Genç müdür stajyer öğretmenlere tecrübelerini tane tane sunuyordu:
Öğretmenliğimin ilk yılıydı. İlk görev yerim olan bu kasabayı gerçekten çok sevmiştim. Kasabaya gelmeden önce Anadolu'nun birçok köşesinde memuriyetlerde bulunmuştum. Ancak geldiğim yeni yer çok tabiî güzelliklere sahip olduğu gibi, okuma yazma nispetinin en yüksek olduğu beldelerimizden biriydi. Kasaba, bir derenin iki yanında sıralanan dükkânları, insanın yorgunluklarını alan derenin şırıltısını ruhunuza sindirdiğiniz çay bahçeleri ve önemlisi güler yüzlü insanlarıyla hayata renk katıyordu. Psikoloji derslerine girdiğim okulun aynı zamanda rehberlik danışmanıydım. İşin doğrusu tecrübesizdim. Her ne kadar bölümümden dereceyle mezun olduysam da rehberlik gibi mesuliyet ve tecrübe isteyen bir branş için çok yeniydim. Bu tecrübesizliğimin farkında olan bazı yaşlı öğretmenler, tecrübelerini anlatır ufkumu açarlardı. Fakat ilk yılda yaşadığım bir hâdise, bana unutulması mümkün olmayan bir tecrübe kazandırmıştı. Vak'a, bütün öğretmenlerin takdirlerini kazanmış başarılı bir sınıfta yaşanmıştı. Dersleri büyük bir ciddiyetle dinleyen bu sınıf sayesinde ben de kendimi geliştiriyor onlara yeni ufuklar kazandırmak için sürekli okuyordum. Öğrencilerin sorularıyla gelişen derslerimiz ilgi çekiyordu. Onlara bilhassa ahlâkî, müspet düşüncelere sahip sosyolojik ve felsefî kitaplardan pasajlar okuyor, hayatın zorluklan karşısında başarıya giden yolları göstermeye çalışıyordum. Ders yılının birinci dönemi bitmiş, ikinci yarıyıl başlamıştı. Öğrencilerle kaynaşmış, en çok sevdikleri öğretmenlerden biri olmuştum. Ancak yaşayacağım olay bana bu işte daha ne kadar tecrübesiz olduğumu öğretecekti:
O gün ilk iki saat dersim olmadığı için okula biraz geç gitmiştim. Her zamanki gibi rehberlik odasına doğru merdivenleri çıkarken, merdivenlerin sağ tarafındaki öğretmenler odasından gürültüler geldiğini duydum. Odama çıkıp, çantamı bırakıp-bırakmamakta tereddüt ederken, duyduğum ağlama sesinin tesiriyle öğretmenler odasına yöneldim. içeride tam bir karmaşa vardı. Bayan öğretmenlerden biri yüksek sesle ağlıyordu. Ne olmuştu? Merakımı yenmek için öğretmen arkadaşlardan birine sokulup sordum:
-Ne olmuş, bir yakını mı ölmüş?
-Hayır herhalde sınıfta bir olay olmuş!
Bu cevap bana yetmişti. Ders programına bakıp, hoca hanımın bir önceki saat derse girdiği sınıfa baktım. Şaşırmıştım; bu bütün okulun başarılarıyla tanıdığı sınıftı. Ne olmuştu acaba? Sınıfa yaklaştığımda, sınıfta büyük bir sessizlik vardı: yalnız fısıltı halinde, birkaç öğrencinin konuşmaları duyuluyordu. En ön sıradaki kız öğrenciye sordum:
-Ne oldu?
Öğrencinin soruma cevap vermek istemediğini anlamıştım. Bu defa biraz sertçe sordum:
-Ne oldu sınıfta?
-Zeynep!... Nermin Hanım'ı tokatladı!..
Doğrusu bu öğrencinin ismini hiç mi hiç beklemiyordum. Zeynep okul birincilikleri ve nezaketiyle herkesin tanıdığı bir öğrenciydi. Birden aklıma yan sınıftaki şımarıklığıyla meşhur Zeynep geldi. Belki olay teneffüste olmuştur, dedim, kendi kendime. Zeynep tarafından böyle bir suç işlenebileceğine inanmıyordum. Tekrar sordum:
-Hangi Zeynep?
Kızcağız istemeye istemeye cevap verdi:
-Bizim Zeynep! Zeynep Eroğlu!..
Ben. başını yere eğmiş, yüzü kıpkırmızı kesilmiş Zeynep'e bakarken, yeni dersin öğretmeni de kapıda belirmişti. Zeynep'le görüşemeden sınıftan ayrıldım. Müdür odasına doğru yürüyor, bir taraftan da ne olmuş olabileceği hakkında düşünüyordum. Böyle başarılı bir kızcağıza, bütün öğretmenlerin sevgiyle yaklaştıkları bu öğrenciye, öğretmen ne yapmış olabilirdi? Öğretmene tokat attıran sebep neydi? Müdürün odasına girdiğimde, Nermin Hanım gözyaşlarını siliyordu. Odada disiplin kurulunun bütün üyeleri vardı. Okul müdürü babacan bir tavırla:
-Nermin Hanım!.. Ne olduğunu anlatırsanız, siz de. biz de rahatlarız, dedi. Nermin Hanım şaşkın ve bitkin bir haldeydi. Derin birkaç nefesten sonra anlatmaya başladı. Cümleleri kesik kesikti:
-İkinci yazılıyı yapıyordum. Sınav süresi bitince kâğıtları toplamaya başladım. Sıra Zeynep'e geldiğinde son sorusunun cevabını yetiştirmeye çalıştığını gördüm ve başka sıralara geçtim. Bütün kâğıtları toplayınca tekrar Zeynep'in sırasına geldim. Bitirdiğini sanarak kâğıdını çektim. Ne olduğunu anlamadan, 'Ne oluyor, daha bitirmedim!' diyerek, bağırmaya ve bütün gücüyle yüzüme vurmaya başladı. Kendisinde değildi sanki... Okul müdürü davranışın çok garip olduğunu, Zeynep'in not için veya başka bir sebeple bunu yapacak bir öğrenci olmadığını söyledi ve bu meseleyi araştırmamı istedi. Öğlen tatilinde yemeğe de inmeden, Zeynep'i rehberlik odasına çağırdım. Her zamanki gibi edep dolu tavrıyla içeri girdi. Fakat son derece yorgun ve morali bozuktu. Hâdiseyi doğrulamanın dışında hiçbir soruma cevap vermiyordu. Benimle bir kere olsun göz göze gelmedi, başını yerden kaldırmadı.
Nermin Hanım, Zeynep'i tanımasına rağmen şikayet dilekçesini disiplin kuruluna iletmişti. Müdür bey, araştırmanın sonucunu beklemesini istediyse de bu mümkün olmadı. Zeynep okuldan atılacaktı. Disiplin kurulu toplantısından iki gün önceydi. Branşındaki ve Öğrenciyi tanımadaki tecrübesiyle bütün Öğretmenlerin takdirini kazanmış olan Duran Bey odama geldi ve kapıda durarak:
-Çocuğu atacaksınız herhalde, dedi.
Biraz şaşkın biraz mahçup bir ifadeyle: -Gidişat öyle dedim, istemeyerek... Epey uğraştık bize yardımcı olmuyor.
-Çok mu uğraştınız!? Meselâ evine gittiniz mi? Evine gidip bir bakın; kızcağız nerede, nasıl yaşıyor, ailesiyle görüşün!
Bu sözlerde hem teklif, hem tenkit, hem de sitem vardı. Yaşlı öğretmenin söyledikleri zoruma gitmişti, fakat haklıydı. O gün randevu aldık. Ertesi gün Zeynep'in evine gittik. Bizi telefondaki sese uygun yaşlı bir kadın karşıladı. Temizce bir evdi, fakat fakirliğin izleri evin her köşesine sinmişti. Kadıncağız Zeynep'in baba annesiydi. Durumu anlattığımızda bir telefon numarası getirdi:
-Annesi bu numarada, isterseniz onunla görüşün, dedi. Numaraya baktım; bu bizim kasabaya ait bir numara değildi. Tam ben soracakken yaşlı kadın donuk bir sesle:
-Annesi şehirde, dedi.
Oradan ayrıldıktan sonra Zeynep'in annesini aradık ve ertesi gün yola çıktık. Yolda, disiplin kurulunda görevli tarih öğretmeni arkadaşımla bu olayın sebebi hakkında yorumlar yapıyorduk. Aldığımız adrese ulaştığımızda şaşkınlığımız bir kat daha artmıştı. Burası içkili, sazlı-sözlü bir eğlence yeriydi. Yanlış mı gelmiştik. Kapıda duranlara Zeynep'in annesinin ismini verdik. Aldığımız cevap bizi biraz daha şaşırmıştı:
-Evet burada çalışıyor.
Birazdan merdivenlerden bir kadının indiğini gördük. Kadın:
-Zeynep'in öğretmenleri sizler misiniz?, dediğinde, şaşkınlığımız bir kat daha arttı. İlginç bir benzerlikle karşı karşıyaydık. Karşımızda sanki Nermin Hanım vardı. Kadıncağız konuştukça, hâdiseyi ve yaşlı kadının bizi niçin geliniyle görüştürmek istediğini anlıyorduk. Kadın kumarbaz kocası tarafından terk edilince burada çalışmaya başladığını söylüyor; Zeynep'in üç senedir kendisini görmek İstemediğini üzüntüyle anlatıyordu. Tokadın sebebi anlaşılmıştı.
Nermin Hanım bütün bunları sonra öğrendi. Zeynep'in annesiyle görüştükten sonra şikayetinden vazgeçti. Zeynep'in rehberlik odasında bana söylediği söz hâlâ kulaklarımda:
-O an Nermin Hanım'ı annemle karıştırdım. O gün zaten çok sıkıntılıydım...
Sonra okul müdürümüz bir vesileyle Zeynep'in annesini okulun hizmetli kadrosuna aldı. Zeynep ise istediği üniversiteye girdi.
Bugün (sekiz yıl sonra), Öğretmenliğin ilk yılında yaşadığım bu olayın tesiriyle, hiçbir kimse ve hiçbir hâdise hakkında araştırma yapmadan karar vermiyorum; hoşgörü ve sevginin gücüyle her zorluğun aşılacağına inanıyorum. İnsanlara sevgi ve hoşgörü diyorum. Kulaklarımda her dem Şeyh Galib'in mısraı: 'Hoşça bak zatına..!'
İnsanlara hoşça bakalım, diyorum...