Ölüm "âsude bahar ülkesi"dir mümine... Ötelere varilan kapi, sonsuzluga açilan penceredir... Göklerde süzülen bir turna, Kaf daginin ardindaki anka kusudur...
Ölüm sevgililerden ayrilis ani mi acaba, yoksa âsinalara ulasilan bir menzil mi? Firkat mi acaba yoksa vuslat mi? Dünyadaki yakinlarimizdan, sevdiklerimizden ayrilirken aslinda kabrin arka tarafinda hasret kaldigimiz binlerce ahbaba, akrana, yârâna kavusmuyor muyuz?
Gerçekte, insanoglunun çocukluk, gençlik, olgunluk ve yasliliktan olusan uzun hayat yolculugunun son basamagi, ömür sahnesinin son perdesidir ölüm...
Can kusu ten kafesinden ayrilip uçarken geride kalanlarin yüzleri solgun, gözleri nemli, yürekleri hüzünlü, dilleri duali... "Lezzetleri acilastiran ölümü çok zikredin" buyrugu bize neyi anlatir, neyi hatirlatir hiç düsündük mü? Peki ölümün de kendine özgü bir tadi yok mu?
Yollar da, yillar da ayni yöne, ayni sevgiliye dogru gitmiyor mu? Hedefler, gayeler inananlar için bir degil mi? Ölüm sonsuzluk diyârina varmak için bir berzah; cennet bahçelerinden bir bahçe, dünya imtihanini basariyla geçenlere sunulan bir demet güldür aslinda...
Ayriliklar zor elbet. Gurbet de aci, ama sevdiklerimizin çogu ötelere gitmisse, yeni iklimlere, farkli ufuklara kanat açmissa, vaat edilen memleketlere göre istikamet belirlenmisse, o zaman bu dünya bizim için bir bekleme salonu sayilmaz mi?
Ölüm herkes için muhakkak, hepimiz için mukadder. Dünyadan ayrilis mecburi. Ölümü yok etmek elimizde degilse onunla barismak, onu anlamaya, kavramaya çalismak daha akillica ve mantikli bir yol degil mi?
Ölüm hakkinda bugüne kadar sairler duygularini siirleriyle dillendirmisler. Filozoflar fikirlerini eserlerinde serdetmisler bu kaçinilmaz vak'a hakkinda. Sosyologlar, edipler, tarihçiler, sosyal bilimciler, ilahiyatçilar, neredeyse her meslek grubu ölümün hakikatini kendi zaviyelerinden ele almis, bakis açilarina göre degerlendirmislerdir. Ölüm bir "meçhul" olmus kimine göre, kimine göre ise "en bariz bir hakikat".... Dogum kadar tabiî bir hadise, hayat kadar sade ve olagan.... Ölümü en iyi anlatanlar tasavvuf ehli olmustur. Sanati metafizik dünyalarinda harmanlayan mutasavvif sairler ölümün güzelligini gören gözlere, isiten kulaklara, hisseden kalplere göstermis, duyurmus ve hissettirmislerdir.
Türkmen kocasi Dervis Yunus'un "Ölümden ne korkarsin / Korkma ebedî varsin" deyisindeki büyük inceligi, duru güzelligi ve derin hikmeti acaba nerede ve kimde bulabiliriz?
Ölüm bir son degil aslinda yeni bir olustur... Gerçek hayata saglam bir adim atistir... Büyük Yaradana tevekkülle varistir.... Ulu nazara teslim olustur... Tezkereyi alis, hakiki hayata baslayistir... Yeniden dogmak için kara topraklarla örtülüstür. Önce çürümek sonra da filiz veristir... Hicrandan vuslata eris, özlemden kavusmaya dogru yol alistir...