Homo Economicus Olabildik Mi?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
02 Haz 2016 12:12:17
Homo economicus olabildik mi?

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabında ana karakter Günay Rodoplu'ya 'serbest piyasa ekonomisi ne getirdi ne götürdü' adlı bir konferans verdirtir.

Konferansla anlatmak istediği hususları şu cümle ile özetler :

Çünkü, anlatageldiğim gibi, homo economicus yoksa ekonomi bilimi de yok.
Ve ben, Türkiye'de, homo economicusun henüz oluşmadığını düşünüyorum.
Bakın, Türkiye'de, ne tüketici, ne de üretici homo economicustur.


"Homo economicus" ifadesi kitapta şu şekilde tanımlanır.

'Ekonomi' biliminin temel aksiyomu 'homo economicus' yani 'ekonomik insan'dır. Bu bir 'insan görüşü'dür; 'insan tanımlaması'dır. İnsanın tarifidir.
Bu tarife göre, 'İnsanoğlu yaradılışı itibariyle, sonsuz istekleri olan, açgözlü ve çıkarcı bir yaratıktır.

Alev Alatlı, 90'lı yıllarda Türk insanının "sonsuz istekleri olan, açgözlü ve çıkarcı bir yaratık" olmadığını söylüyor.
2016 yılında durum farklı mıdır?

Sorunun daha iyi anlaşılması için kitabın ilgili bölümünden mümkün olduğu kadar çok alıntı yaparak, bir dizi mesajla paylaşacağım.
Alıntılarla ilgili düşüncelerini paylaşan forumdaşlarım olursa memnun olurum.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 02 Haz 2016 12:14:40
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Benden 'serbest piyasa ekonomisi ne getirdi ne götürdü' adlı dizi konferanslardan birisini üstlenmem istendi," diye başladı, "Onun için karşınızdayım.
Ancak,ben Özal ekonomisini değil, yirminci yüzyılın bilimi diye tanımlanan 'ekonomi' biliminin kendisini tartışacağım."
Öğretim üyesi olduğu günlere dönmüş gibiydi,
"Aranızda kaç tane iktisatçı var?" diye sordu. Hemen bütün eller yukarı kalktı.
"Güzel. Şimdi, konuşmama bir saptamayla başlamak istiyorum:
Bilim, bir 'kutsal inek' değildir. Fiziki bilimler de dâhil olmak üzere, hiçbir bilim kutsal inek değildir."
İtalik’lemeye başladığını hemen gördüm, 'Kutsal inek' nedir, biliyorlar mı acaba?
"Bilimler aksiyomlar (mantıklar) üzerine kurulur, aksiyomlar (mantıklar) üzerine bina edilirler.
Aksiyomların (mantığın) değişmesi halinde o güne kadar 'bilimsel' olduğu iddia edilen edinimler işlevlerini kaybederler.
'Ekonomi' biliminin temel aksiyomu 'homo economicus' yani 'ekonomik insan'dır. Bu bir 'insan görüşü'dür; 'insan tanımlaması'dır. İnsanın tarifidir.
Bu tarife göre, 'İnsanoğlu yaradılışı itibariyle, sonsuz istekleri olan, açgözlü ve çıkarcı bir yaratıktır.
Böyle olduğu için, doyumsuz arzuları ile cimri bir doğanın arasında kalır ve uyanık geçirdiği saatlerinin çoğunu istekleriyle karşılaştırdığında kısıtlı olan kaynakları nasıl kullanması gerektiğine karar vermeye ayırır.'
'Ekonomi' bilimi insanoğlunun maddi çıkarına nasıl uygun geliyorsa öyle hareket ediyor olmasını bir veri olarak kabul eder; bu çıkarcı ve açgözlü yaratığa, yani homo economicusa, tüketim kavgasında nasıl başarılı olabileceğini göstermeyi hedefler.
Amaçlanan, homo economicusu dönüştürmek değil; H20 türünden bir değişmez olarak kabul edip, çıkarlarına hizmet etmek, doyumsuz isteklerini kısıtlı olduğu öne sürülen kaynaklarla nasıl karşılayacağını kararlaştırmaktır.
Ekonomi biliminin ders kitabı tarifi budur.
Öte yandan, insanoğlu kendisine yakıştırılan homo economicus tanımı gereği hiç doymayacağından, ekonomik sıkıntı hep sürecektir."
Ne bir kelime eksik, ne bir kelime fazla, mükemmel bir girişti.
Heyecanlanmış olmalıydım ki, gevşediğimi hissettim.
"Ekonomi bilimi, bir yöntem bilimidir," diye sürdürdü, "Bir yöntem bilimi olduğu için tek ve mutlak çözümler önermez.
Tarih içinde homo economicusu tatmin etmenin yolları araştırılmış, çok iyi bildiğiniz gibi en serbest piyasa ekonomisinden en katı merkezi plânlamaya, katıksız kapitalizmden katıksız komünizme kadar pek çok yöntem önerilmiştir.
Ancak, temel aksiyom aynıdır.

Bu aksiyom, ekonomi biliminin kurucusu Adam Smith'in 1776'da dile getirdiği aksiyomdur.
Bu aksiyom, homo economicusun her halükârda öz çıkarını kollayacağını söyler.
Homo economicus, ömrünü, işçi ise, en yüksek ücreti almaya, işadamı ise, en kârlı ürünü üretmeye, yapabileceği en yüksek kârı yapmaya adayacaktır.
Bu durumda, geçenlerde renk aşkı uğruna 120 milyon liralık transfer ücretini reddedip, 60 milyona kendi takımında kalan Beşiktaşlı Ali'nin tutumu sistem dışı bir davranıştır."
Onu seviyordum! O pırıl pırıl kafasını seviyordum!
Son cümleyi kalabalığın tepkisini ölçmek için söylemişti, tabii, ama umduğu hareket gelmedi. Galiba, tek gülen ben oldum.
"Buraya kadar tekrarlamamı istediğiniz bir şey var mı?" diye yüreklendirdi. Bekledi. Arkalardan titrek bir el kalktı. Konuşan heyecandan yanakları kıpkırmızı, örtülü bir kızdı,
'İnsanoğlunun böyle tanımlanması doğru değildir!" dedi, "Kuranı Kerim açısından insan Allah tarafından seçilmiş bir varlıktır. Yeryüzünde O'nun halifesi ve temsilcisidir.
İnsan, yaradılıştan asil ve haysiyet sahibidir. Ben bunu söylemek istiyorum."
Günay'ın umduğu tepkinin bu olduğunu anladım. O genç kıza sımsıcak bir tebessüm gönderdi, başka konuşmak isteyen var mı, diye bakındı, yoktu.
"Ben de bunu anlatmak istiyorum," dedi, "Günümüzde geçerli ekonomi biliminin temel aksiyomu olan 'homo economicus' insanoğlunu tarif etmiyorsa, ekonomi bilimi denilen öğretinin işlevi yok ya da en azından evrensel bir geçerliliği yok demektir.
Bu bakımdan, örneğin, bir 'Milli Ekonomi Bilimi' geliştirmek düşüncesi ilk bakışta düşünüldüğü kadar saçma olmayabilir."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Haz 2016 09:41:24
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Ooooo!" gibi bir ses yükseldi kalabalıktan.
Çok erken söylemişti! O günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Tarih, Milli Coğrafya gibi şeyler 'icat ediyor' diye kıyametler kopuyordu.
Hatta, Kültür Bakanlığı bir Milli Kitap Fuarı ('Birinci'si! İkincisi' hiç olmadı, tabii! Bakan değişmişti!) açmıştı da, 'ulusal' değil de, 'milli' kelimesi kullanıldığından, 'ilerici' yayınevleri ve yazarlar boykot etmişlerdi!
Böyle durumlarda yabancılardan yapılacak alıntılar Türklerin içini rahatlatırdı. Günay da, öyle yaptı.
"Homo economicus kavramının, insanoğlunu tanımlamadığını söyleyen başkaları da var," dedi, genç kızdan yana dönerek,
"Örneğin, Amerikalı antropolog Service. Bu bey, Borneo, Sumatra gibi yerlerde yaşayan toplumlar üzerinde yaptığı araştırmalarla ünlüdür.
Service İlkel insanlar ucuza almak pahalıya satmak, az verip çok almak gibi, homo economicus'ca şeylerin hiçbirisini yapmazlar,' diyor.
'Hatta çoğunlukla tam tersine davranışlar sergiledikleri de söylenebilir. İnsanlar ellerindekini avuçlarındakini başkalarına verirler.
Cömertliği yüceltirler, konukseverlik gösterirler ve beklerler. Tutumluluğu bencillik sayar, cezalandırırlar.
Ve en garibi, koşullar kötüleştikçe, mallar yetersizleştikçe daha da az hesaplı davranırlar, daha bir cömert olurlar.' Aynı sonuca varan başka antropologlar da var.
Şimdi, bu bulguların önemi, 'homo economicus' tanımının insanoğlunun EVRENSEL bir niteliği değil, bir yakıştırma, öğretilmiş bir şey olduğunu göstermelerindedir.
Nitekim, ekonomik koşulların en vahşileştiği günümüzde dahi ben, Türkiye insanının açgözlü, çıkarcı 'homo economicus' tanımını yadsıdığını düşünüyorum, insan hem yiğitliği yüceltir, hem de homo economicus olmaya kalkarsa, şizofren olmaz, mı?
Eeee? Zaten öyle değil miyiz?"
Solda oturan büyükçe bir grup delikanlının yüzlerinde beliren alaycı tebessümlere karşın, koca bir alkış koptu.
"Az önce Beşiktaşlı futbolcu Ali'den bahsettim," diye hatırlattı Günay, "ama eminim hepiniz binlerce benzeri örnek bulacaksınız.
'Aç otururuz, evimizde otururuz,' diyen kadınlardan tutun da belli miktar birikim yaptıktan sonra evlerine çekilen işadamlarına kadar, Türkiye insanının belirleyici çoğunluğu dur durak bilmeyen açgözlü tüketici insan tanımından çok uzaktır."
Durdu, söylediklerinin hazmedilmesi için zaman tanıdı, "Bence, bunca teşvike, çok ciddi teşvike, vergi indirimlerine vesaireye rağmen, Türkiye girişimcilerinin Güneydoğu Anadolu'ya yatırım yapmamalarının da altında bu yatar."
"Güneydoğu Anadolu" sihirli bir kelimeydi, dinleyicilerin dikleştiklerini gördüm,
"Şöyle bir düşünün," dedi, Günay, "Neden bir Avrupalı, bir parça toprak için hiç bilmediği bir kıtaya göçmeyi, küçücük teknelerde okyanusları aşmayı, çöllerde boğuşmayı, kurda kuşa yem olmayı göze almıştır da, bizim tarihimizde böyle bir hareket yoktur?
Daha öncesine gidelim, neden bizde Haçlı Seferleri benzeri ve özde Doğu'nun zenginliklerini ele geçirmeyi hedefleyen bir halk hareketi yoktur?"
Halk hareketi tamlamasını özellikle vurguladığına dikkat ettim. Haçlı ordularının gönüllülerden oluştuğunu vurgulamak istiyordu.
"İspanya Azteklerin altınını Madrid'e akıtır, İngiltere Hindistan’ı Britanya adalarına boşaltırken, neden Osmanlı’nın en görkemli sarayları bir Louvre'un onda biri kadar zengin değildir?"
Sol taraftaki gruptan bir el kalktı. Blucinli bir genç adam, söz verilmeyi beklemeden lâf attı,
"Osmanlı İmparatorluğu en büyük emperyalisttir! Eline geçirdiği toprakları sömürmüştür!" Delikanlının ideolojisini giyimine yansıtmasındaki başarısı görülecek bir şeydi.
"Hayır, en büyük emperyalist değildir," dedi Günay, sükûnetle,
"Osmanlı da, tıpkı belirli bir miktar para kazandıktan sonra kendisini emekli etmeye niyetli Türk işadamı gibidir.
Hırsı sınırlıdır. Parayı mezara götüremeyeceğinin, kefenin cebi olmadığının farkında gibidir.

Para mezara götürülemiyor da, ahirete havale yapılabiliyor :)
Miras bırakmak için gece gündüz çalışanlara paralarını ahirete havale etmelerini tavsiye ediyorum. Orada çok ihtiyaçları olacak.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Haz 2016 08:32:25
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

Hiç düşündünüz mü, neden Türkiye’de en eski ticari kuruluşunun tarihi yüz yılı geçmez?
Geçenlerin sayısı da üçten fazla değildir?
Neden oğullar hemen her zaman müesseseyi batırırlar?"
Cevap bekler gibi bakındı, gelmeyince, kendisi yanıtladı,
"Batırırlar, çünkü başarılı bir firmanın kazancı onlara yeter.
Hırslarını törpüler. Osmanlı da böyledir.
Akın yapar, yeterli olduğunu düşündüğü kadarını alır ve geri döner. Uzun vadeli plân yapmaz. Hesaplı değildir.
Bu bağlamda antropolog Sahlins'in anlattığı çıplak vahşi gibidir. O vahşi gibi, sürekli avlanmak yerine, ara ara ava çıkar, dinlenmek için vakit bulur.
Örneğin, günümüz fabrika işçisinin asla yapamayacağı bir işi yapabilir: Öğle uykusuna yatabilir!..
Osmanlı, ekonomik facia ile uğraşmanın tedirginliği yerine ihtiyaç diye bellediği şeylerin bütünüyle karşılandığı bir 'refah toplumu'nun güvenliği içinde huzurludur.
'Refah toplumu' kavramını hemen açayım: Refah toplumu halkının bütün isteklerinin karşılandığı bir toplumdur.
Ancak, isteklerin kolayca karşılanmasının ve refah toplumuna erişmenin iki yolu vardır: çok üretmek veya az istemek.
Diğer bir deyişle, insanlar düşük bir yaşam standardında ama bolluk içinde yaşayabilirler."

Bu defa, Müslüman'ından solcusuna kadar herkesi öfkelendirdiğini hissettim.
"İnsanlar düşük bir yaşam standardında ama bolluk içinde yaşayabilirler," saptamasını "yaşamalıdırlar", şeklinde algılamışlardı, Günay'ın Türkiye'yi geri bıraktıracak, çağdışı bir öneri, hatta tehlikeli bir romantizmi dile getirdiğini düşünüyorlardı.
Bir şey üzerinde tartışmanın o şeyi savunmak ya da önermek anlamına gelmediğini bilmiyorlardı. Günay, İslâmiyet'i savunabilir ama Müslüman olmayabilirdi!
O da fark etmiş olmalıydı, üstlerine gitmeye karar verdi,
"Şöyle söyleyeyim," diye sürdürdü, "Bugün, elinde çelimsiz bir ok ve yaydan başka bir şeyi olmayan bir Avustralya yerlisine baktığımızda, onun çaresizliği karşısında belirli bir üstünlük duygusuna kapılır, onu aşağılar ve hatta kınarız, öyle değil mi?
Peki, neden? Nedir bu duygularımızın kaynağı?
Söyleyeyim; çünkü, çıplak vahşiye birtakım burjuva istemleri yakıştırır, bu istemlerini elindeki okla karşılayamayacağını bildiğimiz için küçümseriz.
Oysa, kaynakların ya da teknik araçların yetersizliği eşyalara özgü bir nitelik değil, amaçlarla araçlar arasındaki bağlantıdır.
Yani, ok ve yay, adamın isteklerini karşılıyorsa ortada acınacak, hele de kınanacak bir durum yok demektir.
Ama, bizler 'refah toplumu' denilen aşamaya endüstri uygarlığı ile gelinebileceği düşüncesine şartlanmış insanlar olarak, o yerliyi onun değil, kendi ilkelerimiz doğrultusunda değerlendiririz.
Oysa, bizim 'yoksulluk' diye adlandırdığımız durum, bir seçim olabilir."
Çok tehlikeli sulara giriyordu! Homurdanmalar başladı, ön sıralarda oturan yoksul giyimli bir öğrenci dayanamadı,
"Sizin tuzunuz kuru! Siz böyle konuşursunuz!"
"Bacım, sen burjuvasan, xere ya!" Roman'da Binali de öyle demişti.
Günay, şöyle bir duraladı,
"Senin de tuzun kuru," diye cevap verdi, "Senin de tuzun kuru ve farkında değilsin. Tuzun kuru, çünkü tuzun kuru olması göreli bir kavram.
Tıpkı yoksulluk'un göreli bir kavram olduğu gibi.
Bak, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, video ve bu sırayla taksidinin ödenemiyor olması şeklindeki yoksullukla, et alamamak durumundaki yoksulluk ayrı ayrı şeylerdir."
Buna söyleyecek bir şeyleri yoktu ama Adidas kuşağıydılar. 'Marka' tüketimi cezaevlerine kadar bulaşmıştı.
Mahkûmların, herhangi bir spor ayakkabı değil filan marka spor ayakkabı istediklerini biliyordum.
Nitekim, "Bu reklamlara ne diyeceksiniz?" diye sürdürdü delikanlı, "Tüketimi özendirmiyor mu, bu reklamlar?" Sakalının şeklinden anladığım kadarıyla Müslüman gençlerden olmalıydı,
"Ben de onu söylüyorum ya, canım," dedi, Günay, sevecen bir tebessümle, 'Homo economicusluk' öğretilmiş bir şey.
Fıtri değil, yaradılıştan değil, ama öğretilmiş bir şey öğretilebilir bir şey.

İnsanlar üstünlüğün endüstri uygarlığının sunduğu ürünlerin miktarı ile doğru orantıda arttığına ikna edilebilirler.
Toplumlar piyasa ekonomisi aşamasına girdiklerinde, sergilenen ürünlerin bir kol boyu uzaklıkta ama avuçlarının içinde olmadığını görürler.
Çünkü, kimsenin her şeyi almaya yetecek parası yoktur.
Böyle olduğu için, piyasa ekonomisinde yaşamak, yetersizlikle başlayan, mahrumiyetle sonuçlanan bir çifte faciayı yaşamaktır... Homo economicus olmayı öğrenmektir. Reklamlar bu amaca hizmet ederler."

Egitimhane ailesi "Bir şey üzerinde tartışmanın o şeyi savunmak ya da önermek anlamına gelmediğini" biliyor mu?

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.870
  • 6.809
  • 1.870
  • 6.809
# 04 Haz 2016 12:08:20
...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Haz 2016 09:55:54
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
...
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Güzel paylaşım için teşekkür ederim.
Bununla birlikte (takdir ettiğiniz hocanın sorusuna cevap olarak) nasıl bir ekonomik sistem önerdiğinizi de paylaşmış olsaydınız daha çok memnun olurdum.

Soruya cevap VEREBİLENLERİN daha fazla takdiri hak ettiklerine inanıyorum.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Haz 2016 09:58:37
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Az önce, 'ilkel' insanlardan bahsettiniz," diye araya girdi, az önce konuşan örtülü genç kız, "sizce sadece ilkel insanlar mı 'homo economicus' değil?"
"İlkel insanlardan bahseden ben değilim! Service, Sahlins gibi antropologlar, canım.
Bu adamlar yerli kabileler arasında yaptıkları gözlemlerden bahsediyorlar.
Ve tabii unutma ki, bunlar netice olarak, uygarlığı tüketimle eşanlamlı kullanan bir medeniyetin, Batı medeniyetinin insanları."
Dayanamadım, "Peki, Günay Hanım, insan hem uygar hem de nonhomo economicus, yani hem uygar kalıp, hem de homo economicus olmaktan kurtulamaz mı?" diye sordum.
Argümanının sonunu getirmek için böyle bir soruya ihtiyaç duyduğunu hissetmiştim.
Gözlerinin içi güldü,
"Bu 'medeniyet' kelimesine yüklediğimiz anlama bakar, efendim," diye cevap verdi,
"Eğer medeniyet seviyesi eşittir tüketim miktarı diye bellemişseniz, homo economicus olmadan medeni olamayacaksınız demektir.
Günümüzdeki anlayış budur. Bu nedenledir ki, toplumların geri ya da ileri olduklarına, fert başına düşen milli gelirlerine göre karar verirler.
Bakın, Türkiye'de fert başına düşen milli gelirin bin dolar civarında olduğu söylenir.
Bu hesapla, beş / altı / dokuz bin dolara çıkarmadan, ağzınızla kuş tutsanız toplumumuz üzerindeki 'geri' etiketinden kurtulamayacaksınız demektir.
Bir İngiliz inşaat amelesi sizin profesörünüzden daha itibarlı olacak, sizinki İsviçre'ye vize alamazken, ötekisi elini kolunu sallaya sallaya girecektir.
Şunu da unutmamak gerekir: Milli gelir hesapları, bunların 'medeniyet' ölçü birimi gibi kullanılması Batı'nın, yani medeniyet eşittir tüketim diyenlerin icatlarıdır."
"Peki, ne yapalım yani? Milli gelir yerine başka ölçüler mi, kullanalım?!"
"Amma da yaptınız, ha!" dedi, Günay, gülerek, "Hiç olur mu? Tabii ki, kıyaslama olanağı verecek ölçü birimi kullanacağız! Ama, o ölçü biriminin neyi ölçtüğünü unutmayacağız!
Çıkış noktasını unutmayacağız! Natürmensch olmayacağız.
Az önce belirttiğim gibi, günümüz ekonomi biliminin insanı dönüştürmek, sonsuz isteklerine gem vurmayı öğretmek, perhizin erdemlerini ululamak (bunu bana söylüyordu!) gibi bir misyonu yoktur.
Tersine, günümüz dünyasında istemlere gem vurmak, delilik değilse bile, garip bir çilekeşlik özlemi olarak algılanır.
O kadar ki, bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde çok başarılı bir işadamı, günün birinde her şeyi bırakıp örneğin bir kulübede, çok basit bir yaşam sürmeye niyetlense, aklından zoru olduğuna ilk önce kendisi karar verip, psikiyatrist psikiyatrist gezecektir.

Uluslararası para fonunun 180 üyesinin 2011 yılı verilerine göre Türkiye'nin kişi başına milli geliri ( GSYİH) 10,576 $'dır.
( [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )
Alev Alatlı'nın 90'larda belirttiği seviyeden daha yukarıdadır.
Bu durumda  'geri' etiketinden kurtulmuş oluyor muyuz?
Medeniyetin ölçü birimi nedir?

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.870
  • 6.809
  • 1.870
  • 6.809
# 05 Haz 2016 11:48:53
Ekonomik sistemle bu öğretilir mi bilemiyorum bir fikrim yok fakat daha küçük yaştan beytulmal bilinci verilirse bu sözleri çokça duyarız yoksa her ay bir çöp kovası değiştirir sıra vernikleriz her sene

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Haz 2016 08:39:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

Şimdi...
Şimdi toplamaya çalışalım. Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, bu konferans Özal'ın piyasa ekonomisi ne getirdi, ne götürdü dizi konferanslarından birisi.
Ve ben, Türkiye'de bu aşamada bu sorunun cevabını verecek ekonomi biliminin işlerliğinden kuşkuluyum!
Çünkü, anlatageldiğim gibi, homo economicus yoksa ekonomi bilimi de yok. Ve ben, Türkiye'de, homo economicusun henüz oluşmadığını düşünüyorum.
Bakın, Türkiye'de, ne tüketici, ne de üretici homo economicustur.
Tüketici homo economicus olsaydı, aynı elma dokuz yerde dokuz ayrı fiyata satılamazdı, çünkü tüketici kendi çıkarını kollarken fiyat denetimini getirirdi.
Üreticimiz homo economicus olsaydı, örneğin, bir inşaat sektöründe malzeme ziyanı yüzde otuzu, kırkı bulmazdı.
Öte yandan, işsizliğin kol gezdiği bir ülkede, eğer bir inşaat amelesi ya da tamirci kalfası, iş adabı denilen şeye uymuyorsa yani iki gün çalışıp, üçüncü gün ortadan kayboluyor, beşinci gün tekrar işe geliyorsa, Tınaz Titiz'in ücretsiz beceri kursları sinek avlıyorsa, bu insanların tembel olduklarını falan değil, BİR TÜR "refah toplumu"nda yaşadıklarını gösterir.
Refah toplumunda, yani, üyelerinin isteklerinin tümüne yakın bir bölümünü elde ettiklerini düşündükleri bir toplumda yaşadıklarını, paraya 'müdanaa', dalkavukluk etmediklerini gösterir."
Müthiş rahatsız olmuştu dinleyicileri. Yerlerinde duramaz gibiydiler,
Hiç homurdanmayın!" dedi Günay, büyük bir sükûnetle, "Hanımlar, beyler, eğer biz homo economicus olmayı becerebilsek, hiçbir hükümet, hiçbir rejim, iç ya da dış baskı bizi kişi başına geliri on bin dolarlık ülke olmaktan alıkoyamaz.
Zamanında göç edip dünyanın en gözde toprak parçasına kurulmuşuz.
Bir elimiz dağda, bir elimiz denizde, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz ardımızda.
Bir müşkülümüz varsa, o da kendimiziz. Homo economicus olmayı beceremememiz.

Öyle bir medeniyetin insanlarıyız ki, en homo economicus olanımız bile homo economicus olmaktan utanıyor.
Örnek mi, istiyorsunuz, mesela, Sakıp Sabancı. Eşi, geçenlerde televizyonda, kadınlar programında mantı pişiriyordu.
Adamı, zengin olduğu için af dilemeye zorlayan bir toplumuz biz, o da diliyor zaten.
Kayseri lehçesini bozmamaya gayret ediyor, şaklabanlık yapıyor. Bizden biri olduğunu anlatmak için çırpınıyor.
Sizi temin ederim, Batı'da onun çapında bir zengin, özel polisin koruduğu yüzlerce dönümlük bahçeli malikânelerde yaşar.
Yüzlerini daha görmezsiniz. Beşiktaşlı Ali örneğini verdim. Ben, kendim, şu konferansı vermek için kendi paramla İstanbul'dan geliyorum.
Aklıma bir an için, bana ne demek gelmiyor. Batı’da bir örneği yoktur. Sizler, hangi arkadaşınız sigara istedi de vermediniz, gömleğinizi, ceketinizi, harçlığınızı paylaşmadınız?"

"Ben size katılmıyorum. Eğer siz buraya bizim için geldiyseniz, sizin masraflarınız karşılanmalıdır. Yoksa sömürmek oluyor.
Az önce, elmanın fiyatını denetlemeyen tüketicileri kınadınız. Öyleyse, siz de paranızı istemelisiniz."
"Önce şunu düzelteyim, ben tüketicileri kınamadım. Sadece bir olguya işaret ettim.
Bu konferans için para istemeye gelince: Siz arkadaşınıza tek bir sigara verirken parasını istediğiniz gün, ben de organizasyon heyetinden para talep edeceğim. Söz."
"Ben Sakıp Sabancı'nın soytarılıklarını bir uyutma olarak görüyorum. Bizi uyutmak, sermayeyi şirin göstermek istiyor!"
"Ne zoruna? Bizden korkuyor yani, öyle mi? Bakın, bu neye benziyor. Hatırlarsınız, bir zamanlar bir uçak kaçırılmıştı.
Teröristler önce uçağı yolcuları ile birlikte havaya uçurmakla tehdit etmişlerdi. Yapmadılar.
Ertesi gün iktidar şişindi, 'yaptırmadık' filan demeye başladı.
Oysa, yaptırmayan onlar değil, yürekleri elvermeyen teröristlerdi.
1980'den önce bunca olay yaşadık, hangi devrimci ya da ülkücü, bir okul otobüsüne bomba yerleştirdi? IRA yapıyor ama.
Bir başka örnek, ordu. Türkiye'de üç müdahale oldu. Üçünde de ordu geri çekildi, kışlasına döndü. Şimdi, biz siviller mi döndürdük?
Türkiye'de orduya kışlasına döndürecek güç var mı? Kimin böyle bir yaptırım gücü var? Batı'nın mı? Öyle güçleri varsaydı neden işkenceleri önleyemediler?
Bakın, sizi kendi insanımızın yapısı üzerinde düşünmeye davet ediyorum.
Henüz birbirimize 'homo economicus' olacak kadar yabancılaşmadıysak, homo economicus tarifinin kaçınılmaz uzantıları, bireysellik, benmerkezcilik, acımasızlık, yok olan aile yapısının sokağa saldığı çocuklar, bunları izleyen uyuşturucular gibi felâketlerden göreli de olsa uzaksak, bu konumumuz üzerinde düşünmek, iyi düşünmek zorundayız!"
Bir an, sesi titrer gibi oldu. Sustu. Bir sigara yaktı.

"Homo economicus" olup olamadığımıza karar verebildiniz mi?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Haz 2016 08:49:46
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ekonomik sistemle bu öğretilir mi bilemiyorum bir fikrim yok fakat daha küçük yaştan beytulmal bilinci verilirse bu sözleri çokça duyarız yoksa her ay bir çöp kovası değiştirir sıra vernikleriz her sene
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

"Ekonomik sistem" toplumun işleyişini sağlayan diğer sistemlerle uyum içinde olmalıdır.
Davranışlar öğretilebilir / kazandırılabilir. DAVRANIŞ kazandırmak amacıyla yapılan işlemleri eğitim olarak tanımlıyorum.

Ekonomik sistem dahil tüm sistemlerin temel amacı yaratıcının rızasını kazanmak olduğu zaman ölümcül bir kaza atlattıktan sonra sedyeyi kirletmemek için "çizmemi çıkarayım mı?" diyen insanlar yetişmeye başlar.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Haz 2016 08:21:55
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

Dinleyicilerden birisi fırsat bildi, ayağa kalktı,
"Hocam, siz bunu, bizim ekonomikus," teleffuz edemedi, "ondan işte," dedi, bütün bir salon gülmeye başladı, "olmamamızı nasıl açıklıyorsunuz? Açıklayabiliyor musunuz?"
Günay, tam, "Homo economicus," diye başlamıştı ki, genç adam bir gaf daha yaptı, "Bildiğimiz homo mu?" diye soruverdi.
"Hayır, bildiğimiz 'homo' değil!" dedi, Rodoplu. O da gülüyordu, "Homo, Latince 'insan' demek, economicus da ekonomik. Yani, ekonomik insan."
"Niye baştan beri öyle demiyoruz?"
"Pekâlâ! Teslim!" dedi, Günay, ellerini kaldırdı, "Bundan böyle sana yüzde elli indirim yapıyorum.
Yarısı Türkçe yarısı Latince olsun: Ekonomik İnsan! Tamam mı?!" Bu hareketine bayıldı, gençler! Alkışlamaya başladılar.
"Neden ekonomik insan olmadığımıza ilişkin bir teorim var, tabii," diye sürdürdü, "Üzerinde yeterince çalışılmış değil, ama bir teori.
Şimdi, şöyle düşünüyorum: 'İlkel komünizm' diye bir tanım var. Arkaplanı şöyle:
İlkel toplumlarda hiç kimsenin doğa kaynaklarından yararlanması önlenmezdi, çünkü bu kaynakların sahibi yoktu.
İlkel toplumların dayandıkları kaynaklar, kolektif kullanıma açıktı. Cemaate aitti, komünaldı.
Cemaat üyesi aileler bu kaynakları elde etme hakkına eşit olarak sahiptiler.
Dahası, komşu cemaatlerdeki hısım akrabalara hiç değilse rica edildiği zamanlarda, bu topraklarda avlanmak ya da yiyecek toplamak izni verilirdi.
Doğal kaynakların kullanımına ilişkin bir yasa varsa o da meyve ağaçlarıyla ilgiliydi. Bazen belirli ağaçlar veya ağaç grupları belirli ailelere tahsis edilirdi.
Ama bu mal bölümü değil, iş bölümüydü. Yani, birkaç ailenin aynı bölgeye yayılarak zaman ve güç israfını önlemek üzere düşünülmüştü.
Her halükârda, bazı ailelerin diğerlerinden daha az meyve toplaması halinde paylaşım kuralı işleyeceğinden kimse aç kalmazdı.
Bu toplumlarda özel eşyaya benzeyen şeyler, kişilerin kendilerinin yapıp, kendilerinin kullandıkları silahlar, bıçaklar, giysiler, takılar gibi şeylerdir.
Ancak bunların bile özel eşyalar oldukları söylenemez, çünkü iş bölümünün gerekli kıldığı özel işlevleri vardır.
Yani, bazı insanların bazı şeylere diğer insanları kendileri için çalışmaya muhtaç edecek, sömürüye yol açabilecek şekilde sahip olmaları durumu anlamına gelen 'üretim araçları' kavramını yansıtmazlar.
Kaldı ki, bu araçlar her zaman ödünç alınabilir.
Buraya kadar tamam mı?"
Öyle olmalıydı, soru gelmedi.
"Şimdi, biz kendi tarihimize baktığımızda, Anadolu'ya yerleşmeden önceki Orta Asya'daki göçebe yaşamımızda bu anlattığım ilkel komünizmi yaşıyor gibiyiz.
Gibiyiz diyorum, çünkü o dönem toplumlarına ilişkin cömertlik, konukseverlik, otlakların paylaşılması, imece gibi niteliklerin varlığı bunu gösteriyor.
Örneğin, 'Bu sulug ol bir atı yok emi, anı emle yumez bu dünya kamı,' diye Şamanist Altaylıların bir atasözü var, 'Açgözlülük bir hastalıktır, bu hastalığı bütün dünya kamları tedavi edemez,' demek.
Bu tür bir ilkel komünizm temeli üzerine onuncu yüzyıl civarında bir de 'Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır' diyen İslâmiyet yapılanıyor.
Peygamberin kurduğu Medine toplumunu incelediğimizde, buradaki mülkiyet anlayışının, Batı medeniyetinin iki temel taşından birisi olan Roma'dan kalma mülkiyet anlayışının tam tersi olduğunu görüyoruz.
Şöyle açıklayayım, Roma hukukunda mülkiyet hakkı, 'jus utendi et abutendi' yani, kullanmak ve tüketmek hakkıdır.
Örnek: Diyelim bir saksı çiçeğiniz var. Begonya. Bu saksıyı iki şekilde algılayabilirsiniz.
Bir; birlikte yaşadığınız bir başka canlı olarak ya da bir tüketim maddesi olarak.
İkinci türlü bakıyorsanız, dalını, yaprağını kopartırken kılınız kıpırdamaz! Tüketir ve atarsınız! İşte, jus utendi et abutendi anlayışı budur!
Roma Kod'unun, yani, kanunnamesinin, Napolyon yasalarının ve burjuva ekonomik sisteminin, kapitalizmin temeli bu ilkedir.
Bu hukuk anlayışı, mal sahibine malı üzerinde gerçek bir Tanrısal hak tanır.
Öyle ki, adam malını istediği gibi yok etmek hakkına sahiptir.
Böyle yaparken toplumun en hayati ihtiyaçlarına zarar verse de, kimse ona bir şey diyemez.
Yani, bütün bir köy halkı açken, bir ambar dolusu buğdayı gönül rahatlığı ile yakabilir.
Gölet’ini kurutup, kasabayı susuz bırakabilir.
Efendim, arazisine gireni vurabilir!
Altını çizerek söylüyorum, bütün bunları gönül rahatlığıyla yapabilir.
Vicdanı farklı kurgulanmıştır, anlatabiliyor muyum?
Bizde, edebiyata konu olan 'ağa' kötülüğü, Batılı için doğal bir mülk savunmasıdır! 'Yazıktır, günahtır!' diye kavramlar yoktur!

Gelelim, bize.
İslami anlayış daha başlangıçta bu sisteme şiddetle karşıdır.
İslâmiyet'te mal sahibi sorumlu bir yöneticiden ibarettir. Mülkiyet bir kişinin hakkı olmadığı gibi, bir grubun ya da sultanın hakkı da değildir.
Ancak, mülkiyetin toplumsal bir görevi vardır.
Bir malın sahibi, ister tek kişi, ister bir ortaklık veya hatta devlet olsun, sahip olduğu malın aynı zamanda toplumun malı olduğunu hatırdan çıkaramaz.
Örneğin, İslâmiyet'te hırsızlık, insanın ihtiyacı olan bir şeyi alması değil, ihtiyacı olmayan şeyi lüzumsuz yere biriktirmesidir.
Şimdi, ilkel komünizm gibi bir arka planı olan Türk toplumunun İslâmiyet'i yadırgamaması doğaldır, değil mi?
Peki, ilkel bir komünizm arkaplanı olan, Müslüman bir adam, nasıl olsun homo economicus?"
Bu noktada kalabalığı fethetmişti. Nefeslerini tutmuş, dinliyordu.
"Tekbir örnek vereyim, konuyu kapalım. Az önce, antropolog Sahlins'ten bir alıntı yapmış; refah toplumuna erişmenin iki yolu vardır: çok üretmek veya az istemek.
İnsanlar düşük yaşam standardında ama bolluk içinde yaşayabilirler,
demiştim.
Bu sözün, Zenginlik mal mülk çokluğu ile olmaz, asıl zenginlik gönül zenginliğidir' ya da 'aza şükretmeyen çoğa da şükretmez' ya da 'kanaat bitmez tükenmez maldır' şeklindeki hadislerden farkı yoktur.
Aynı şeyi söylerler. Önerilen, homo economicus'un aklının almayacağı bir tür refah toplumudur.
Zaman içinde hiçbir şey ilk haliyle kalmaz, tabii...

Ne bugünkü İslâm toplumları, Hazreti Muhammed'in Medine toplumudur, ne de Roma yasaları aynı kalmıştır.
Ancak, mülkiyete, paylaşıma ilişkin tortular, kültürel tortular hep kalır.
Batı'nın tortuları homo economicus'u yaratır ama bizim tortularımız rahmetli Kemal Tahir'in demesiyle, çile çekme gücü yüksek, azla yetinme alışkanlığı olan insanlar yaratır.
Diyeceğim, böylesi bir kültürel arkaplanı olan Türk insanının homo economicus olması, yıllık gelirini bilmem kaç bin dolara çıkarması, köklü bir değişim, yani, BÜTÜN KURAMLARIYLA Batılılaşmayı gerektirir.
Yoksa ne Özal'ın serbest, yarı serbest ya da her neyse ekonomik modeli, ne komünizm, bizde Batı'da uygulandığı gibi uygulanamaz.
Uygulanamaz ama bu bizim geri zekâlı olduğumuzu da göstermez.
Üstümüze uymayan bir elbise giydik hepsi bu. Bir terziye götürmeyi, düzelttirmeyi eninde sonunda akıl edeceğiz. Hepsi bu.
" Onlarca el birden kalktı.

Türk insanının BÜTÜN KURAMLARIYLA batılı olması hiç bir zaman mümkün değildir.
İnşallah hiç bir zaman 'homo economicus' olmayacağız.
BÜTÜN KURAMLARIYLA batılı olmayacağımıza / olamayacağımıza göre BÜTÜN KURAMLARIYLA doğulu olabilir miyiz / olmalı mıyız?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 08 Haz 2016 08:06:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Ben birbiriyle bağlantılı iki soru sormak istiyorum. Siz bütün kuramlarıyla Batılılaşmak dediniz. Biz Müslüman bir toplumuz. Bütün kuramlarıyla Batılılaşmak demek Hıristiyanlaşmak demek.
Hıristiyanlaşmayacağımıza göre, sizce bu, Batılılaşamayacak mıyız demek mi oluyor?"
"Cevap vermeye sondan başlayayım. Batılılaşacağız, tabii. Çaresiz Batılılaşacağız. Çünkü yenildik.
İtalik'lemeye başladığını olduğum yerden görebiliyordum, "Hilal de yenildi, komünizm de. Hazinelerimizi gün ışığına çıkarmayı beceremedik, kaybettik. Ve biz, Batılılaşamazsak yok olacağız.
Müslüman toplumu olmamıza gelince:
Ben Müslüman olduğumuzdan hiç de emin değilim, siz emin misiniz?
Son zamanlarda bir cenazeye gittiniz mi? Kaldı ki, Müslüman adı altında da Hıristiyanlaşılabilir!
Ha, şimdi siz, 'Bir Müslüman Hazreti İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna asla inanmaz!' diyeceksiniz.
Ne ki, o da sandığınız kadar önemli değil. Baba oğul ruh üçlemesini reddeden Unitarian mezhebine kaydolunur, biter gider."
Çok fazlaydı!
Dinleyenler adeta çılgın bir öfkeyle ayağa fırladılar!
Müslüman gençler, böylesine bir fütursuzlukla ele alınan Hristiyanlaşma olasılığına köpürürlerken, solcular, Müslümanlığı yüceltmenin akıl almaz gafletine şaşırıyor, böylesi bir gericiyi dinlemeye geldiklerine inanamıyorlardı!
Çok tatsız bir şeyler olacağından korkmaya başladım.
"O zaman siz ANAP iktidarını alkışlıyorsunuz! Sayelerinde hızla batılılaşıyoruz işte!" Konuşan delikanlının sesi boğulur gibiydi.
"Hayır," dedi Rodoplu,
"Hayır. Ben, ilkel komünizmin üstünde parlayan Hilalden yanayım. Tabii, üzerine biraz da Konfüçyüs eklersek! Aman, Tanrım, ne saçmalık!
Ama, benim kişisel tercihim sizi yönlendirmemeli. Siz, kendi kafalarınızla, benden ya da bir başkasından ödünç aldığınız kafalarla değil, kendi kafalarınızla düşünmeli, ne olmak istediğinize, nasıl bir Türkiye'de yaşamak istediğinize kendiniz karar vermelisiniz.
Bunu yaparken uymak zorunda olduğunuz bir tek kural var: 'Sen seni bil' düsturu. Aksi, boş hayaller kurmaktan ibaret kalır.
Ben, kendi adıma, Türkiye insanı için bir tarif geliştirmeye, bu tanımdan yola çıkarak, gelecekte neler olabileceğini öngörmeye çalışıyorum. Siz de deneyin.
Farklı tanımlar geliştirebilir, bugün gündemde olmayan alt kültürleri inceleyebilir ya da örneğin benim yanıldığımı, homo economicus tanımının bize uygun düştüğünü düşünebilirsiniz.
Bu düşüncelerimizi tartışmak istiyorsanız, onu her zaman yaparız, yapmalıyız. Burada, orada, üniversitede, özel toplantılarda, her yerde yapmalıyız."
Tam o sırada, gerilerden alaylı bir ses yükseldi,
"Titre, kendine dön!"
"Ne kadar doğru!" dedi Günay, "Gerçekten de! Titreyip kendimize dönmeli, Büyük Yalan’ı afişe etmeliyiz!

Bizi tanımlamayı, bizi takdim etmeyi CIA'nın sosyologlarına, psikologlarına, oryantalistlerine, ilahiyatçılarına, dış ya da iç sömürgecilere bırakmayın.
Kendinizi, siz takdim edin. Ben, 'bu'yum, deyin.
Olduğunuz 'bu' doğru tarif olsun. Yanlış temel üzerine yapılandırdığınız hedeflere ulaşamazsınız.
Siz, (A) geleceğini hedeflerken, karşınıza (B) geleceği çıkıverecektir. 12 Eylül'de olduğu gibi...
...Başka soru?"

Egitimhane ailesi olarak kendimizi takdim edebiliyor muyuz? Biz 'bu'yuz diyebiliyor muyuz?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 09 Haz 2016 08:26:20
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Az önce, Güneydoğu Anadolu'da, teşviklere karşın yatırım yapılmadığından söz ettiniz. Bunun nedenini de, homo ekonomikusluğa bağladınız.
Oysa, Güneydoğu Anadolu'daki teşvikler bir kandırmacadır. Güneydoğu Anadolu'ya yıllardır bir çivi bile çakılmamıştır.
Güneydoğu Anadolu teşvikleri Kürt milliyetçiliğinin tırmanmasından korkan sömürgecilerin göz boyama girişimlerinden ibarettir!"
"Yine, en son söylediğiniz cümleden başlayarak cevaplayacağım," dedi, Günay,
"Güneydoğu Anadolu'nun ekonomik durumunun gündeme gelmesinde PKK’nın rolünün tartışılmaz olduğunu düşünüyorum.
Düşünüyorum, çünkü ağlamayan çocuğa meme verilmediği bir vakıadır.
Öte yandan, Güneydoğu Anadolu'nun 'sömürüldüğü iddiası, 'kimler tarafından?' şeklinde bir soru getiriyor.
Bu sorunun cevabı, toptancı bir ifadeyle, 'Türkler' olamaz, çünkü, o bölgelerde yaşayan Türklerin durumunun Kürtlerden daha iyi olmadığını biliyoruz.
Marksist bir yaklaşımla, 'burjuvazi'den bahsedeceksek, bu defa da karşımıza çıkacak sınıfın ulusal niteliği yine 'Kürt' olacaktır.
'Türk burjuvazisinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yatırımı yok denecek kadar azdır. Zaten esas sorun da budur.
O halde mesele Kürt milliyetçiliğinin tırmanışı değil, bir yeniden yapılaşma sorunu olarak ele alınmalıdır.

Kaldı ki, dünyanın hiçbir yerinde, 'sömürülen bir ulusun' hazinelerini terk edip 'sömüren ulusun ülkesine' göç ettiği, orada tutunup, yükselebildiği görülmemiştir.
Oysa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanı, en yoksul amelesinden en varlıklı toprak ağasına kadar, yıllar yılı batı bölgelerine boşalır.
Doğulu toprak ağaları neden kendi 'memleketlerinde' yatırım yapmazlar da, göç ederler? Neden Kürtler ulusal burjuvazilerini yaratamamışlardır? Bunca teşvike rağmen yaratamamaktadırlar?
Bence, üzerinde düşünülmesi gereken esas olgu budur.
Az önce söylediklerimi tekrar etmek istiyorum.
Hanımlar, beyler, homo economicus olmayı becerebilsek, hiçbir hükumet, hiçbir rejim, iç ya da dış baskı bizi kişi başına şu kadar dolar gelirli olmaktan alıkoyamaz.
Kürt ya da Türk, Doğulu iş adamının da hırsı sınırlıdır.
İhtiyacına elvereceğini düşündüğü yükünü tuttuğunda, ne kadar teşvik ederseniz edin, ne kadar vergi indirimi yaparsanız yapın, onu Kumburgaz'daki ya da Büyükada'daki yazlığından çıkarıp, Mardin'in sarı sıcağına döndüremezsiniz."
Şiran'ı düşünüyordu. Ne büyük bir düş kırıklığı yaşadığını bir kez daha anladım.
"Çünkü, Anadolu insanı, 'yapabileceği en yüksek kârı' yapmaya değil, 'geçimi için yeterli' kârı yapmaya şartlanmıştır," diye sürdürdü, "İstifçi değildir.
Bu nedenle ki, iş devlete kalır, kalmak zorundadır. Devlet, beceriksiz bir işletmecidir, doğru.
Ama, Adam Smith anlamında bir serbest piyasa ekonomisi de sökmez bu ülkede, çünkü temel aksiyomu, gözü doymaz homo economicus aksiyomu uygunsuzdur.
Misliyle maaş da verseniz doktorları gönderemiyorsanız, sıfır vergi de alsanız özel sektörü aktaramıyorsanız, bu bizim kültürel arkaplanımızın paraya, yine aynı kelimeyi kullanacağım, 'müdanaa' etmemize izin vermediğindendir.
'Azıcık aşım, kavgasız başım,' diyen bir insanı nasıl zorlarsınız? Sağ ya da sol, koyu bir diktatoryaya gitmeden zorlayamazsınız.
Unutmayın ki, Batı ülkelerinde demokrasi 'homo economicus'un ÇIKARLARINA uygun düştüğü için gelişmiş, aristokratların homo economicus’un çıkarlarının önüne koydukları engeller kalksın diye yerleştirilmiştir.
Demokrasi yatırım yapmak özgürlüğünü içerdiği gibi, yapmamak özgürlüğünü de içerir.
Çalışmak özgürlüğünü içerdiği gibi, çalışmamak özgürlüğünü de içerir.

Bir yaptırım gücünüz varsa, o da toplumun yüreğini çalan, fedakârlık dayatan bir 'ülkü' olabilir.
Ama kendimizi kandırmayalım. Amerikalı Barış Gönüllüleri kadar da olamıyoruz.
Doğu'ya gitmeyen doktorlara kadar uzanmaya ne hacet, kaç tane genci diskoteklerden geçtim, kahvehanelerden çıkarıp, Doğu'ya, bırakın çalışmayı, sadece görmek, bir bakmak için gönderebilirsiniz?"
Ürkütücü kaynaşma başladı, yine. Günay, hiç farkında değilmiş gibi konuşmaya devam ediyordu,
"Neden DevGenç, en gelişmiş Amerikan halkla ilişkiler yöntemlerine uygun düşecek şekilde, boyunlarına şık fularlar bağlayıp, İstanbul'da gösteri yapar? Bir düşünsenize!"
Ben kıyamet kopacağını düşünürken öyle olmadı, çünkü, Günay sesinin tonunu birden değiştirmiş, kalabalığı hazırlıksız yakalamıştı.
"Dediğim gibi, bu ülkede devletin yaptırımı şarttır," dedi, "Öyle görünür ki, bütün KİT'lerin bütün beceriksizliğine karşın, karma ekonomiden daha uzun süreler kurtulamayız.
Bu nedenle," az önce soru soran delikanlıya döndü, "Hayır, ANAP iktidarının icraatını gerçekçi bulmuyorum. Homo economicus aksiyomu üzerine kurulu bir sistemi gerçekçi bulmuyorum."
Yeterince yorulduklarını, soruların bittiğini umuyordum, olmadı.

Yıl 2016... Alev Alatlı'nın "gerçekçi bulmadığı" ANAP iktidarının icraatları uygulanmaya devam etmekte... Devletin elinde doğru dürüst KİT kalmadı...
Karma ekonomi devam etse de, "serbest piyasa ekonomisi" çarkları yavaş yavaş dönmeye başladı...

90'lı yıllarda, bugünleri (ÖN) görebilenler olmuş muydu acaba?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 10 Haz 2016 08:10:52
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

"Hıristiyanlık biz Müslümanların kabul ettiği bir dindir," dedi, mintanlı bir genç. Çok kötü ifade etmişti, ama ne demek istediğini anladı Rodoplu,
"Siz, homo economicus derken, bu tarifin Hıristiyanlıkla bir ilgisi olduğunu mu söylüyorsunuz? Yani, ekonomi bilimi bir Hristiyan bilimi mi midir?"
Başına iş almıştı, işte!
Şöyle bir durakladı,
"Sosyal bilimlerin hemen hepsi gibi, o da Hıristiyan dünya görüşü doğrultusunda yapılanır. Evet."
Kahramanlıktı! Günay Rodoplu, bu işin sonunda dayak yiyebilirsin! Sussun diye dua ediyordum! Ama, derin bir nefes aldı,
"Hıristiyan kökenlidir," diye tekrarladı, Günay, "çünkü, homo economicus Hıristiyan insan görüşüdür.
Kitabı Mukaddes’e göre, insan doğuştan günahkârdır, çünkü yasak meyveye tamah etmiştir.
Hıristiyan insan görüşü bedenin aşağılık kötü; ruhun yüce, asil olduğu şeklindeki ruh beden ikilemini benimser.
Karanlık ortaçağlar boyunca Hıristiyan Batılılar, ruhun bedene galip gelmesi için çalışmış, çilenin yüceltilmesinden insanoğlunun ruhundan şeytanları kovmayı amaçlayan türlü engizisyon tatbikatlarına, günahkârları yakmaktan cadıları kaynatmaya varıncaya kadar bedene her türlü işkence etmiş ve sonuçta mağlup düşmüşlerdir.
Rönesans bu MAĞLUBİYETİN adıdır. Rönesans bedene dönüşün adıdır.
Bu dönüşü izleyen akımlarda, sarkaç bu defa da öteki yana sallanmış, mesele, 'tamam, biz homo economicus'uz.
Mademki, homo economicus'uz, öyleyse homo economicus olduğumuzu kabul edip, sonsuz isteklerimizi nasıl tatmin edebilirizi araştıralım' meselesi haline gelmiştir.
Ekonomi biliminin babası Adam Smith'in 1700'lerin son yarısında ortaya çıkması tesadüfi değildir."

"Ya Marksizm? Marksizm hakkında ne düşünüyorsunuz?" Bağrışıyorlardı!
"Bakın, çok yoruldum. Ama, yine de size bir soruyla cevap vermeye çalışayım.
'Ey işçi sınıfı! Homo economicus olmayın! İstemlerinize gem vurmayı öğrenin! Düşük bir yaşam standardında ama bolluk içinde yaşayabilirsiniz!
Çalışma kampı mahkûmiyetinden başka kaybedeceğiniz hiçbir şeyiniz yok!" diyen bir Marksist’e ne yaparlar?
Hıristiyan dünya görüşünü reddeden Marx, en temel aksiyomu, insan görüşünü zımnen kabul etmiştir.
Ama, yine de, çok saygındır. Çünkü, hiç değilse eşitlikçi bir paylaşımdan yanadır.
Ama, gerçekten çok yoruldum. Artık burada keselim, olur mu?"
"Bunca saattir burada oturmuş sizi dinliyoruz. Hiçbir meseleye çözüm getirmediniz. Ben şunu söylemek istiyorum...
"Günay, benden yana baktı, Binali, yine Binali!
"Billah bacım, sen kıvırtirsen!"
Bağırıp çağırıyordu delikanlı. Rodoplu, gözlerindeki deli öfkeyi, alışkanlıklara ters düşenlere duyulan öfkeyi görüyor olmalıydı!
Art arda sıralanan cümleler kırık dökük, sorular soru değil, suçlamaydı.
Bir ara iyice coştu, Günay'ın niçin bu işlerle uğraştığını, yapacak başka şey mi bulamadığını dahi sordu.
Konuşmacının neye kafa patlatması gerektiğine de o karar verecekti, çünkü REÇETELERE ihtiyacı vardı.
"...buna ne diyorsunuz? Bari onu söyleyin!"
"O kadar yanılıyorsun ki! Anadolu insanı özgürdür. Evet, aktif bir özgürlük değildir bu, pasiftir.
Üzerine destanlar yazılmış bir özgürlük de değildir, ama asla zincire vurulamayan bir yapı geliştirmiştir.
Bu özgürlüğün hiç aşınmayan iki dayanağı vardır: Çile çekme gücü ve azla yetinme gücü."
"Kemal Tahir! Kemal Tahir'in söylediklerini söylüyorsunuz!"
"Evet. Az önce de söylemiştim. Bu iki nitelik, Anadolu insanını özgür kılar; köle olmaz.
Ne patronun, ne paranın, ne inançların, ne kitaplarının, ne de geçmişinin kölesidir! Eskiye rağbet etmemesinin, her duruma kolayca uyum sağlamasının nedeni de budur!.. "

"Kemal Tahir dönektir!"
Günay'ın, "Revizyonizm bir bilim olmalı!" dediğini hatırladım. Ne cevap vereceğini merak ediyordum.
"O sizin sorununuz olmalı," dedi, kesti attı, "Evet... Böyle bir özgürlüğü Jean Paul Sartre'ın varoluşçuları bile tahayyül edemezler."
"Yeter artık!" diye isyan ediyordum oturduğum yerden, "Yeter artık! Niçin yapıyorsun bunu?" Vereceği cevabı da biliyordum,
"Çünkü tutkulu bir ruhum var! Çünkü özgürüm! Çünkü onları seviyorum!"
"Ama, onlar seni sevmediler, işte. Hiç sevmediler!"
"Biliyorum," diyecekti, zar zor duyulur bir sesle, "Biliyorum."

İnsanlar, ÇIKARLARINA uygun olmayan şeyleri söyleyenleri sevmezler.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 11 Haz 2016 08:01:14
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Günay Rodoplu, konferans sonrası arkadaşıyla birlikte trenle Ankara'dan İstanbul'a dönmektedir.
Trende konferansın bir değerlendirmesi yapılır.

ALEV ALATLI Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm kitabından alıntı

Kondüktör yemekle göründüğünde, Ankara ufkunda hilal vardı!.
'İlkel bir komünizmin üzerinde parlayan hilalden yanayım!'
İtiraf etmelisin ki, şiirsel bir cümleydi!" dedi, Günay, hilali işaret ederek,
"Ne çağrıştırdı dersin? Yeryüzü nimetlerini ('bilgi nimettir!) dillerinde 'paylaşma' kelimesine yer vermeyecek bir doğallıkla paylaşan insanları, öbür dünyadan onaylayacak, sırtlarını sıvazlayacak bir sistemden yana olduğumu anlatabildim mi?"
Yüzüme baktı, gülmeye başladı,
"Elbette, hayır, değil mi? Cennet tüketiminin bile bir takastan ibaret olduğu, insanların en az sevabı verip, en büyük günahlardan kurtulmaya şartlandıkları bir dünyada nelerden bahsediyordum, Tanrım!"
"Dünyayı bırak bir yana, Türkiye'de!" dedim.
Bahsettiği 'özgürlük'ü de anlatamadığını düşünüyordum. Hilal'den yana olmak deyince dinleyicileri İslâmiyet'e geri dönüşü desteklediğini sanmışlardı.
Megamachine ideolojisini, endüstri uygarlığını sorguladığını bilemezlerdi.

"Endüstri uygarlığını sorgulamak mı?" dedi, Günay, "Yapma, Allah aşkına! Esendal'a ahkâm kesen Alman sefirine mi benzedim, şimdi!?
'Ah, eski çağlar, makine geldi, bize berbat etti! Halinize, makinesizliğinize şükredin!' Bunu mu anladı çocuklar?!"
Dehşete düşmüş gibiydi!
Bugünkü konuşma gibi aptalca bir risk aldığı için öfkeliydim,
"Ya, ne sanacaklardı?"
"Düşünmelerini istedim," dedi, zayıf bir sesle, "Serbest piyasa ekonomisinin erdemleri gibi, ekonomi biliminin dokunulmazlığı gibi dogmaları sorgulamalarını istedim.
Türklerin homo economicus oldukları yalanını sorgulamalarını istedim."
"Ben sana bütün bundan ne çıkardıklarını söyleyeyim. 'Günay Rodoplu, ekonomi bilimini, teknolojiyi reddeden bir gericidir!"'

"Aman, Tanrım, o kadar kötü mü?!"
"O kadar kötü!"
Durumun vahametini sindirmesini bekledim.
"Mamafih," dedim, "Son tahlilde düşündüğünü söyledin."
"Yani?"
"Yani, nekrofilyaya karşı uyardın. Batı medeniyetinin dayatmalarına karşı uyardın."
"İşbirlikçiyim, da! Yine aynı yere döndük! Bir tür Esendallık ettim!"
Galiba omuzlarımı da silktim. Bu defa sinirlendi,
'"Biz yenildik,' dedim, 'Hilal de, komünizm de yenildi!' Bundan böyle, intihar etmek istemiyorsak, Batılılaşacağız, dedim, demedim mi?" Şöyle bir duraladı,
"Sen benim ikiyüzlülük ettiğimi düşünüyor musun?"
"Ne istediğini anlamaya çalışıyorum."
Hiç beklemediğim bir şey yaptı,
"Trrrrum, Trrrrum, Trrrrum! Trak Tiki Tak!" dedi, Günay. Hayretle döndüm,
"Trrrrum, Trrrrum, Trrrrum!
Trak Tiki Tak!" diye sürdürdü,
"Makineleşmek istiyorum
Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
Her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum!
Tükürüklü dilim bakır telleri yalıyor damarlarımda kovalıyor
otodirezinler, lokomotifleri
Trrrrum, Trrrrum, Trrrrum!
Trak Tiki Tak!
Makineleşmek istiyorum.
Mutlak buna bir çare bulacağım.
Ve ben ancak bahtiyar olacağım
Karnıma bir türbin oturtup
Kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
(Nazım Hikmet'in 1923 yılında yazdığı Makineleşmek İstiyorum şiiri.)
Anladın mı?"
"Hayır."
Sırtını döndü, pencereden dışarı bakmaya koyuldu,
"Behey, koca Nâzım! Ne oldu da, millet fabrika şiiri yazmaktan vazgeçti de, içi buruk rençberlerle oyalanıyor!" diye söylendi.
"1923'te yazıldı bu şiir. O günden bugüne bir tane daha yok! Neden?"
"Neden?"
"Sen Elektrik Mühendisleri Odası'nda çalışırken, Polonya Elektrik Mühendisleri Kuruluşu Başkanı, SEP Başkanı bir adam gelmişti... "
"Tadeusz Dryzek."
"Evet. Gündüzleri direnişteyken, geceleri mağaralarda, Polonya’nın elektrifikasyon plânını hazırladıklarını anlatmıştı, hatırlıyor musun?"
"Evet?"
"Peki, neden bizde elle tutulur tek ortak gayret, Türkçe'nin sadeleştirilmesinden ibaret kaldı?
Neden pastoral romantizmden kurtulup, su getirmek gibi, güneş enerjisini adam gibi kullanmak gibi işlerle uğraşmıyoruz?
Neden aklını tasavvufa taktın da, mesleğinle uğraşmıyorsun?"
"Neden?"
"Çocuklardan bunlar hakkında düşünmeleri istedim. KENDİLERİNİ TANIMAYA davet ettim. Hepsi bu."
"Günay'cım! Anlamıyorum! Bir nekrofilyadan bahsediyorsun, bir teknolojiye tapınma ile arasındaki bağı anlatıyorsun, sonra da dönüp makineleşmek istediğinden bahsediyorsun!"
"Fesuphanallah! Çelişkili değil ki bu! Bak, yaşamak istiyorsak, makineleşmek zorundayız, çünkü aksine gücümüz yetmez!
Kaldı ki, ben geçmişi yücelten bir ölüsevici değilim!

Ama, bu nekrofilya, faşizm tehlikesini de beraberinde getiriyor! Halkçılıkla teknolojicilik ne kelimeler icat ettiriyorsun bana! el ele yürümezse, parsayı faşistler toplar!
Biz makineleşmeli ve makineyi insanın emrine vermeliyiz! Teknolojiye karşı değilim, ölüseviciliğine karşıyım! Niye anlamıyorsun? Gönlü dağlarda... "
"...ve ekşi elmalarda!" diye kestim,
"Ve 'yeşil elmalarda'" diye düzeltti, "tipik bir Üçüncü Dünya insanı gibi, Batı'yla bir aşk/nefret ilişkim var! Yeni bir yol arıyorum.
Bizi çıkmaza sokmayacak, ama faşist dayatmalardan kurtaracak bir yol! Makineleşme bu oluşumun olmazsa olmaz parçası!
"
Yorulmuştum. Gerçekten yorulmuştum,
"Sen istemesen de, öyle oluyor, zaten!" dedim.
"Olmuyor!" dedi, "Olmuyor, gözüm! Gözünü seveyim, kara para aklandı, döviz stokları müsaittir diye üç tane makine ithal edilince, çağı yakalamış mı, oluyoruz?

Yıl 2016...
Çağı yakalayabildik mi?
Batıda olup da biz de olmayan ne var?
Batıda olup da biz de olmayanların olması gerekiyor mu?
Egitimhane ailesi, "Nasıl bir ekonomi arzu ediyor?"
Son soruya Egitimhane ailesinin vereceği cevabın şu olacağı ÖN YARGISINI taşıyorum.
- "Nasıl bir ekonomi?" sorusu ve cevabı bizi ilgilendirmez, biz "okul cemaati" ile ilgileniriz.
Haklısınız "Egitimhane ailesi olarak" SADECE "okul cemaati" ile ilgilenmeye devam edin.
Nasıl olsa "toplumun tüm kesimleri" ile iletişim içinde olan birileri var(dır). Mesela, Batılılar...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK