Sevgili meslektaşlarım. Geçirmiş olduğum Açık kalp ameliyatı( beşli koroner byypass) sebebiyle üç haftadır aranızda değildim. Üç aylık nekahat dönemimde de bilemiyorum siteye devam edebilir miyim. bu yüzden sizlerden ayrı kaldığım - kalacağım bu zaman zarfında biliyorum ki eğitim hane, eğitimin şahikası olmaya devam edecektir.
Arkadaşlar!
İnsan sağlığının kıymetini hastalıklara düçar olduğunda anlıyor. Ama öğrendiği çok güzel duygular oluyor. Bir kere anladım ki belalar ya da musibetler her zaman göründüğü gibi insanın cezası olmayabilir. sabretmeli belkide başa gelen insana verilen ihsandır.
Bir Kaç Işıklı Yürek Notu:
Hasta olarak sürekli kendine nasihat et.
Hasta olan tüm kardeşlerime acil şifalar diliyorum
1. Ey biçare ben. Merak etme, sabret. Benin hastalığın Bana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa ziyan olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, Benin o sermayemi büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrümün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor. Tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gidebileyim.
2. Ey sabırsız ben! Sabret, belki şükret. Benin bu hastalığım, ömür dakikalarımı birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede olan ben aczimi, zaafımı hissederim, Hâlık-ı Rahîmime sığınır, yalvarırım. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete erişenlerden olurum. Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şikayet etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına sahih rivayet vardır. Benin bir dakika ömrümü bin dakika hükmüne getirip, bana uzun ömrü kazandıran hastalıktan şikayetçi olan değil, teşekkür edenlerden olmalıyım.
3.Ey tahammülsüz ben! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, devamlı gelenlerin gitmesi, gençlerin ihtiyarlaşması sonunda, ölüm ile ayrılık çukuruna düşüldüğü bir gerçektir. İnsan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak, rahatlık ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde bulunan insan; burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemez, ömür sermayesini boş yere sarf ettirir. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Ölümsüz değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu bakış açısı ile hiç aldatmaz bir nasihatçı ve ikaz edici bir yol göstericidir. Ondan şikayetçi olmak değil, belki bu şekilde ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.
4.Ey hasta ben ! Vücudum, azaların benim mülküm değildir. Ben onları yapmamışım, başka tezgâhlardan satın almamışım. Başkasının mülküdür. Onların sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Esmâ-i Hüsnâ'sının nakışlarını göstermek için, çok haller içinde beni çevirir ve çok vaziyetlerde beni değiştirir. Ben açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığım gibi, Şâfî ismini de hastalığında bilmeliyim. Nefret ettiğim hastalık perdeleri altında güzel, sevimli bir çok taraf bulurum.
5.Ey hasta ben! Hastalık bazılarına Allah'ın bir ihsanı, Rahmânın bir hediyesidir. Bazı genç zatlar diğer gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî heveslerden bir derece kendini kurtarıyor. Onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhîdir. Hastalık zatı tam uyandırıncaya kadar sabra çalışmalı. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah zata şifa verir."
6. Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken ben! Bu dünya eğer daimî olsaydı, yolumuzda ölüm olmasaydı, ayrılık ile yokluğun rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı gelecekte mânevî kış mevsimleri olmasaydı, herkes benimle beraber halime acıyacaktı. Fakat madem dünya bir gün bize "Haydi, dışarı" diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıkların ikazıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız. Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: "Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren." Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.
7. Ey âhiretini düşünen hasta ben ! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar günahların keffareti olduğu sahih hadisle sabittir. Hem hadiste vardır ki, "Ermiş ağacı silkmekle nasıl ki meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker." Günahlar, ebedi hayatta daimî hastalıklardır; bu dünya hayatında dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Eğer sabredip şikayetçi olmazsam, şu gelip geçici bir hastalıkla, sürekli pek çok hastalıklardan kurtulurum. Eğer günahları düşünmüyorsam, yahut âhireti bilmiyorsam veya Allah'ı tanımıyorsam, ben de öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa bendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad etmeliyim. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kesin ilâç ve kesin şifa verici bir yolu olan iman ilâcını aramak ve inancını düzeltmek gerekir. O ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında bana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâl'in kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî lezzetlerle doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî lezzet, şifa altında, kısmi maddî hastalıkların acısı erir, ezilir.
8. Ey Hâlıkını tanıyan ben ! Hastalıklarda üzüntü ve korku ise, hastalık bazen ölüme vesile olduğu yönündedir. Ölüm, gafletin bakışı ve görüntüsü yönünde dehşetli olduğundan ölüme vesile olabilen hastalıklar insanı korkutuyor, telâş veriyor. Evvelâ bilmeliyim ve kat'î iman etmeliyim ki, ecel takdir edilmiştir, değişime uğramaz. Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Ölüm, şeklen göründüğü gibi dehşetli değil. Ehl-i iman için ölüm, hayat vazi-felerinin yükünden kurtuluştur. Hem dünya meydanındaki imtihanda emir olan ibadetlerden bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem dünya zindanından, cennet bahçelerine bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine karşılık ücret alma sırasıdır. Madem ölümün özü hakikat noktasında budur; ona sevgi ile bakmalıyım.
9.Ey lüzumsuz meraklar içindeki ben ! Hastalığımın ağırlığından merak ediyorum. Bu merakım hastalığımı ağırlaştırır. Hastalığımın hafifleşmesini istiyorsam, merak etmemeye çalışmalıyım. Yani, hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşünerek, merakı kaldırmalı, hastalığımın kökünü kesmeliyim. Evet, merak hastalığı ikileştirir. Maddî hastalığın altında, merak ile mânevî bir hastalığı kalbime verir; maddî hastalık bana dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığımın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddî hastalığımın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Özellikle kuruntularımla bir dirhem maddî hastalık, bazen merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, hastalığımın onda dokuzu gider. Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faydasını biliriz; o merhemi meraka sürüp , kurtulmalıyım. Ah yerine oh de; "Vâ esefâ" yerine "Elhamdü lillâhi alâ külli hal" söylemeliyim sık sık Her halukarda Allah'a hamderim.