BAKKALLA PAPAĞAN
Bir bakkal vardı bir de dükkânda papağanı;
Rengârenk ve hoş sesli, pek de düzgün lisanı.
"Niye hep masallarda yer alır bu papağan ?"
Diye sorarsan bil ki, konuşuyor da ondan.
Bu kuş da çok akıllı, çok da bilmiş bir kuştu
Herkes onu tanırdı, etrafta nam tutmuştu.
Bakkal ile papağan severdi birbirini,
Adam bir yere gitse kuş alırdı yerini.
Özgürlük nedir bilmez, çıkmazdı bu dükkândan,
Gözünü burda açmış, bilmezdi başka mekân.
Kafesi bile yoktu, serbest gezer dükkânda
Ama tüneğinden de pek gitmezdi uzağa.
Hep orada oturur, tüylerini temizler
Dükkâna gelenlere hep güzel sözler söyler
Sık gelip gidenleri daha kapıdan tanır,
Adlarıyla seslenir, sorardı hâl ve hatır
Birine hitap etse konuşan sanki insan
Ötüşünü duyanlar dinlerdi hayran hayran.
Bekçilik de ederdi, beklerdi de dükkânı
Nüktelerle güldürür, mutlu eder insanı.
Bir gün bakkal dışarda, dükkân emanet kuşa.
Bir fare, bir de kedi girdiler koşa koşa.
Fare can telâşında girecek delik arar
Kedi onun peşinde, avcılık kanında var.
Kediyi gören kuş da tüneğinden fırladı
Korkudan ve telâştan raftan rafa sıçradı.
Kuşcağız bilemezken kaçsın hangi tarafa
Yağ şişesi kırıldı ve saçıldı etrafa.
Bakkal dükkâna döndü, koltuğuna oturdu.
Bir ıslaklık hissetti, şöyle bir an bir durdu.
Elini uzatarak bulaşan yağı buldu;
Etrafına bakındı, anladı neler oldu.
Her yerde cam kırığı, her yer yağa bulanmış;
Ve tünekte papağan, süklüm püklüm, utanmış.
O öfkeyle bir kalkış kalkıverdi yerinden.
En kötü zararlara hep öfke olur neden.
Bir sopa aldı ordan, kuşun başına vurdu.
Ne iş açar başına bu vuruş bilmiyordu.
Etkisi ağır oldu bu talihsiz vuruşun,
Darbenin şiddetinden dili tutuldu kuşun.
Ayrıca bir şiş çıktı kafasında kocaman,
Hem komik hem acıklı bir hâl aldı papağan.
Bu şişlik birkaç günde kayboldu gitti, ancak
Yeri cascavlak kaldı, yolunmuş gibi çıplak.
Tüysüz kafa bir yana, üstelik çıkmaz sesi;
Ne konuşur ne öter, sanki bitti nefesi.
Sanki uçtu, kayboldu o neşeli papağan,
Yerine geldi, kondu, oturdu bir somurtkan.
Bakkal da çok suskundu, ağzını açmaz bıçak.
Ne vardı sanki öyle garip kuşa vuracak.
Çoktan pişman olmuştu kalkışına öfkeyle.
Fayda vermez ne yazık pişmanlık, olan işe.
Ah ederek ağladı, çok döğdü dizlerini
Uçup gitmiş değeri kim getirecek geri ?
"Nimetimin güneşi bulut altına girdi;
Ona vurduğum bu el kopsun, kırılsın !" derdi.
Fakirlere sadaka, yolsullara yiyecek,
Hediyeler dağıttı; gene açmadı çiçek.
Bilenlere danıştı, dağlar olsa aşacak;
"Acaba bu güzel kuş ne zaman konuşacak ?"
Karşısına geçerek şaklabanlık ederdi,
Yeter ki kuş konuşsun, her ne yapsa değerdi.
Öyle kederliydi ki, hayatından bezmişti
En sonunda usanmış, ümidini kesmişti.
Bir gün kapı önünden geçti bir garip adam
Kafasını kazıtmış usturayla tastamam.
Bir tek kılın izi yok, parlıyor sanki ayna,
Ya kalaylı bir kâse, ya gümüşten bir kurna.
Bunu görünce sanki verir gibi hediye,
Dili tutulmuş kuşun sesi geldi geriye
"Hey hemşerim !" dedi kuş, "niye böyle kelleştin;
Kim vurdu kafana da saçlarından vazgeçtin;
Sende mi çok korktun da yollarını şaşırdın;
Yoksa sen de bir yerde yağ şişesi mi kırdın ?"
Dinleyen duyan herkes çok güldü bu sözlere,
Bir de derler papağan hep konuşur ezbere.
Ama gelin olaya kuş gözüyle değil de,
Düşünerek bakalım, ne anlatır bizlere.
Kendini başkasıyla kıyaslamamalı kimse,
Yanlıştır her olayı anlamak aynı gözle.
Büyük işler başaran insanlara bakıp da,
"Ben de yapardım" deme, görünsün hele yap da !
Bu yüzden yollarını şaşıranlar pek çoktur.
Büyüklerin sırrına küçüklere yol yoktur.
Bir çoğu dışa bakıp "biz de insanız" dedi;
"Onlar da bizim gibi uyudu, yemek yedi"
Bilmezler ki gerçekte, arada sonsuz fark var,
Farkı farketmek bile gören gözlere bakar.
İki cins arı gelir, aynı pınardan içer,
Birisi bal üretir, biri sokar, zehirler.
İki ayrı cins ceylan ot yiyen ve su içen;
Birinden gübre olur, misk çıkar öbüründen.
Aynı su kenarında iki cins kamış biter;
Birinin içi boştur, biri doludur şeker.
Dışı aynı yüzbinler, milyonlarca örnek var
Ama gerçek farkları yetmiş yıllık yol kadar.
Yemek yer iki kişi, biri hep cahil kalır,
Öbüründen bilgi’nin parıltısı yayılır.
Kötünün yediğinden çıkar yalnız kabahat,
Arif’in yediğinden doğar aşk ve hakikat.
İki topraktan biri bakımlı ve verimli,
Diğeri kıraç, çorak ve ürünsüz değil mi ?
Tertemiz, melek gibi değil mi bazı insan,
Bazısı da yırtıcı, ya şeytan ya da hayvan ?
Benzemek, eş görünmek, çok açıktır doğrusu
Hem berrak, hem durudur acı su ve tatlı su.
Zevk sahipleri bilir suların lezzetini
İçmeyenler bilemez suyun hakikatini.
Mânâ ile akıldan nasibi olmayanlar
Gördüğü mucizeyi sihir ve tılsım sanar.
Sihir işinin aslı düzen ile hiledir.
Mucizeyi bilmeyen onu da hile bilir.
Musa’nın âsâ’sıdır mucizelerden biri
Ejderhaya dönüşüp yoketti sihirleri.
Her değnek kuru daldır, hep birbirine benzer
Bir teki mucizedir, hileleri yok eder.
Örnek saymakla bitmez dünya bunlarla dolu;
Aslolan bulabilmek, izlemek doğru yolu.
Gördüğün her olayı dökme hazır kalıba,
Düşme sakın bu kuşun kapıldığı ayıba.
Ön yargılar insanı yanılgıya götürür,
Basma kalıp kıyaslar hep yanlış düşündürür.
Doğru karar tâbidir yalnız doğru bilgiye,
Araştırıcı ol ki ulaşasın iyiye.
Doğruluk hazinedir, eksilir, biter sanma,
Aksini söyleyene nefsin de olsa kanma...