Herkes, “Herkes ölecek, sıra ondan sonra bana gelecek!” havasında. Sakın ola ki, “Kimse ölüme itiraz etmiyor, niye öyle söylüyorsun” demeyiniz. Evet, herkes ölüme inanıyor ama, inandığı ölüm hep “başkasının ölümü”.
İnsanlar kendi öleceklerine gerçekten ama gerçekten inanmış olsalar bir dakikalarını Allah’ın razı olmadığı işlerle geçirebilirler miydi! Bu mümkün mü, hem sen bir yandan Allah’ın huzurunda her nefes ve her kuruşun hesabını vereceğine inanacaksın, fakat nefesini malayani işlerde tüketecek, “Haram helâl ver Allah’ım/Senin kulun yer Allah’ım!” türü bir hayat yaşayacaksın; bu nasıl bir “ölüme inanmak” ola ki...
Bu söylediğimiz kendimiz için de geçerli...
Hacı hoca, müftü imam için de...
Görüyorsunuz gazete ve televizyonlar siyasete girip alavere dalavereyle zengin olanların resmi geçitleriyle dolu. Bazıları, “Bunlar Allah’ını peygamberini bilen insanlar, yapmazlar öyle şey!” diyor, başka bir şey demiyor. Doğru, yakışanı bu ama, hakikat bu değil maalesef. Bir insan “ölümü unuttu mu” o kişi alnı secdede yapışık olsa bile, aklı mecidiyede bir kişidir ve bu yalnızca bugünün bir konusu da değildir..
Bakınız fıkıh açısından kadı, “İnsanlar arasındaki çekişme ve davaları şer’î hükümlere göre çözümlemek için yetkili makamca tayin edilen kişiyi” ifade eder. “Şer’î hükümlere göre” yani, “Kur’an, Hadis ve İcmâ’a göre” demek.
Şimdi size Edirne Kadısı Mehmet Efendi’den bahsedeceğim.
Edirne Kadısı Mehmet Efendi, Karamanî Piri Mehmet Paşa’nın oğludur. Karamanî Piri Mehmet Paşa, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında beş yıl kadar sadrazamlık yapmış ve her iki padişahın da itimat ve sevgisini kazanmış iyi bir devlet adamıdır. Lâkin her iyi insanın olduğu gibi Edirne Kadısı Mehmet Efendi’nin babası Sadrazam Karamanî Piri Mehmet Paşa’nın da çekemeyenleri vardır ve bunların başında da Makbul İbrahim Paşa gelmektedir.
Uzatmayalım...
Makbul İbrahim Paşa, Piri Mehmet Paşa’nın yerine sadrazam olur ama Piri Paşa’nın nefesini hep ensesinde hisseder, ondan sürekli kuşkulanır. Kendince bunun bir çaresine bakmak ister ve devreye kimi sokar, tahmin edin bakalım...
Hiç aklınıza gelmeyecek birini...
Edirne Kadısı, oğlu Mehmet Efendi’yi...
Makbul İbrahim Paşa sadrazamlık imkânlarını kullanarak Yavuz ve Kanuni dönemlerinin muteber sadrazamı Piri Mehmet Paşa’yı, oğlu Edirne Kadısı Mehmet Efendi’ye zehirletmeyi başarır...
Evet, bir kadı...
İnsanlar arasındaki anlaşmazlıkları Kur’an, Sünnet ve İcmâ’ya göre çözmekle görevli bir görevli para ve mevkii uğruna babasını zehirler.
Bu ne demektir?..
Bu, bu kişinin “öleceğine inanmaması” demek değil midir!
Dünya, “yalan”dır...
Dünya, “İmtihan alanı”dır...
Ölümü hep başkasına yakıştıranlar hiç beklemedikleri anda ölümü karşısında bulacak ama heyhat iş işten geçmiş olacak...
Neyse...
“İlahi âdalet” diye de bir gerçek vardır.
Yani bütün hesaplar ahrete kalmayabilir.
Nitekim baba katili Kadı Mehmet Efendi hâdiseden bir ay kadar sonra bir gün ocak başında uyudu. Ocaktan eteğine sıçrayan bir kıvılcımla tutuştu, alevler içinde yanıp kül oldu. Yani daha bu dünyadayken cehennemden nasiplenmeye başladı...
Ey ölümü unutanlar...
Demek ki bir kıvılcımlık, yahut bir sarsıntılık veya beyindeki küçük bir damara yerleşen küçük bir pıhtılık saltanatınız var da, haberiniz yok.
Peki, oğluna babasını zehirleten Sadrazam İbrahim Paşa’nın sonu mu? Ne olacak, onu da Kanuni Sultan Süleyman sarayda yağlı bir urganla boğdurdu...
İbrahim Paşa boğdurulduğunda kim bilir kaç bin kese altını vardı...
Ey devlet gücünü milyon dolarlar kazanmak için yetim hakkını yemenin manivelası olarak kullananlar...
Söyleyin, siz gerçekten akıllı insanlar mısınız!
“Öleceğinize inansanız” hiç bunları yapar mısınız?
Bir insan “öleceğine inanmıyorsa” aslında Allah’lık mesleğine soyunmuş demek değil midir?
Çünkü ölümsüz olan yalnızca Allah’tır.
Bütün canlıların canını almakla görevli o merhametli melek Azrail bile “ölümsüz” olmadığını bilmekte, görevi bittikten sonra sıranın kendisine geleceğinin bilgi ve idraki ile yaşamaktadır..
Daha ne diyeyim...