip; aşkı, barışı, sevgiyi, hoşgörüyü ve güzelliği savunmuş bir erendir. O'nun özü ilim ve hakikattir.
Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır.
Bir garip öldü diyeler,
Üç gün sonra duyalar.
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.
diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.
Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Ancak Yunus Emre'nin kabri Sandıklı ilçemizde eski ismi Çayköy olan Yunus Emre mahallesindedir. Burada Yunus Emre'ye ve hocası yani şeyhi Tapduk Emre'ye ait mezar iki dere arasında yer almaktadır. Zaten Yunus emre'nin kabrinin şeyhi tabduk Emre'nin kabri yakınında olması O'nun vasiyeti üzerine gerçekleşmiştir. "Ko beni yatayım, Şeyh eşiğinde, dönmesin şeyhimden yana döneyim." diyen Yunus buna işaret etmektedir.
Bazı belgeler, Yunus Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Yunus Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi.
Yunus Emre'nin yurdumuzun bir çok şehrinde ona ait olduğu söylenen makamlarının olması O'nun Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir.
Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur.
Mısralarında eğitici ve bilgi verici ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler.
Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder.
Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe'nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre...
Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe'nin Batı'da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesi"nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü"dür.
Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar.
Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla "milli bir sanatçı"dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi...
YunuS Emre'nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar; İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve Faniliktir. Özetle; Yunus Emre, Türk milletinin içinden çıkmış, onu anlamış ve anlatmış, yazdığı Oğuz lehçesinin konuşulduğu bölgelerde 7 asır boyunca şiirleri dilden dile dolaşmış milli ve büyük bir şairdir.
ESERLERİ:
Ölümünden yüzyıllar sonra basılan iki eseri mevcuttur:
(1) Divan
(2) Risaletü'n-Nushiye.