İz Bırakanlar

Çevrimdışı dvrmbtl

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.649
  • 179.414
  • Türk Dili ve Ed.
  • 7.649
  • 179.414
  • Türk Dili ve Ed.
25 Ara 2018 10:06:00
Hüseyin'in hikayesi 1936 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor .

Öğretmenler piknik yapmak için gittiği yeşillikte keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır, çobanı yanlarına davet edip hem karnını doyurmak hem de diyalog kurmak için, çay ikram ederler ve ismini sorarlar.

Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin…

Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. Verirler vermesine de o tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki, okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır. Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez ve öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar.

"12" diye cevap verir ve ekler:3 yaşımda annemi kaybettim, 11’imde de babamı…

Hüseyin ile süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler ve kendisine yardımcı olurlar. Hüseyin, karşılaştığı öğretmenler sayesinde Denizli’de parasız yatılı okumaya başlar.

Öğrenim hayatına hızlı bir giriş yapan Hüseyin matematiğe merak sarar. Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap hediye edilir, Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.

Kitabı bitirdiği gecenin sabahı Fen Bilgisi öğretmenine gider,“Bu kitapta eksiklik var” der. Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin’in bahsettiği eksiklik, Görecelilik Teorisi (Einstein'ın izafiyet teorisi) hakkındadır. Söz konusu teorinin önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir Hüseyin. Fen öğretmeni konuyuİTÜ’de kendi hocası olan rahmetli fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektup yazarak iletir. Nusret hocadan şu yanıt gelir: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gelsin”

Ve Hüseyin mezun olunca İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gider. Denizlili öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve çalışmalarını hocaları anlayamaz. Hocalarından biri, “Bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir" deyip mektupla ona gönderir.

Prof. Morse’dan da şöyle bir cevap gelir: “Hüseyin’in bu yaptığını 5 sene önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Biz Hüseyin’in tüm masraflarını karşılayacağız, Amerika’ya gelsin”

1952 yılına geldiğimizde Hüseyin, elektrik yüksek mühendisi olmuştur. Ebeveynleri çoktan ölmüş ve  köyünün insanları son derece fakir. Bir gazete kampanya yapar ve toplanan parayla Hüseyin Amerika’ya giden bir gemiye bindirilir. Gemiye bindirilmesinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün de büyük payı vardır.

"Write on the blackboard"

Hüseyin, MIT’te Prof Morse’un karşısına geçer. Morse, Hüseyin’in tez hocası olacak ama Hüseyin’in İngilizcesi de iyi değil. Anlayamıyor pek Morse’un dediklerini.

Hocasına“Write on the blackboard” der. Prof. Morse da Hüseyin’in tez konusu olacak konuyu tahtaya yazar ve Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır.

MIT’te genelde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar.

Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin’i çağırır.

“Senin tezin bitti. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der.

Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi’ne gider.Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.

Birkaç yıl sonra Boston’a geri dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar.Burada bilgisayarlar ile konuşmanın onlara talimat vermeye yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960’ların başında Hüseyin Yılmaz yapar.

Yılmaz kütle çekim teoremi

1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein’in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla kendisine bildirir. Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür.

Yılmaz, bu hatayı ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölür ve Einstein’in izafiyet kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. 27 Ocak 2013’te ise ABD’de vefat eder.

Bugün dünyada çok popüler olarak kullanınan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof Dr Hüseyin Yılmaz’dır.

Bir öğretmen dünyayı değiştirir sözüne örnek bu olsa gerek.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı mukru

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.564
  • 20.990
  • 2.564
  • 20.990
# 25 Ara 2018 10:19:18
Fethi Algon’un Hikayesi   (Alıntıdır)

Devlet, gemi inşa mühendisi Fethi Algon’u 1946 senesinde Tatvan’a yollar. Kocaman bir iç deniz, üzerinde hiç deniz taşımacılığı yok.

Fethi Algon eşini, iki oğlunu alır Kurtalan Ekpresi ile önce Siirt Kurtalan’a oradan da 8 saat (122 km) süren bir yolculukla Tatvan’a varır.

Vardıklarında manzara şudur; Tatvan‘da yol yok, okul yok, elektirik yok, su şebekesi yok…Üstüne, Türkçe bilen yok, bakkal bile yok!

Fethi Algon önce tersaneyi kurar ve Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı yapacak gemilerin, kosterlerin, römorkorların üretimine başlar. Eş zamanlı olarak da Ahlat, Erciş, Van ve Gevaş’ta iskelelerin yapımları da başlar.

Sene 1950 dediğinde Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı başlamıştır bile. Siirt Kurtalan’a gelenler karayolu ile Tatvan’a, oradan da göl çevresinde nereye gidecekse. Fethi Algon bakar ki herkes yakalayamıyor feribot saatlerini, der ki Denizcilik Bankası’na “Buraya otel lazım”.

Bunun üzerine Doğu Anadolu’nun ilk ve tek dört yıldızlı oteli Tatvan’a inşa edilir. Vatandaş feribot beklerken rezil olmasın diye. İstanbul’dan, Yalova’dan şefler, otel müdürleri getirilir personelinin eğitimi için. Otelin adı Denizcilik Bankası Oteli’dir.

Bu arada tersane arazisi bir kampüs haline getirilir. 1950 gibi senede Van Gölü’nde yelken yapılır. Çevre illerden sayısız insan yelkenli izlemeye gelir. Fethi Algon’a devletin gönderdiği paralar Diyarbakır üzerinden gelir. Çünkü en yakın Ziraat Bankası oradadır.

Mecido isimli bir eşkiya yolda parayı getirenleri soyar, bütün paraları alır. Jandarma bile Mecido’ya bulaşmak istemez. Fethi Algon, Mecido’ya haber salar, gelsin görsün beni diye.

Mecido bir eşkiyadır ama devletin adamı çağırmıştır sonuçta ve kalkar gider. Mühendis Fethi Algon derdini sorar.

Mecido der; adam vurdum, eşkiyayım diye kime bana iş vermez, ne yapayım? Fethi Algon, 1.90 boyundaki bu dev adama Tatvan tersane kampüsü’nde bekçilik işi verir. Mecido eşkiyalığı bırakır. Karda, tipide çoluk çocuğu okula götürmek de dahil, her işe canla başla koşar. Tersanenin has adamı olur.

Tatvan’da okul da yoktur.  Mühendis Fethi Algon’un çocukları okula başlayacak olunca, kaymakama valiye çıkıp okul mevzunuzu dile getirir. Sene 1948’dir. Vali, kaymakam “yok öyle bi para” bizde derler. Okulu yapın, biz öğretmeni atayalım. Fethi Algon bulur buluşturur, tersane kampüsünde bir oda, karatahta ve 25 öğrencinin eğitim alacağı bir derslik kurar. Valiye, kaymakama haber salar, atayın öğretmeni. Böylelikle Tatvan’ın ilk okulu açılır. Öğrenci sayısı 25’dir. 23’ü Türkçeyi ilk okulda duyar.

Fethi Algon ve ailesi 1959 senesine kadar Tatvan’da kalır ve bugün bile Tatvan’nın Bitlis il merkezinin daha önünde anılmasını sağlayan altyapıyı kurar. Sonra geldikleri yer olan İstanbul’a dönerler.

Oğlanlardan küçük olanı Atila, yıllar sonra Denizcilik Bankası’nda müfettiş olur. Sene 1970’ler ve Tatvan denetlemesi vardır, gönüllü olur. Kurtalan Ekspresi, Bitlis, Tatvan,  3 gece 4 günde varır. Tatvan’da babası zamanında açılan Denizcilik Bankası oteline yerleşir.

Resepsiyonda dev gibi ama beli bükülmüş bir adam vardır. Resepsiyonistle kavga etmektedir. Üstü başı perişandır. Atila Algon zar zor tanır adamı. Adam, babasının eşkiyalığı bırakıp işe aldığı eşkiya Mecido’dur. Sarılırlar, ağlaşırlar, dertleşirler…Babası gittikten sonra gelenler, ne yapıp edip kovdurmuştur Tatvan tersanesinden Mecido’yu…Mecido eşkiyadır, adam vurmuştur, katildir… Oğlunun açtığı bakkal dükkanı geliri ile kıt kanaat geçinmektedirler Tatvan’da. Sorarım size? Fethi Algon da devlettir, sonrasında gelenler de? Bu devlet nasıl birşeydir? Hele deyin bana!

Önder Cırık

Çevrimdışı mukru

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.564
  • 20.990
  • 2.564
  • 20.990
# 27 Ara 2018 21:53:52
Cumhuriyet'in İlk Kadın Hakimi

Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı'na bakarak yaşlı ciğerlerini sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın ‘Günaydın Anne, Günaydın Baba’ dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. ‘Günaydın Kocacığım’ dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp ‘Günaydın Evlatlarım’ dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp ‘Sizleri, hepinizi çok özledim’ dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama ‘Bir taksi istiyorum’ dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. ‘Patlama be adam!’ dedi. Nihayet taksiye binebildi. ‘Teyze hoş geldin’ dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. ‘Nereye gidiyoruz?’ Kadın kısa bir sessizliğin sonunda ‘Tüm bir gün beni taşır mısın?’ diye sordu. ‘Sana 500 lira veririm.’ Adam küçümser bir gülümseme ile, ‘Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze’ dedi.

Kadın gülümsedi.

‘O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?’

‘Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?’

‘Anıtkabir’e’

‘Anıtkabir’e mi?

‘Evet’

‘Tamam teyzeciğim’

‘Yaş kaç teyzeciğim?’

‘Seksen sekiz’

‘Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim’

‘Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum’

‘Haklısın teyzecim’

Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Şoför ‘Teyzeciğim geldik’ dedi. Dalgın görünen kadın ‘Evladım burada yardımına ihtiyacım var’ dedi. ‘Benimle gel’ Adam şaşırmıştı. ‘Tabii teyze’ dedi. Kuşkulu gözlerle ‘Bizi buraya alırlar mı?’ diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak ‘Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?’ dedi

‘Hayır’

‘Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?’

‘Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme’

‘Ee o zaman’

‘Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben’

Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.

Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde

‘Nasıl çıkacaksın Teyze?’ diye sordu.

‘Her ay nasıl çıkıyorsam öyle’

‘Her ay geliyor musun? ‘

‘Evet’

Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. ‘Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım’ Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra ‘Hadi gidelim’ dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. ‘Yoruldun mu Teyze ?’ dedi.

Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra ‘Evet hem de çok yoruldum’ diye cevapladı.

‘Nereye gidiyoruz?’

‘Bankaya.’

Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.

‘Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim? ‘

‘Sor bakalım evladım’

‘Anıtkabir’de Atatürk’ e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?’

‘Uzun hikaye evladım’

‘Olsun be teyze anlat ne olur.’

‘Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın’ dedi bana. Hemşire dedim. O da ‘Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır’ dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın’ dedi .’

‘Sen ne dedin peki?’

‘Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.’

‘Peki olabildin mi Adalet Teyze?’

‘Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim. ‘

‘Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze’

‘Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin’

‘Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin ?’

‘Evet’

‘Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?’

‘Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım’

‘Osman teyzeciğim’

‘Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?’

‘Tamam teyzeciğim’

Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. ‘Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür’ diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.

‘Hoş geldin Hakim Teyze’

‘Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.’

‘Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim? ‘

‘Yok aksine hoşuma gitti. Sağol’

‘Nereye gidiyoruz?’

‘Seyranbağları'na’

‘Tabii’

‘Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen’

‘Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla’

‘Ne iş yapardı amca?’

‘Subaydı.’

‘Ne zaman vefat etti?’

‘1952’de’

‘Çok olmuş.Gençmiş’

‘Kore savaşında şehit oldu.’

‘Allah rahmet eylesin Hakim teyze’

‘ Sağol’

‘Seyranbağları’na geldik nereye gideceğiz?’

‘Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.’

‘Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben ?’

‘Yok bekle burada’

Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. ‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın burada ne yapar ki?’ diye düşündü.

Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın ‘Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin’ dedi.

Adalet hanım, buğulu gözlerle ‘İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın’ dedi.

Araba hareket etti.

‘Nereye Hakim Teyze?’

‘Hemen iki sokak öteye’

Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.

‘Bekle beni’

‘Tabii Hakim Teyze’

Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.

‘İyi misin Hakim Teyze ?’

‘İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor’

‘Nereye gidiyoruz?’

‘Cebeci Asri Mezarlığına’

‘Tamam’

‘Teyze nerelisin sen?’

‘Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a Şükür babam’da sağ salim döndü savaştan.’

‘Sonra ne oldu?’

‘Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..’

‘Çocuğunuz var mı?’

‘Bir kızım bir oğlum vardı.’

‘Neredeler şimdi?’

‘Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.’

‘Ne güzel’

‘1978’de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.’

‘Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani’

‘Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.’

‘Amin. Ya kızın?’

‘O eşi ve çocukları ile İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999’da depremde hepsi vefat ettiler.’

‘Allah rahmet eylesin. Boşboğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma’

‘Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol’

‘Geldik Teyze’

‘Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin. ‘

‘Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.’

‘Yok beni alacaklar buradan’

‘Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 ‘yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.’

‘Çocukların var mı?’

‘İki tane ellerinden öperler.’ Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.

‘Adları nedir?’

‘Kemal ve Ayşe’

‘Oğlumun adı da Kemaldi.’

Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..

‘Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.’

Osman Adalet Hanım'ın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.

Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.

‘Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında ‘Gökler bile sana ağlıyor’ diyerek ağladığı.

Çevrimdışı mukru

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.564
  • 20.990
  • 2.564
  • 20.990
# 31 Ara 2018 22:28:53
Charlie Chaplin bir röportajında şöyle der;
    Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan bir aile vardı.
   Fakirlik hallerinden belliydi, elbiseleri eski ama temizdi. Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyordu.
    Onların sırası gelince, babaları gişeye geçti ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı ona bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına birşeyler fısıldadı.
Mahcubiyet yüzünden kolayca okunuyordu.
    Birden babam cebinden 20 Dolar çıkardı ve yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi;
“Paranız düştü beyefendi..”
Adam babama baktı ve gözleri dolarak “Teşekkür ederim efendim” dedi.
     Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti ve kuyruktan çıktı. Çünkü babamın adama verdiği 20 Dolardan başka parası yoktu.
    O günden beri babamla gurur duyuyorum ve o 2 dakika benim hayatımda izlediğim en güzel şovdu. O gün izleyemediğim sirk şovundan eminim daha güzeldi.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK