Meraba...Ben 3. sınıf öğretmeniyim.Ben kendi sınıfımı 1.ci sınıftan aldım ve inanılmaz uğraştım hepsiyle ayrı ayrı çalışmalar yaptım.Şu anda durumları çok iyi.Hazırbulunuşlukları çok iyi.Resmen leb demeden leblebiyi anlıyorlar.Dersleri çok güzel işliyoruz.Bu sene başında sınıfıma bir tane nakil öğrenci geldi.Daha okuyamıyor.5 ile 6 yı toplayamıyor.Ağzını bıçak açmıyor.İlk hafta hergün ağladı...Ne kadar konuşsamda bende farkettimki o sınıfta kendini kötü hissetmesi çok normal.Herkesin eli havada yapmak için can atıyorlar ama o hiç birşey bilmiyor.okuyamıyor,tahtadakini geçirirken problem yaşıyor.o yazana kadar biz 4 soru çözmüş oluyoruz.Benimde bir kaç öğrencim var onlarla özel ilglenmem gerken.10:30 tenefüsünü ve öğle tatilini sürekli sınıfta onlarla geçiriyorken yeni gelen öğrenciyle ilgilenmemde çok kısa süreli oluyor ve malesef ben biliyorumki bu ona asla yetmeyecek.Çok sitresliyim bu konuda...gece uyuyamıyorum...Ailesinin durumunun bu kadar kötü olduğundan haberi bile olmamış çünkü okuma yazma bilmiyorlar.Ne yapacağımı bilmiyorum .Lütfen yardımcı olun
Öğretmenim, hiç stres yama. Aşagıdaki yazıyı oku. Bu işine yarayacak.
"Öğrenemeyen çocuk yoktur, öğretemeyen öğretmen ve yanlış kullanılan yöntem vardır"
TEDDY'DEN ÜÇ MEKTUP
Teddy'nin mektubu bugün geldi. Okuyup bitirdim ve şimdi onu, hayatımda önemli yeri olan şeyleri sakladığım sedir ağacından yapılma sandığa kaldıracağım.
"Önce sizin duymanızı istedim" Yazdığı bu sözleri okurken gülümsüyor ve hak etmediğim bir gurur duygusuyla doluyordum.
Teddy Stallard'ı 15 yıl önce, beşinci sınıfta öğrencim olduğundan beri görmemiştim. O sıralar, henüz kariyerinin başlangıcında olan iki yıllık bir öğretmendim. Sınıfıma girdiği ilk günden itibaren Teddy'den nefret etmiştim. (Herkes aksini düşünse bile) öğretmenlerin özellikle tercih ettikleri öğrencileri olmaması gerekir. Daha da önemlisi,hiçbir çocuğa özel antipati göstermemiz gerektiğidir. Yine de her yıl bağlanmaktan kendimizi alamadığımız birkaç öğrenci çıkar, çünkü öğretmenler de insandır ve insan tabiatı, ister on isterse yirmi beş yaşında olsun, parlak, güzel ve zeki insanları tercih etme eğilimindedir. Allah'tan pek sık olmamakla birlikte, kimi zaman da bir öğretmen sınıfındaki birkaç öğrenciyle yakınlık kurmayı başaramaz.
Teddy yaşamıma girinceye kadar, duygularımı gerektiği şekilde denetleyebileceğimi sanıyordum. O yıl sınıfta özellikle hoşlandığım bir çocuk yoktu, fakat Teddy'den hoşlanmadığım tartışma götürmez bir gerçekti. Teddy pis bir çocuktu. Hem de ara sıra değil, sürekli olarak pisti. Saçı kulaklarının üstüne kadar uzamıştı ve sınıfta yazı yazarken sık sık saçlarını gözlerinin önünden çekmesi gerekiyordu (üstelik bu hareket o zamanlar henüz moda olmamıştı). Ayrıca, bir tür adlandıramadığım tuhaf bir kokusu vardı. Fiziksel kusurlarının çokluğuna ek olarak zihinsel durumu da pek parlak değildi. İlk haftanın sonunda, onun sınıftaki diğer çocuklara göre olumsuz bir biçimde geri kaldığını anlamıştım. Yalnız yetersiz bilgiye sahip olmakla kalmıyordu; resmen yavaş öğrenen bir çocuktu. Anında ondan uzaklaşmaya başladım.
Hangi öğretmene sorsanız,parlak bir çocuğu eğitmenin daha büyük bir zevk olduğunu söyler. Böyle bir çocukla alınan sonuçlar,insanın benliğini okşar. Ama diplomalarını hak etmiş her öğretmen parlak çocuğa uygun bir çalışma programı hazırlayarak, öğrenme heyecanını canlı tutar ve asıl çabalarını daha yavaş öğrenen çocukları ilerletmek için harcar. Her öğretmen bunu yapabilecek durumdadır ve çoğu gerçekten de bunu yapar, ama ben yapmadım. En azından o yıl yapmadım. En iyi öğrencilerim ve onları ellerinden geldiğince izleyenler üzerinde yoğunlaştım. İtiraf etmeye utanıyorum ama kırmızı kalemimi kullanmaktan sapıkça bir zevk alıyor ve ne zaman Teddy'nin ödevlerini kontrol etsem, zaten bol bol kullandığım "yanlış" işaretlerini iyice koyu kırmızı yapıyordum. "Yetersiz bir çalışma" diye yazıyordum kağıtlarının üstüne...
Çocuğu açıkça hırpalamadığım halde, sınıf tutumumu fark etmişti. Kısa sürede Teddy,sınıfın günah keçisi oldu. Sevilmeyen ve sevilmesi mümkün olmayan, dışlanmış bir kişi haline geldi. Ondan hoşlanmadığımı biliyor, fakat nedenini anlayamıyordu. Aslında ben de ona karşı neden böyle yoğun bir hoşnutsuzluk duyduğumu bu gün bile anlayabilmiş değilim. Tek bildiğim, bu küçük çocuğa kimsenin aldırmadığı ve benim de onun durumunu düzeltecek hiçbir şey yapmadığımdır. Günler böyle geçip gitti. Sonbahar Bayramını, Şükran Gününü geçirdik ve ben kırmızı kalemimi büyük bir zevkle kullanmaya devam ettim. Noel yaklaştığında , Teddy'nin sınıfa yetişmesinin mümkün olmayacağını biliyordum. Sınıfta kalacaktı. Kendimi haklı çıkartmak için, onun dosyalarını gözden geçiriyordum. İlk dört sene boyunca hep kötü notlar almış, fakat sınıfta kalmamıştı. Bunu nasıl başardığını bilemiyordu. Onun hakkında tutulmuş olan kişisel notlara ise hiç aldırmıyordum.
Birinci sınıf: Teddy çalışması ve tavrı ile umut veriyor, ama ev ortamı iyi değil.
İkinci sınıf: Tedyy'nin durumu daha iyi olabilirdi. Annesi ölümcül bir hastalık çekiyor ve evde ona yardım edecek kimse yok.
Üçüncü sınıf:Teddy hoş bir çocuk. Yardımsever, fakat fazla ciddi. Ders yılı sonunda annesi vefat etti.
Dördüncü sınıf: Çok yavaş, fakat davranışları çok iyi, babası pek ilgilenmiyor
"Eh, dört kez sınıf geçmesine izin vermişler, ama beşinci sınıfı kesinlikle tekrarlayacak, oh olsun" Düşüncelerim bunlardı. Sonunda Noel tatili öncesindeki son okul günü geldi. Kürsünün üzerindeki küçük ağacımız kağıttan ve patlamış mısırdan yapılma zincirlerle süslüydü. Altına yığılmış olan hediyeler, büyük anın gelmesini bekliyordu.
Öğretmenlere Noel'de pek çok hediye verilir. Fakat benim o yıl hediyeden yana şansım daha da açıktı. Çocukların tümü hediye getirmişti. Açtığım her paket karşısında hayranlık gösteriyor ve armağanı ile gururlanan çocuğa içtenlikle teşekkürler ediyordum.
Teddy'nin hediyesi elime geçen son hediye değildi, onu yığının ortasında bulmuştum. Paket olarak bir kesekağıdı kullanmış, kağıdı bir noel ağacı ve kırmızı çıngıraklar çizerek süslemiş, bantlarla yapıştırmıştı. Paketin üzerinde, "Teddy'den Bayan Thompson'a" yazısı vardı. Sınıfa mutlak bir sessizlik çökmüştü. Paketi açarken, çocukların tümü beni izlediği için biraz utangaçtım. Son bant parçasını da koparttığımda, masama taşlarının çoğu dökülmüş, gösterişli bir bilezik ve yarısı boşalmış,küçük bir kolonya şişesi düştü. Söylenme ve fısıltıları duyuyor ve Teddy'ye bakıyordum. "Ne hoş, değil mi?" diyerek bileziği koluma taktım. "Teddy, kancayı takmama yardım eder misin?" Kancayı takarken utangaç bir tavırla gülümsüyordu. Elimi öne uzatarak, bileziği herkese gösterdim. Birkaç mütereddit "Ooo" sesi duyuldu. Kolonyayı kulaklarımın arkasına sürdüğüm zamansa, küçük kızların tümü sıraya girerek birer damla kolonya istediler.
Hediyeleri sonuna kadar açtım. Yanımızdaki yiyecekleri yedik ve sonunda zil çaldı. Çocuklar "Gelecek yıl görüşürüz" ve "Mutlu Noeller" çığlıkları ile dağıldı. Sadece Teddy, masasından kalkmamıştı. Herkes gittikten sonra, kitaplarını ve hediyesini göğsüne bastırarak yanıma geldi. Yumuşak bir sesle "Tam annem gibi kokuyorsunuz" dedi, "Bileziği de size çok yakıştı. Beğendiğinize sevindim" .
Hızla sınıfı terketti. Bense kapıyı kilitleyip,masama oturdum ve ağlayarak, Teddy'ye çektirmiş olduğum yoksunluğu telafi etmeye, ilgili bir öğretmen olmaya karar verdim. Noel tatilinin bitiminden okul yılının son gününe kadar her öğleden sonra sınıfta kalarak Teddy'le meşgul oldum. Bazen birlikte çalıştık, bezen de o çalışırken ben derslerimi hazırladım yada ödevleri okudum.
Hızlı, fakat emin adımlarla sınıf seviyesine yetişiyordu. Notları giderek yükseliyordu. Sınıfta kalmadı. Hatta, son not ortalamaları sınıfın en iyileri arasındaydı. Okul kapandığında bulunduğumuz eyaletten ayrılacağını bildiğim halde,onun için kaygılanmadım. Teddy ertesi yıl nereye giderse gitsin, okulda başarılı olabilecek duruma gelmişti. Esaslı bir başarının tadını almıştı ve öğretmenlik derslerinde bize öğretildiği gibi. "BAŞARI,BAŞARIYI GETİRİR" di.
Yedi yıl sonra Teddy'den ilk kez bir haber aldım. Posta kutusunda ilk mektubunu bulmuştum:
"Sevgili Bayan Thompson
Önce sizin duymanızı istedim. Gelecek ay, sınıf ikincisi olarak mezun olacağım.
Bağlılıkla,
Teddy Stallard"
Ona bir tebrik kartı ve içinde bir dolma kalem ve kurşun kalem takımı bulunan küçük bir hediye paketi gönderdim. Mezuniyetten sonra ne yapacağını merak ediyordum. dört yıl sonra Teddy'nin ikinci mektubu geldi.
"Sevgili Bayan Thompson
Önce sizin duymanızı istedim. Biraz önce sınıf birincisi olarak mezun olacağımı öğrendim. Üniversite kolay değildi, ama benim hoşuma gitti.
Bağlılıkla,
Teddy Stallard"
Ona, adının baş harflerini taşıyan bir çift gümüş kol düğmesi ve bir kart gönderdim: Seninle öyle gurur duyuyorum ki, uçabilirim.
Ve şimdi, bugün; Teddy'nin son mektubu:
"Sevgili Bayan Thompson
Önce sizin duymanızı istedim. Bugünden itibaren ben, tıp doktoru Theodore J.Stallard'ım. Buna ne dersiniz??? 22 Temmuz'da evleneceğim. Acaba nikaha gelir ve annem sağ olsaydı oturacağı yerde oturur musunuz? Orada hiç akrabam olmayacak, çünkü babam geçen yıl öldü.
Bağlılıkla,
Teddy Stallard"
Tıp fakültesini bitirmiş ve mesleğe kabul sınavlarını vermiş bir doktora ne hediye edilir, pek bilemiyorum. Belki de nikahı bekler ve bir ev hediyesi götürürüm. Ama tebriklerimi derhal ulaştırmalıyım:
Sevgili Ted
Kutlarım. Başardım, hem de kendi başına. Benim gibilere rağmen ve bizim yüzümüzden sonunda bu güne ulaştın. Allah'a emanet ol. Nikahında, eteklerim sevinçten zil çalarak orada olacağım.
-Elizabeth Silance Baynar
(Yukarıdaki yazı Steven W.Vannoy'un Çocuklarımıza Verebileceğimiz En Büyük On Armağan kitabından alınmıştır)