Koşmasaydım Yazamazdım

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
01 Şub 2018 08:04:29
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

"Koşmasaydım Yazamazdım" Haruki Murakami'nin "Otobiyografi" olarak tanımlanabilecek eserinin ismidir.

Haruki Murakami "Post-modern, büyülü gerçeklik ve sürrealist kurgu yazarı" olarak tanımlanmaktadır.
1949’da Japonya doğumlu olmasına rağmen Amerika dahil farklı ülkelerde yaşamıştır.
Yazarlığının yanısıra maraton koşucusudur.

"Koşmasaydım Yazamazdım" kitabının ana fikrini "İnsanların DENGELİ bir hayat yaşayabilmesi için zıt uğraşıları olması gerekir." cümlesi ile ifade edebilirim.

Roman yazarlığı masa başında oturarak icra edilen bir meslektir. Maraton koşmak, oturarak çalışmayı dengeleyen bir uğraştır.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Bir zamanlar Paris’te, otelde uzanmış, International Herald Tribune gazetesini okurken, tesadüfen maraton koşucuları hakkında hazırlanmış özel bir dosya gözüme ilişti.
Çok sayıdaki ünlü maraton koşucusu ile röportaj yapmışlar, onların yarış esnasında kendilerini ayakta tutmak için içlerinden ne tür bir mantra tekrarladıklarını sormuşlardı.
Oldukça ilginç bir yazıydı.
O yazıyı okuduğumda herkesin çok farklı şeyler düşünerek 42.195 kilometrelik mesafeyi koştuğunu görmüş, hayrete düşmüştüm.
Tam maraton bu kadar çetin bir mücadeledir işte, içinizden bir mantrayı sürekli tekrarlamadığınız sürece başarabilmeniz mümkün değildir.


Hayatınızı dengelemek için edindiğiniz uğraşlar nelerdir?
Hayat maratonunuzda tekrarladığınız mantranız nedir?

Mantra, genellikle Sanskritçe olan dini hece veya şiirdir. Kullanımı mantra ile ilişkili ve okul ve felsefesine göre değişiklik gösterir. Esasen ruhani kanallar olarak kullanılırlar, kelimeler ve oluşan titreşimlerden faydalanarak kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını amaçlar.
İslam dinindeki "zikir" karşılığı olarak düşünülebilir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 02 Şub 2018 08:17:27
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Fakat şöyle bir düşününce, böyle şişmanlamaya müsait bir bünyeyle doğmuş olmam, aksine belki de bir şanstır.
Yani benim durumumda, kilomun artmaması için her gün sert sporlar yapmam, yiyeceklerime dikkat etmem, kendimi kontrol altında tutmam gerekiyordu.
Zorlu bir yaşam.
Fakat böylesi bir çabayı hiç tembellik etmeden sürdürünce ödülünü çok üst düzeyde alabiliyordum, sonuçta bünyem sağlıklı hale geliyor, sağlamlaşıyordu.
Yaşlanma da bir ölçüde azalıyordu herhalde.
Ancak hiçbir şey yapmasalar da şişmanlamayan insanların, spor ya da yemeklerde kontrol uygulamaları gerekmez.
Yine hiç gerekmediği halde böylesine bir eziyete kendiliğinden girmeye kalkan insanlar da pek fazla olmasa gerek.
Bu yüzden yaş ilerledikçe vücut gücünün günden güne azalması durumuyla sıkça karşılaşılır.
Bilinçli olarak bir şeyler yapmadıkça doğal olarak kaslar güçten düşer, kemikler zayıflar.
Uzun bir zaman sürecinden bakmadığımız müddetçe, neyin adil olup olmadığını anlayamayız.
Bu yazdıklarımı okuyanlar arasında, “Hayır, biraz ipin ucunu kaçırınca hemen kilolarım artıveriyor” diyerek dertlenen insanlar da olacaktır belki de.
Fakat daha önce değindiğim sebepten dolayı, aksine ilahi bir talih bu, diye olumlu yönde düşünmek gerekmez mi?
KIRMIZI IŞIĞIN YANDIĞINI görebilmek de bir talih işi sonuçta.

Gerçi duruma bu açıdan bakmak her zaman mümkün olmayabilir ama...

Çoğu insan, büyük sıkıntılardan önce yanan KIRMIZI IŞIKLARI göremez.
Örneğin, önemli sağlık problemleri öncesindeki ağrılar, KIRMIZI IŞIKLARDIR.
Ergenlikte "küfürlü" konuşmalardaki artış, ahlaktaki kötüye gidişin  KIRMIZI IŞIKLARIDIR.
vs.

Kırmızı ışıklara aldırış etmeyip, sıkıntıya uğradığımızda, başkalarını suçlamak toplumumuzdaki hastalıklardan biridir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Şub 2018 11:06:24
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.


İnsanoğlu dediğimiz varlık, sevdiği şeyleri doğallıkla sürdürebilirken, sevmediği şeyleri süreklilik içinde yapamayacak bir doğaya sahiptir.

Sürekli yapmamız gereken şeyler sadece  sevdiğimiz şeyler midir?
Sevmediğimiz bir şeyi, ısrarla yapmaya devam edersek sevmemiz mümkün olmaz mı?


Fakat insanların kendilerine göre olan ya da olmayan edimleri vardır.
Tam maratona uygun insanlar olabileceği gibi golfa uygun insanlar da olabilir, kumara uygun insanlar da.
Okulda spor derslerinde tüm öğrencilere uzun mesafe koşturulduğunu gördükçe içimden her zaman, “Vah zavallılar!" diyerek acırım onlara.
Koşma isteği olmayan bir insana ya da bünye olarak koşmaya uygun olmayan bir insana başına vura vura uzun mesafe koşturmak, anlamsız bir işkencedir.

Gereksiz kurbanlar çıkmadan önce ortaokul ve lise öğrencilerinin tamamına uzun mesafe koşturma uygulamasından vazgeçilmesi uyarısında bulunmak isterdim, ama böyle bir şeyi benim gibi biri söylediğinde kimsenin kulak asacağını da hiç sanmam.
Okul, işte öyle bir yerdir.
Okullarda bizim öğrendiğimiz en önemli şey, en önemli şeylerin okullarda öğrenilemeyeceği gerçeğidir.

Anladığım kadarıyla, Japonya da lise öğrencilerinin maraton koşma zorunluluğu var.
Böyle bir uygulamayı ülkemizde yapmak mümkün mü? Yapmak faydalı olur  mu?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Şub 2018 08:26:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Kişisel bir noktaya değinecek olursam, ben bugün koşmak istemiyorum, diye düşündüğümde sürekli kendime şu soruyu sorarım:
“Sen artık roman yazarı olarak yaşamını sürdürüyorsun.
İstediğin zaman kendi evinde tek başına işini yapabileceğine göre, tıka basa dolu bir trende sarsıla sarsıla sabah akşam işe gidip gelmen gerekmiyor.
Sıkıcı toplantılara katılman da gerekmiyor.
Bunun iyi bir talih olduğunu düşünmüyor musun?”
Evet, düşünüyorum.
Bununla karşılaştırıldığında evinin yakınlarında bir saat kadar koşmak, hiç de zor olmasa gerek.
Tıka basa dolu trenin ve o toplantıların manzarasını gözlerimin önüne getirince bir kez daha kendimi motive ederek, koşu ayakkabılarımın bağını yeniden bağlayarak, nispeten gönül rahatlığı içinde koşabiliyorum.
Öyle ya, bu kadarını yapmayacak olursam ilahi bir cezaya maruz kalırım, diye düşünerek.
Elbette, günde ortalama bir saat koşmaktansa, iş saatinde kalabalık trenlere binerek toplantılara katılmayı yeğleyecek insanların da sayısının çok olduğunu bilerek bunları söylüyorum gerçi.


AL İ İMRAN suresi 165. ayette şöyle buyrulmaktadır :

İki misline uğrattığınız bir musibet size isabet edince mi: Bu nereden dediniz?
De ki: O, sizin kendinizdendir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.

Turgut Kuzan ilkeleri 8. madde şu şekildedir :

Toplumda yaşanan her OLUMSUZLUKTA payım olduğunu biliyorum.
Olumsuzluklar, yapmam gerektiği halde yapmadığım veya yapmamam gerektiği halde yaptığım bir şeyin sonucudur.

Yazar, Radyo ve Televizyon Programcısı, Yayın Yönetmeni, Editör, Anne olan Hatice Kübra Tongar'ın facebook sayfasında yaptığı bir paylaşımdan alıntı :

Geçen bir arkadaş ‘Bu aralar hiç tadım tuzum yok, ne yemek yapasım geliyor, ne çocuklarla oyun oynayasım’ dedi.
Dedim ki; bunlar iyi olduğunda yapılacak şeyler değil ki, iyi olmak için yapılacak şeyler...

Yani ben öyle yapıyorum kendi adıma.
Kendimi kötü mü hissediyorum, kenara çekilip somurtmak yerine giriyorum mutfağa, açıp yeni bir tarif deniyorum.
Canım mı sıkkın o gün, normalde bir saat oyun oynayacaksam çocuklarımla o gün iki saat oyun oynuyorum.
Hiç halim mi yok, yatıp yorganı kafama çekmektense kendimi dışarı atıp yürümeyi, temiz havayı içime çekmeyi tercih ediyorum.
Çünkü böyle böyle toparlıyor insan kendini...

Son günlerde hepimizin yüreği ağzında Afrin’den gelen haberleri dinliyoruz, dua ediyoruz, şehitlerimizle kalbimizin ortasını toprağa düşürüyoruz.
Mesajlar geliyor ‘Hatice Hanım hiçbir şey yapasım yok. Çok endişeliyim ülkem için’ diye...
Elbette, hepimiz öyleyiz. Lakin bence bu kenara çekilmeyi gerektirmiyor.
Bilakis, dilimizle ettiğimiz duaların yanına ülkemiz için daha fazla nasıl çalışabilirim, üretebilirim, yararlı olabilirim gayretini katmamız lazım.
 ‘Ülkem için ben ne yapabilirim ki’ diye soran annelere de cevabım şu olsun; ‘Gelecek nesilleri yetiştirdiğimizin farkında olalım, o yeter...’


İnsanlar, SIKINTILARIN NİMET OLDUĞUNU anladıklarında, yaşamın güzelliğinin FARKINA varabiliyorlar.

Yaşamın güzelliğinin farkına varabilmeniz dileğiyle...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Şub 2018 10:14:32
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

İşin özü, benim kaslarımın açılması biraz zaman alıyor.
Yavaş harekete geçiyorlar.
Ama öte yandan ısınıp hareket etmeye başlayınca da uzunca bir süre, zorlanmadan, iyi bir kondisyonla hareket ettirmeyi sürdürmek mümkün oluyor.
Kaslarımın tipik uzun mesafe koşusuna uygun kaslar olduğunu söyleyebilirim.
O yüzden kısa mesafeye hiç uygun değiller.
Kısa mesafeli bir yarışta benim kaslarımın motoru yeni yeni çalışmaya başladığında yarış çoktan bitmiş olabilir.
Kaslarımın bu özelliği —uzmanlık alanım değil ama— bir ölçüye kadar doğuştandır herhalde.
Dahası kaslarımın bu özelliği, benim ruhsal özelliklerime de bağlı olmalı.
Söylemek istediğim; insan ruhunun, vücudunun özelliklerine bağlı olarak değişim gösterebileceği.
Belki de tersine, ruhun özellikleri, vücut yapısının oluşmasında etkili oluyordur.
Bir diğer olasılık da, ruh ve bünyenin, karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek vücut yapısını ortaya çıkarmaları.

Benim söyleyebileceğim, insanda doğuştan genel eğilim gibi bir şey olduğu, kişinin istese de istemese de bundan kaçmasının mümkün olmadığıdır.
Eğilim, bir ölçüye kadar ayarlanabilir, fakat bunu kökten değiştirmek mümkün değildir. İnsanlar, buna doğa diyor.


Ruh, hakkında pek aza şey bildiğimiz bir husus.
Eğilim, kabiliyet gibi kavramların ne ölçüde AYARLANABİLECEĞİ, bilinebileceği konusunda bir görüş birliği mevcut değildir.
Eğilim, kabiliyet gibi kavramlar saçaklılığın / fuzzy mantığın en belirgin olduğu hususlardandır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Şub 2018 11:39:46
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Önceden de yazmıştım, ama profesyonel olarak yazı yazan insanların çoğu gibi ben de bir şeyleri düşünürken aynı zamanda yazarım.
Düşündüğüm şeyleri metne dökmek yerine, metni oluşturarak meseleleri düşünürüm.
Yazma işlemi aracılığıyla düşüncelerimi şekillendiririm.

Tekrar yazıp düzeltmek yoluyla düşüncelerimi derinleştiririm.
Fakat metinleri ne kadar üst üste koyarsam koyayım, sonucun çıkmadığı; kaç kez tekrar yazıp düzeltsem de hedefe ulaşamadığım durumlar da elbette olur.
Sözgelimi şu an öyle.
Böyle zamanlarda yalnızca bazı hipotezler ortaya koymaktan başka çarem yoktur.
Farklı bir şekilde kuşkuları birbiri ardınca yorumlar haline getirmekten başka yol yoktur.
Belki de bu kuşkuların sahip olduğu yapı, herhangi başka bir şeye yapısal olarak benzeyecektir.


Düşüncelerini, yazılı hale getirmeyenler, düşücelerinin zayıf noktalarının FARKINA varamazlar.
Türk toplumunda, düşüncelerini yazıya dökme ALIŞKANLIĞI yerleşmemiştir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Şub 2018 10:44:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Zorlu günlük antrenmanları yoldaş edinen bir uzun mesafe koşucusu için, dizler her zaman can alıcı noktalardır.
Koşu esnasında, yere her basışta bacaklara, vücut ağırlığının üç katı kadar bir yük bindiği söylenir.
Bunu günde on bin kez tekrarladığınızı düşünün.
Sert beton zeminde, akıl almaz denebilecek bir yüke karşın (ayakkabıların yastıklaması olsa bile) dizler, sabırla ve suskunca dayanırlar.
Normalde böyle şeyleri hiç düşünmem, ama bir noktada dizde sorun çıkmaması tuhaf olurdu herhalde.
Diz de arada sırada şikâyet edebilir.
Nefes nefese koşmana bir şey demiyorum, ama biraz olsun benimle de ilgilen.

İşe yaramaz hale gelirsem, yerime koyabileceğin bir şey yok ne de olsa, diye.
Acaba en son ne zaman dizlerimle ilgili olarak ciddi ciddi düşünmüştüm?
Böyle düşününce, dizlerime karşı kendimi mahcup hissediyorum.
Sahiden. Alamadığınız soluğun yerine yenisini koyabilirsiniz ama dizin yerine konabilecek bir şey yok.
Şu an sahip olduklarımla ölene kadar yetinmek zorundayım.

Bu yüzden onlara gereken önemi vermeliyim.


Cep telefonu, bilgisayar, otomobil vs. dururken diz mi düşünülür?
50 yaşına varmadan merdiven çıkamaz, ayakta namaz kılamaz hale gelen bir toplum olduk.
Cep telefonu, bilgisayar, otomobil vs. verdiğimiz önemi, dizlerimize vermeyince bu sonucun ortaya çıkması doğaldır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 08 Şub 2018 08:03:22
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Zaten birileri rica etti diye koşup duruyor değilim ya.
Birileri, roman yazan ol, dedi diye roman yazmaya başlamamış olduğum gibi.
Bir gün aniden kendi isteğimle roman yazmaya başladım.
Sonra bir gün aniden kendi isteğimle yollarda koşmaya başladım.
Hiçbir şeye bağlı kalmaksızın, yalnızca istediğimi kendi yapmak istediğim şekilde yaptım.
İsterse insanlar beni durdurmaya kalksın, kötü eleştiriler yapsın; kendi tarzımı değiştirmedim.
Böyle bir insanın başkaları istedi diye kendini değiştirmesi mümkün olabilir mi?


İnsanları değiştirmek istiyorsanız / değişmesini istiyorsanız, ne istediğinize değil, değiştirmek istediğiniz, değişmesini istediğiniz insanın isteklerine odaklanın.


Yanılmıyorsam 16 yaşındaydım.
Evdekilerin olmadığı bir zamanı kollayarak büyük aynamızın önünde soyunup, kendi vücudumu inceden inceye seyretmiştim.
Sonra vücudumdaki kusurlu bulduğum, en azından bana öyle gelen yerlerin tek tek listesini çıkartmıştım.
Sözgelimi, kaşlarımın fazlasıyla kalın olduğu, el tırnaklarımın şekilsiz olduğu gibi.
Belleğimde listenin tamamının 27 kaleme ulaştığı kalmış.
27 kusur bulduktan sonra takdir edersiniz ki bıkmış ve incelemeyi bırakmıştım.
Sonra şöyle düşünmüştüm: Sırf vücudumun gözle görülebilen kısımlarını ele aldığım halde böylesine çok kusur buluyorsam; bunun dışında kalan alanlara, sözgelimi karakter, beyin, hareket yeteneği gibi alanlara girişecek olursam, işte o zaman bu işin sonu kesinlikle gelmez,
diye.

Türk insanı kusursuzdur, kusurlu olan her zaman başkalarıdır :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 09 Şub 2018 08:02:36
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Bir kez daha kendim dediğim kabın, ne ölçüde zavallı, kusurlu bir şey olduğunu düşündüm.
Yetersizlik ve kusurlarla dolu, çirkin bir şey olduğunu.
Şu an ne yaparsam yapayım boş, gibi bir hisse kapılıyorum.
Şimdi 1,5 kilometre yüzeceğim, 40 kilometreyi bisikletle aşacağım, 10 kilometre koşacağım.
Bunları yapınca ne olacak ki?

Dibinde küçük bir delik açılmış eski bir tencereyi canla başla suyla doldurmaya çalışmaktan ne farkı ki var ki bunun?
...
Belirli bir şeyi, belirli bir yöntemle, belirli sözcükleri kullanarak öğreten öğretmenler olsa bile, karşısındakine bakıp karşısındakinin yeteneklerine ve eğilimlerine uygun olarak kendi sözcüklerini kullanarak bir şeyleri öğretebilecek kişi sayısı azdır.
Azdır yerine neredeyse hiç yoktur, desem daha doğru olur belki de.
...
Düşünüyorum da, hoca açısından bakıldığında, biraz yüzebilen bir insanın yüzme şeklini değiştirmeye çalışmak, hiç yüzme bilmeyen, boş bir sayfaya benzeyen bir insana yüzme öğretmekten çok daha zor olsa gerek, insanın alıştığı yanlış yüzme şeklini belleğinden silmek kolay değil ne de olsa.
Bu yüzden kadın, beni zora koşup yüzme tarzımı sil baştan değiştirmeye kalkmak yerine, vücudumun ayrıntı denilebilecek hareketlerini, tek tek zamana yayarak düzeltti.
Bu kadının öğretme tarzının özelliği, en baştan itibaren ders kitabına bağlı kalıp nizami biçimde öğretmeye kalkmamış olmasıydı.
Sözgelimi, doğru dönüş tekniğini öğretebilmek için önce vücudu döndürmeyi gerektirmeyen yüzmeden başladı.
Yani kendi kendine serbest stil öğrenen birinde, vücudunu döndürmek konusunda aşırıya kaçma eğilimi vardır.
Bu tutumdan dolayı da suyun direnci artar, yüzme hızı düşer.
Enerji de boşa harcanır.
Bu yüzden önce vücudu döndürmeden düz bir tahta gibi yüzebilmeyi öğretti.
Yani yüzmenin ders kitabının tamamen tersine bir şey öğretiyordu.
Söylemeye gerek yok ki, öylesi bir tarzla yüzecek olursanız doğru düzgün yüzemezsiniz.
Kendimi feci halde beceriksiz bir yüzücü haline gelmiş gibi hissettim.
Yine de söylendiği gibi inatla antrenmanları yapınca, bu mantığa uymayan, hoş olmayan bir yüzme biçimiyle bile bir şekilde yüzebilir hale geldim.

İnsanlar tarafından yazılan kitapların yanlışlardan oluşması kaçımılmazdır.
İnsanların her duruma uygun kurallar geliştirmesi mümkün değildir / olmayacaktır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 10 Şub 2018 11:10:42
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Haruki Murakami'nin "Koşmasaydım Yazamazdım" eserinden alıntı :

Elbette fiziksel olarak sıkıntılıydı.
Ruhsal açıdan çöküp kalmama yol açabilecek türden durumlarla da bazen karşılaşmıştım.
Fakat, bunaldım demek, böylesi sporlar için önkoşul gibidir.
Yoksa kim tutar da triatlon ya da tam maraton gibi, hem zahmetli hem de zaman alan sporları yapmaya kalkar?
Zaten yaşam sıkıntılı olduğu için o sıkıntının üstesinden gelmeyi beklenti haline getiriyoruz ve gerçekten yaşadığımızı hissedebiliyoruz.
Bir tecrübenin değeri başarı, sayılar, sıralama gibi sabit şeylerle ölçülmez;
önemli olan bir eylemin içinde akışkan bir kavrayışa (elbette her şey yolunda giderse) ulaşmaktır.
...
Diyelim ki esasında bu, dibinde küçük bir delik açılmış eski bir tencereye su doldurmaya benzeyen nafile bir uğraştan öteye geçmese bile, en azından geriye çabalamış olma gerçeği kalır.
Bir faydasının olup olmaması, şık bir duruşun ortaya çıkıp çıkmaması önemli değildir.
Nihayetinde bizim için önemli olan şey, çoğu durumda gözle görülmeyen (fakat yürekle hissedilebilen) şeylerdir.
Dahası, gerçekten değeri olan şeyler her yerdedir.
Bunların etkin kılınması çileli eylemler aracılığıyla mümkün olur.

Diyelim ki boşuna bir eylem olsun, ama kesinlikle aptalca bir eylem olmasa gerek.
Ben böyle düşünüyorum.
Gerçek hislerim ve deneyimlerimden yola çıkarak.
...

Eğer bir mezar taşım olacaksa, oraya yazılacak ifadeyi kendim seçebileceksem, şöyle yazılmasını istiyorum:
Haruki Murakami.
1949-20**
Yazar (ve Koşucu)
En azından sonuna kadar yürümedi.
Şu an için beklentim bundan ibaret.

Yazarın, maraton koşusunda istisnalar dışında yürümeme ilkesi var. En çok zorlandığı anlarda, koşu temposunu en aza indiriyor, yürüyerek dinlenmeyi tercih etmiyor. 
Dinlenmek için koşmak, sağlıklı olmak için koşmak, farklı uğraşlarda daha verimli olabilmek için koşmak vs.
Koşmak için bir çok sebep var. Bu sebepler bile beni bilgisayarımın başından kaldırıp koşturamaz. :)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK