Hem Anne Hem Öğretmen Olanların Grubuna Beklenenler

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 03 May 2012 21:59:25
Hocam 38-39 aşı için normal.. 39 u gecen her ateste ben riske atmadım düsurdum ya ya sabitledim...

ılık bi dus boyle durumlar icin ideal. Bu arada sakın ates dudurmek icin sirke kullanmayin.halk arasinda yaygindir simdiden uyarayim.
Bebeginiz cok kucuk baska sorulariniz olursa da yardimci olmaya calisiriz hocam.
Allah saglik sihhat versin.
Bi de rota virus asisi yaptirmayi ihmal etneyin
sevgilet

Çevrimdışı ogrtmn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.386
  • 1.459
  • Müdür Yardımcısı
  • 1.386
  • 1.459
  • Müdür Yardımcısı
# 03 May 2012 22:11:49
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hocam 38-39 aşı için normal.. 39 u gecen her ateste ben riske atmadım düsurdum ya ya sabitledim...

ılık bi dus boyle durumlar icin ideal. Bu arada sakın ates dudurmek icin sirke kullanmayin.halk arasinda yaygindir simdiden uyarayim.
Bebeginiz cok kucuk baska sorulariniz olursa da yardimci olmaya calisiriz hocam.
Allah saglik sihhat versin.
Bi de rota virus asisi yaptirmayi ihmal etneyin
sevgilet
yardımınız için teşekkür ederim, ara ara ateşini ölçüyoruz ve dediklerinizi dikkate alacağım.
rotavirüs için biraz araştırma yaptım,6 hafta ile 6 ay arasında bebeklerde 2 veya 3 doz olarak kullanılıyormuş sanırım. biz 2.ay aşımızı bugün olduk.3. ayda bu aşıya başlasak olurmuki? siz çocuklarınıza yaptırdınız anlaşılan,memnunmusunuz?

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 03 May 2012 22:23:31
Rotavirusu doktorunuza sorun ya da eczaneye saglik ocagina. zamaninin gecip gecmedigini bilirler biraz pahalidir ama MUTLAKA yaptirin. ben ayrica hepatit b asisi yaptirdim ozel olarak. Asi kartlarini aramam lazim bulayim digerlerini de yazarim.
ama sizinki kadarken pek ozel asi yok bi kac ay gecsin gerekirse ozelden yazarim size... suan yazamiyorum.

Çevrimdışı elanur2703

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 178
  • 571
  • 178
  • 571
# 04 May 2012 09:11:35
özel olan aşılar 3.ayda rota, 2 yaşında ve ondan altı ay sonra 2 doz halinde hepatit A, 1 yaşında ve 5 yaşında 2 doz halinde su çiçeği yaptırılıyor.

Çevrimdışı sukufe

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 777
  • 1.361
  • Müdür Yetkili
  • 777
  • 1.361
  • Müdür Yetkili
# 04 May 2012 09:22:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
herkese merhaba,deneyimli annelere bir sorum olucaktı,şimdiden yardımlarınız için teşekkürler.
benim 2 aylık bir kızım var ve bugün 2.ay aşımızı yaptırdık.verem aşı ( karma aşı ) yapıldı. eve dönünce  doktorumuzun tavsiyesi ile hemen ateş düşürücü verdik.ateş içinde bu gece nöbet bekliyeceğizde sanırım. sorum şu arkadaşlar: bebeklerde bu aşı günlerinde ateş ne kadara çıkabiliyor? ne zaman korkmalıyız? kaç derece normal oluyor bebeklerde? her bebekten bebeğe değişebiliyor mu birde?

teşekkürler....
DOKTORUMUZ AŞIYA GETİRMEDEN ÖNCE ATEŞ DÜŞÜRÜCÜ VERMEMİZİ SÖYLEMİŞTİ.BİZDE KIZIMI AŞIYA GÖTÜRMEDEN ÖNCE ATEŞ DÜŞÜRÜCÜSÜNÜ VERİYORDUK .HİÇ BİR AŞISINDA ATEŞİ YÜKSELMEDİ.TAVSİYE EDERİM

Çevrimdışı serap özkan54

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.208
  • 1.747
  • 1.208
  • 1.747
# 04 May 2012 10:56:15
Ben de ateş düşürücü vermiştim,çıkmamıştı şükür.

Çevrimdışı 107325

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.864
  • 4.390
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.864
  • 4.390
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 May 2012 11:40:26
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Rotavirusu doktorunuza sorun ya da eczaneye saglik ocagina. zamaninin gecip gecmedigini bilirler biraz pahalidir ama MUTLAKA yaptirin. ben ayrica hepatit b asisi yaptirdim ozel olarak. Asi kartlarini aramam lazim bulayim digerlerini de yazarim.
ama sizinki kadarken pek ozel asi yok bi kac ay gecsin gerekirse ozelden yazarim size... suan yazamiyorum.
gülümseyinn öğretmenimin dedikleri çok doğru.Eğer imkanınız varsa mutlaka rotavirüsü yaptırın.Bazı şeyler bir kez oluyor hayatta.biz kızıma yaptırdık bu aşıyı.çok faydasını gördük.Kızım daha hiç ishal olmadı.Belli bir dönemde (2 yaş civarı) çocuklar çok ishal oluyor.Genelde hastanede yatmayla tedavi oluyorlar.çocuk için çok ağır oluyor bu durum.Zamanını çok iyi hatırlamıyorum.ama evden aşı kartına bakıp yazabilirim.
            aşıya gitmeden yarım saat önce ateş düşürücü veriyorduk hep.bu yüzden olsa gerek biz ciddi şekilde ateşlenmedik hiç.sağlıkçı tanıdıklar bu şekilde yapmamızı önerdi bize.

Çevrimdışı futi82

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 209
  • 379
  • 209
  • 379
# 04 May 2012 12:19:03
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BEN OKUMAK İSTEMİYORUM

Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe telaşım artıyordu.

Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğimden çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. ‘Kızım acaba geri zekalı mı’ diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.

O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımıda tüketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım’ bir tokat attım.Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu. Sessizliği bozan ben oldum.
“Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?”
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, “Çünkü ben okumak istemiyorum” diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum.

Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşledim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç’in kızı “Okumak istemiyorum” diye
bağırıyordu.

Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde “Neden?” diye sorabildim. “Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım.”
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. “İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır” di ye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat’ın Nohutlu Tepesi’nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım. 12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı.

Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun’a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, -”Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. -Burası çocuk yuvası değil
ki. Bir daha kızını okula getirme” deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah’a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.

-”Yavrum, iyi misin? Korktun mu?” diye sorunca, -”Korktum, ağladım,ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım” diyerek boynuma
sarılışı.Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.

O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle “Anne” diyerek ağlıyordu. “Kızım, ben annenim,aç kapıyı” dedikçe o “Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin” diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.

Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi’nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum
feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına
sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım… Göz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece “Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti” diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.

Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.

“Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı. Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?..

Bu allak bullak beyinle nasıl? Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.

“Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin” diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldangeldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.

Öğretmeni şaşkındı. “Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki… O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.

Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi’nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta “Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce “o utandığım tokatla” kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.

Emine Özgenç


değerli öğretmenim inanın gözyaşlarımı tutamıyorum ne kadar zor ve dayanılmaz olaylar yaşamışsınız benim oğlum henüz 2 yaşında kim bilir ben nelerle karşılaşacağım.Sizi takdir ediyorum acınızı mutluluğunuzu tüm hislerinizi en derinden paylaşıyorum çoğu zaman çalışan anne olmaktan nefret ediyorum ama hayat şartları bizi buna mecbur kılıyor.sonsuz saygılar tüm annelere....

Çevrimdışı xxxxa

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 184
  • 386
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 184
  • 386
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 May 2012 12:49:47
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BEN OKUMAK İSTEMİYORUM

Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe telaşım artıyordu.

Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğimden çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. ‘Kızım acaba geri zekalı mı’ diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.

O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımıda tüketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım’ bir tokat attım.Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu. Sessizliği bozan ben oldum.
“Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?”
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, “Çünkü ben okumak istemiyorum” diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum.

Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşledim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç’in kızı “Okumak istemiyorum” diye
bağırıyordu.

Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde “Neden?” diye sorabildim. “Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım.”
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. “İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır” di ye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat’ın Nohutlu Tepesi’nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım. 12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı.

Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun’a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, -”Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. -Burası çocuk yuvası değil
ki. Bir daha kızını okula getirme” deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah’a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.

-”Yavrum, iyi misin? Korktun mu?” diye sorunca, -”Korktum, ağladım,ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım” diyerek boynuma
sarılışı.Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.

O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle “Anne” diyerek ağlıyordu. “Kızım, ben annenim,aç kapıyı” dedikçe o “Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin” diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.

Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi’nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum
feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına
sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım… Göz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece “Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti” diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.

Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.

“Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı. Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?..

Bu allak bullak beyinle nasıl? Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.

“Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin” diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldangeldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.

Öğretmeni şaşkındı. “Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki… O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.

Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi’nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta “Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce “o utandığım tokatla” kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.

Emine Özgenç


Hiçbir hayat hikeyesi beni bu kadar üzmemişti.farklı boyutlarda olsalar da bütün çalışan anneler ve çocukları bu acı deneyimleri yaşıyor bence.maesef devlet buna yönelik bir çaışma yapmıyor.çocuğun en önemli dönemi olan güven-güvensizlik dönemi 0-2 yaş dönemine denk geliyor ve bu sürelerde anne muhakkak çocuğun yanında olmalı.bunun için de ücretli izin hakkı 2 yıl olmalı..ben deçocuğumu 3 aylıkken bakıcıya bırakmak zorunda kaldım.çocuğum şuan 2 yaşında ve ne yaparsam yapayım yeterli hissedemiyorum kendimi çocuguma karşı.içimde hep bir vicdan azabı,hep bir özlem...allah yar yardımcımız olsun....

Çevrimdışı sukufe

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 777
  • 1.361
  • Müdür Yetkili
  • 777
  • 1.361
  • Müdür Yetkili
# 04 May 2012 12:58:26
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BEN OKUMAK İSTEMİYORUM

Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe telaşım artıyordu.

Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğimden çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. ‘Kızım acaba geri zekalı mı’ diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.

O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımıda tüketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım’ bir tokat attım.Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu. Sessizliği bozan ben oldum.
“Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?”
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, “Çünkü ben okumak istemiyorum” diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum.

Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşledim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç’in kızı “Okumak istemiyorum” diye
bağırıyordu.

Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde “Neden?” diye sorabildim. “Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım.”
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. “İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır” di ye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat’ın Nohutlu Tepesi’nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım. 12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı.

Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun’a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, -”Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. -Burası çocuk yuvası değil
ki. Bir daha kızını okula getirme” deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah’a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.

-”Yavrum, iyi misin? Korktun mu?” diye sorunca, -”Korktum, ağladım,ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım” diyerek boynuma
sarılışı.Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.

O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle “Anne” diyerek ağlıyordu. “Kızım, ben annenim,aç kapıyı” dedikçe o “Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin” diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.

Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi’nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum
feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına
sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım… Göz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece “Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti” diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.

Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.

“Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı. Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?..

Bu allak bullak beyinle nasıl? Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.

“Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin” diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldangeldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.

Öğretmeni şaşkındı. “Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki… O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.

Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi’nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta “Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce “o utandığım tokatla” kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.

Emine Özgenç


OKURKEN İNSANIN GÖZYAŞLARINI TUTMASI MÜMKÜN DEGİL TUTAMADIM DA ZATEN .GERÇEKTEN ÇOK ACI BİR DURUM.ÇALIŞAN ANNELERİN DURUMU ÇOK KÖTÜ HER ZAMAN BİR TRAFIMIZ EKSİK.3,5 YAŞINDA BİR KIZIM VAR NE YAPARSA YAPSIN ONA KIZAMIYORUM EKSİKLİGİMİ SANIRIM ONA HER İSTEDİGİNİ YAPMAKLA KAPATMAYA ÇALIŞIYORUM NE DERSE DESİN YAPIYORUM TAMAM BELKİ HATALIYIM ONUN HER İSTEDİGİNİ YAPMAKLA AMA BENİM KIZIM ÇALIŞMAYAN ANNELERİN ÇOCUKLARINA GÖRA HAYATA  ZATEN 1-O GERİDE BAŞLIYOR. HER ZAMAN YANINDA OLAMIYORUM. HER GECE, ONU BIRAKMANIN, YANINDA OLAMAMANIN ÜZÜNTÜSÜ İÇİNDE ONU ÖPÜYORUM BÜYÜYÜNCE BENİ ANLAYACAGI  UMUDUNU TAŞIYORUM

Çevrimdışı muallimcem

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.192
  • 1.230
  • Müdür Yardımcısı
  • 1.192
  • 1.230
  • Müdür Yardımcısı
# 04 May 2012 13:06:47
gözlerim sulandı arkadaş. nasıl böyle bir cevap minik bir yürekten hayret.  maalesef bazen değerini
çok iyi bilmemiz gerekenlere yeteri kadar zaman ayıramıyoruz.  :(

Çevrimdışı idealöğretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.829
  • 3.081
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.829
  • 3.081
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 May 2012 13:15:05
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
ayy Okurken Hissettim Sızıyı Aynen Benim De Öyle Olmuştu Kan, İltihap ,ağrıııı...duvarları Tırmaladığımı Yastıkları Yırttığımı Biliyorum :(allah Kimseye Vermesin Çok Zor Çok.görümcem Benim Halime Ağlamıştı Hiç Unutmuyorum :(

süt Tabi Ki Sürülüyor Nejlaaslan Öğretmenim O Hafif Şekilde Atlatanlarda İşe Yarıyor.

işte Bu Yüzden Herkese Lansinoh Lasolini Öneriyorum Gebeyken Başlayın Hatta Steel Tea Lere De Gebeyken Başlayın Ki Sıkıntı Olmasın Ben Bunları Sonradan Öğrendim Allah Kolaylık Versin Herkese

çekmeyen Bilmez Dimi Öğretmenim.ben O Ağrı Ve Acıyı Çektikten Sonra Hiçbir Ağrı Acı Kolay Kolay Ağlatmıyor Hatta Bir Çoğunu Hissetmiyorum Bile.ağrı Ve Acı Eşiğim Baya Yükseldi.normalde Migren Hastasıyım Hiiiç Banamısın Demiyor Migren Krizlerim.hele Geçen Sene Hiç Unutmuyorum Eşim Bile Anlatır.o Ağrıyı Çekerken Uykusuzluk Bir Yandan O Sersemlikle Kolumu Sobaya Yapıştırmışım Ertesi Gün Kolum Şişmiş Kocaman Su Toplamış Sonra Oğlumu Yatırıken Soyulmuş Yara Olmuş Hiiç Hissetmedim..hakkaten Öldürmeyen Herşey Güçlendiriyor.buarada Bara Reklamlarda Bebek Bezi Reklamıydı Sanırım Deneyimli Annelerin Tercihi Diyor :)orada 1.bebekteki Acemilikler Ve İkinci Bebekte De O Tecrübeleri Uygulanışını Gösteriyor.okurken Bazen Burada Yaılanları Tam Bizlik Diyorum:)

Çevrimdışı eftelyaaa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.040
  • 2.837
  • 2.040
  • 2.837
# 04 May 2012 14:04:46
aynı şeyleri çocukken yaşamış biri olarak zor bir durumdur eminim.sizin kızınız kadar bilinçli değildim belki ama çalışan bir ailenin hele de ilk çocuğu olmak kadar zoru yoktur.şimdi aynı şeyleri kendi kızımda yaşıyorum.5 aylık bebeğim beni değil babaannesini benimsiyor :(( benim kucağımda ağlayıp onun kucağında susuyor.üzülüyorum hem de çok Allah hepimizin yardımcısı olsun.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BEN OKUMAK İSTEMİYORUM

Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe telaşım artıyordu.

Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğimden çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. ‘Kızım acaba geri zekalı mı’ diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.

O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımıda tüketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım’ bir tokat attım.Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu. Sessizliği bozan ben oldum.
“Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?”
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, “Çünkü ben okumak istemiyorum” diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum.

Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşledim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç’in kızı “Okumak istemiyorum” diye
bağırıyordu.

Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde “Neden?” diye sorabildim. “Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım.”
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. “İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır” di ye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat’ın Nohutlu Tepesi’nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım. 12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı.

Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun’a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, -”Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. -Burası çocuk yuvası değil
ki. Bir daha kızını okula getirme” deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah’a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.

-”Yavrum, iyi misin? Korktun mu?” diye sorunca, -”Korktum, ağladım,ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım” diyerek boynuma
sarılışı.Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.

O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle “Anne” diyerek ağlıyordu. “Kızım, ben annenim,aç kapıyı” dedikçe o “Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin” diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.

Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi’nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum
feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına
sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım… Göz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece “Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti” diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.

Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.

“Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı. Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?..

Bu allak bullak beyinle nasıl? Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.

“Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin” diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldangeldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.

Öğretmeni şaşkındı. “Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki… O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.

Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi’nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta “Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce “o utandığım tokatla” kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.

Emine Özgenç


Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 04 May 2012 23:18:50
Kızım daha 34 aylık ve oleeeey yarın okul yok Deniz diyordu bu aksam yatmadan :(

Okul antipatisiyle buyuyor...

Diger taraftan evlatlarını doyuramadigindan,ısıtamadıgından intihar eden anneler yaşadı bu ülkede...

Allah hicbir anneyi evladıyla sınamasın
Ve hic bir yavru anasız babasız kalmasın...

Çevrimdışı idealöğretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.829
  • 3.081
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.829
  • 3.081
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 May 2012 23:22:18
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kızım daha 34 aylık ve oleeeey yarın okul yok Deniz diyordu bu aksam yatmadan :(

Okul antipatisiyle buyuyor...

Diger taraftan evlatlarını doyuramadigindan,ısıtamadıgından intihar eden anneler yaşadı bu ülkede...

Allah hicbir anneyi evladıyla sınamasın
Ve hic bir yavru anasız babasız kalmasın...
HER ZAMANKİ GİBİ SONSUZ KATILIYORUM DENİZ ÖĞRETMENİME...MÜKEMMEL ÖZETLİYOR VE SON SÖZÜ SÖYLÜYOR DENİZ ÖĞRETMENİM...YÜREĞİNE SAĞLIK

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK