Çelik, Çubukçu ve Dinçer arasındaki fırtına!
Milliyet yazarı Abbas GÜÇLÜ eski ve yeni Milli Eğitim Bakanları arasındaki durumu değerlendirdi.
Hüseyin Çelik, Nimet Baş (Çubukçu), Ömer Dinçer. Her üçü de Ak Parti iktidarının önde gelen isimleri ve Milli Eğitim Bakanları. Bir de Erkan Mumcu vardı. Kayboldu gitti. O da, diğer bakanlar gibi çok iddialıydı ve eğitimde iz bırakmak istedi.
Son günlerde, Çelik, Baş ve Dinçer arasında yazılı, görsel ve sosyal medyada üzerinden tartışmalar yapılıyor. Belli ki kendi kurullarında, yüz yüze bir tartışma ortamı olmadı ya da yapmak istemiyorlar...
Hepsinin de sözlerinin satır aralarında sert ifadeler var. Belli ki hepsi de birbirine çok kırgın. Ve yine hepsi de, medya önünde birbirleriyle tartışmayacak deneyimli politikacılar.
Ayrıca dolmuşa gelmeyecek kadar da parti içi disiplinleri ve birbirlerine saygıları var. Peki o zaman medyaya yansıyan bu sözler neyin nesi?
Aslında parti içi demokrasi desek, herhalde en doğru tanım bu olur.
Bu yüzden öküzün altında buzağı aramaya hiç gerek yok...
Öğretmen baskısı
Bizlerin üzerinde olduğu gibi eski bakanların üzerinde de yoğun öğretmen baskısı var. On binlerce öğretmen, kendilerine yakın gördükleri için eski bakanları arıyor ve sorunlarına çözüm istiyorlar. Onlar da bu konuda iki laf edince, ortaya bu polemik izlenimi çıkıyor...
Peki gerçekten de ortada bir soğukluk var mı, yok mu?
Soğukluk olduğu kesin!
Ama bunun sorumlusu, eski bakanlar yani Çelik ve Baş değil, bizzat Ömer Dinçer.
Çünkü koltuğa oturduğu günden itibaren kendinden önceki yönetim ve uygulamaları kötüledi, enkaz edebiyat yaptı, kadroları darmadağın etti. Bu da aynı partiden de olsalar Çelik ve Baş’ı rahatsız etmeye yetti de arttı.
Herkes kendi açısından bakıldığında haklı. Ama üsluplar farklı.
Örneğin Bakan Dinçer diyor ki, Çelik ve Baş, benim bildiklerimi bilse, böyle konuşmazlardı.
Oysa her iki ismin de kendinden önce o koltukta oturduğunu unutuyor. Kaldı ki, her ikisinin de artık o makamda gözü yok. Yani, Bakan Dinçer’ e rakip değiller. Dolayısıyla, “altını oymaları” mümkün değil. Ama kendisi, kendi partisini zora sokma adına, neden onlara ve icraatlarına yükleniyor, o apayrı bir konu. Belki de, bakın ben herkese eşit mesafedeyim, en yakın arkadaşlarımı bile eleştiriyorum mesajı vererek güven ortamı yaratmak istiyor. Ama pek çok konuda olduğu gibi bu konudaki tarzının da incitici olduğunu özellikle hatırlatmak isteriz. En azından oturduğu makamın, böylesi bir zamanda yıpranmaması için!..
Kavga zamanı değil
4+4+4 yüzünden her şey toz duman. Eğitim, yeniden siyasetin içine çekilmeye çalışılıyor. İktidar da, muhalefet de, bu konuda elinden geleni yapıyor. Sistemi eleştirenler, en sert şekilde susturulmaya çalışılıyor, iktidara kızgınlığı olanlar da, aradıkları gollük pozisyonu yakalamanın keyfiyle vurdukça vuruyor...
Peki öğrenciler ne olacak?
İşte emin olun bu hiç kimsenin umurunda değil.
Ara ara veliler feryat edecek oluyor, onlar da, ağızlarının payını alıyorlar. Oysa, yüreği sızlayan, anne baba olmanın ötesinde hiçbir sıfatları yok. Ama o bile kendilerine fazla görülüyor...
Beğeniriz, beğenmeyiz, uzun ya da kısa ömürlü olur, onun için şimdiden bir şey söylemek erken olur. Ama çok iyi bildiğimiz bir şey varsa, o da 4+4+4’e bu öğretim yılında yani iki hafta sonra geçiliyor olması. Bu yüzden, öfkemizi, kırgınlıklarımızı sonraya erteleyip, bu konuda en doğru olan ne ise onu yapmaya çalışmalıyız!..
Peki bu en doğru ya da ona yakın seçenekler ne olabilir?
İşte onlardan birkaçı:
* Yasanın öngördüğü bir şekilde, uygulamaya geçiş, bir yıl ertelenebilir.
* İsteğe bağlı hale getirilebilir. İsteyen aile çocuğunu gönderir, istemeyen göndermez.
* İl ve ilçelerden altyapısı uygun olanlar, bu yıl uygulamaya başlayabilir.
* Pilot iller seçilebilir.
* 4+4+4’e tümüyle geçiş üç yıla yayılabilir.
* Doktor raporundan vazgeçilir. Okullarda öğretmenler karar verir.
Ceza gelir mi?
8 yıllık kesintisiz eğitimde olduğu gibi 4+4+4’te de, aynı şekilde bir dayatma söz konusu. Yıllara yayar ya da ertelersek, proje sulanır ve uygulama olanağı kalmaz sanıyorlar. Ama hep tam tersi oluyor. Dayatmacı projelerin hiçbirisi kalıcı olmuyor. Koltuğa oturan bakanlar, biraz eğitim tarihi okusalar ya da kendinden önceki bakanların başarısız projelerine göz atsalar, hiç bu durumlara düşmezler. Ancak böyle bir alışkanlık hiçbir zaman oluşmadı...
Özetin özeti: Eğitimde fırtınalı günlere değil, sükunetli günlere ihtiyacımız var. Hem de fazlasıyla. Özellikle de okullar açılırken!..