Osmanlı Ve Eğitim

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
01 Kas 2008 22:00:10
ACABA SADECE ASKERİ DEHALARI MI VARDI OSMANLILARIN.EĞİTİMİN HER FIRSATTA ŞART OLDUĞUNU DİLE GETİRDİĞİMİZ ŞU GÜNLERDE ACABA ATALARIMIZ BU İŞİ NASIL YAPIYORLARDI.NASIL BİR YÖNTEM TAKTİK VE STRATEJİ İZLİYORLARDI ? KISMET OLURSA BİR ARAŞTIRMA BABINDA PAYLAŞIMDA BULUNACAM.UMARIM FAYDALI OLUR.

YAZILARIN ÇOĞU A L I N T I D I R

OSMANLIDA EĞİTİM- 1
OKULA YENİ BAŞLAYAN ÇOCUK...


Çocukların okula başlamalarına ‘Âmin Alayı' veya ‘Bed'-i Besmele' denirdi. Okula gidecek çocuk evin önünde kendisini bekleyen süslenmiş ata bindikten sonra tören başlardı. İlahiciler hep bir ağızdan  ‘Tövbe edelim zenbimize / Tövbe İllallah ya Allah / Lütfunla bize merhamet eyle / Aman Allah ya Allah' dedikten sonra onları âmincilerin ‘Âmin âmin' sözleri takip ederdi."

 Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda çocukların okula başlaması için belirlenmiş bir yaş sınırı yoktu. Çocuklar olgunlaşma durumlarına göre dört ilâ altı yaş arasında okula başlarlardı. Okullar karma idi. İlk okullarda gramer¸ matematik¸ Kur'an okuma ve ilmihal bilgileri verilirdi.  Osmanlı'nın Tanzimat öncesi döneminde ilk okul öğretimini veren okullara "sıbyan mektebi"¸ "mahalle mektebi" veya "taşmektep" denirdi. Bu okulların çoğu taştan yapılır ve camilere bitişik inşa edilirdi. Çocukların mahalle mekteplerinde okula başlamaları esnasında¸ ilk örnekleri 13. yüzyıla kadar uzanan belirli merasimler olurdu. Çocuğu okula başlayacak olan aile ziyafetler verirdi. Okuldaki diğer öğrencilere de şeker simit gibi yiyecekler dağıtılırdı. Aileler çocuklarının mektebe başlama gününü kandillere denk getirmeye çalışırlardı. Eğer kandillere denk gelmezse çocuklar pazartesi veya perşembe günleri okula başlarlardı. Okula başlayacak çocuğu olan aile evini baştan aşağı temizler; sonra da öğrenci adayı çocuklarını hamama götürürlerdi. Bütün aile okula başlama töreninin yapılacağı gün hava aydınlanmadan kalkardı. Yeni elbise giydirilen çocuk mücevherler ya da parıltılı taşlarla süslenir; boynuna işlemeli Kur'an cüz kesesi asılırdı… Fesin giyildiği dönemde çocuğun başındaki püskül mavi olur ve fese bir nazarlık asılırdı. Daha sonra da Eyüp Sultan ve Fatih türbeleri ziyaret edilirdi. Aile türbe ziyaretinden döndükten sonra¸ çocuğun aynı mektebe başlayan diğer arkadaşları¸ ilahi ve aminlerle çocuğu götürmek için eve gelirlerdi. Çocukların okula başlamalarına "Âmin Alayı" veya "Bed'-i Besmele" denirdi. Okula gidecek çocuk evin önünde kendisini bekleyen süslenmiş ata bindikten sonra tören başlardı. İlahiciler hep bir ağızdan  "Tövbe edelim zenbimize / Tövbe İllallah yâ Allah / Lütfunla bize merhamet eyle / Aman Allah yâ Allah" dedikten sonra onları âmincilerin "Âmin âmin" sözleri takip ederdi.

Çocuk ata bindirildikten sonra Âmin Alayı yürümeye başlardı. Alayın en önünde atlas yastık üzerinde sırmalı cüz kesesiyle elifba taşınırdı. Arkasından da başının üzerinde çocuğun okulda oturacağı minder ve elifbayı koyacağı rahleyi taşıyan birisi giderdi. Bu kişiyi ata binmiş çocuk takip eder¸ arkasından da mektep hocası¸ hocanın yardımcıları ilahiciler ve âminciler gelirdi. Törende çocuğun akrabaları ve davetliler de bulunurdu. Çocukların anneleri ve mahallenin kadınları da okula başlayan çocuğa eşlik ederlerdi. Ayrıca töreni seyretmek isteyenler de yol boyunca dizilirlerdi. Âmin Alayı ilahiler eşliğinde okulun önüne gelince okul hocasının yardımcılarından biri öğrenciyi elinden tutarak okula götürürdü. Mektepten içeri giren çocuk¸ hocasının elini öptükten sonra kendisinden önce içeri alınmış ve hocanın karşısında bulunan mindere oturur¸ tanışıldıktan sonra ders başlardı. Bazı sıbyan mektepleri de iki katlı olurdu. Mektep hocası da genellikle okulun¸ yanında yer aldığı caminin imamı idi. Eğer mahalle mektebinde öğrenci sayısı çok ise hocanın yardımcıları da olurdu. Öğrenciler arasında sınıf ayrımı yoktu. Hoca derecelerine göre öğrencilerle gruplar halinde ilgilenirdi. Bu arada diğer öğrenciler de ya yazı yazarlar ya da istirahat ederlerdi. Eğitim kesintisiz olarak devam ederdi. Tatil diye bir kavram yoktu. Öğrenciler¸ senenin istedikleri ayında eğitime başlarlardı. Okullarda eğitim öğlende yemek ve namaz arası haricinde kesintisiz devam ederdi. Teneffüs yoktu. Okul mahallenin içinde yer aldığından öğrenciler evlerine giderek öğlen yemeklerini yiyip tekrar okullarına dönerlerdi. Mekteplerde öğretimin yanında terbiyeye de önem verilir¸ suç işleyen veya yanlış davranışta bulunan çocuk cezalandırılırdı. Mahalle mektebi mahallenin ayrılmaz bir parçasıydı. Bunu gösteren en ilginç uygulamalardan biri de öğrencilerin ilkbaharda mahalle halkı ile birlikte mesirelere gitmeleriydi. Mesirede kazanlar kaynatılır¸ etli pilavlar¸ bademli sütlü helvalar pişirilir¸ misafirlere dağıtılırdı. Bu mektep seyirlerine kapama adı verilirdi…

Öğrenci Kur'an'da belli bir yere geldiğinde¸ hocasının elini öptükten sonra hocanın yardımcılarından biriyle evine giderdi. Evde büyüklerinin elini öperek eğitiminin belli bir seviyeye geldiğini gösterirdi. Öğrencinin ailesi de durumlarına göre hocanın yardımcısına bir hediye verirdi. Bir öğrencinin mahalle mektebini bitirmesi¸ onun hatim indirmesi¸ yani Kur'an'ın tamamını okumasıyla olurdu. Eğitim iki ya da üç yıl sürerdi. Öğrencilerin hatim indirmelerinde de bir tören yapılırdı. Mahalle mektebini bitirenler kabiliyetli iseler medreseye girerlerdi; yeteneği veya durumu uygun olmayan da bir sanat öğrenirdi. Mektebin bütün masrafları mahalle halkı tarafından karşılanırdı. Mahalle mekteplerinin bir kısmı da padişahlar¸ üst kademe devlet yöneticileri ve hayır sahipleri tarafından cami¸ medrese¸ imaret ve çeşmelerden oluşan bir kompleksin içinde yer alırlardı. Bir vakıf olarak örgütlenen bu komplekslerde fakir öğrencilerin yemek¸ harçlık ve giysileri de temin edilirdi. Vakıf olarak kurulan okulların çok daha güzel¸ disiplinli ve başarılı olduğu görülmüş¸ denetimi daha net yapıldığı için öğrenciler bu okulları tercih etmişlerdir.   

"Dâru't-ta'lîm"¸ "muallim hane" gibi adlar verilen¸ padişah vakfı ilkokulları da vardı. Vakfın şartlarına göre buraya devam eden fakir çocuklara yiyecek¸ içecek¸ giyecek ve harçlık verilirdi. Vakıf geliri olmayan mekteplerde ise fakir çocukların ihtiyacı varlıklı ailelere aitti. Böylece sosyal dayanışma ve yardımlaşma sağlanmış oluyordu. Birçok başarılı devlet adamı¸ bilim adamı¸ tabip¸ muallim¸ müderris¸ kadı¸ bestekâr bu okullardan yetişmiştir. Osmanlı sosyal düzeninin temelleri bu okullarda atılmış¸ buralarda sağlıklı nesiller yetiştirilmiştir.

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
# 01 Kas 2008 22:02:48
OSMANLIDA EĞİTİM -2
Osmanlıda dar-ul kurralar ve çocukların hafızlık eğitimi

Osmanlı, Kur’ân-ı Kerim tâlim ve tedrîsi konusunda o kadar hassastı ki, 19. yüzyılda bu konuda bazı sıkıntılar ortaya çıkınca; padişah bir ferman çıkarttı ve “herkesin evlâdına buluğ çağına varıncaya kadar tecvit ve ilmihâl derslerini, Şerâit-i İslâmiyyesini öğretmesini, bunları öğrenmedikçe de onları mektepten alıp ustaya vermemelerini” emretti.[

Osmanlı eğitim sisteminde Kur’an-ı Kerim tâlim ve tedrisi ehemmiyet noktasından ilk sırada gelirdi. Çocuklar, ebeveynleri tarafından medrese ve meslek öncesi ilk olarak mahallelerde açılan ve bugünkü ana okulu yaşıtı çocukların devam ettiği mahalle mekteblerine gönderilirlerdi. Bu mekteplerin ders programı yakından incelenirse görülecektir ki; bugün birilerinin yasaklamaya çalıştığı Kur’an ve îman eğitimi, Osmanlı eğitim sisteminin başlangıcı ve vazgeçilmezidir.

Osmanlı bu konuda o kadar hassastır ki, 19. yüzyılda bu eğitim hassasiyeti ile alâkalı bazı sıkıntılar ortaya çıkınca; hemen devlet adına padişah, duruma müdahale etmiştir. Nitekim 1244 [1828/29] tarihlerinde İstanbul kadılığına hitaben gönderilen bir fermanda “bir müddetten beri ehl-i İslâm içinde, tâlim ve terbiye-i sıbyân hususuna ehemmiyet verilmez olduğundan, çoğunlukla insanların çocuklarını altı yedi yaşlarında mektepten alıp sanata verdiğinden ve bu yüzden de halkı cehâletin istilâ eylediğinden bahisle, herkesin evlâdına buluğ çağına varıncaya kadar; tecvit ve ilmihâl derslerini, şerâit-i İslâmiyyesini öğretmesini, bunları öğrenmedikçe de onları mektepten alıp ustaya vermemeleri” emr olunmuştu.


Çocuklar, mahalle mekteplerinde elif cüz’ünü bitirince, Amme cüz’üne terakki ederlerdi. Ders sırası “fergab” kelimesine gelince çocuğa küçük ve latif bir lâtife de yapılırdı. Çocuğun, hoca efendinin veya baş kalfanın huzurunda fergab kelimesini telâffuz etmesiyle beraber, çocuğun fesi arkadaşlarından biri tarafından kapılır, cüz kesesi başına geçirilir ve hânesine gönderilirdi. Hoca efendinin, baş kalfanın ve arkadaşlarının hediyesi gönderilmedikçe çocuğun fesi iade olunmazdı. Bu hâl ebeveyn için bir terakki addolunurdu:

“Şükürler olsun evlâdımızın bugününü de gördük” diyerek hâne halkı önce sevinç ve memnuniyetini gösterir ve arkasından da derhâl hediyeleri takdim ederdi. Talebeler önce Tebâreke, Kad semi’a ve Zâriyât cüz’lerini okuduktan sonra Mushaf-ı Şerif’e çıktıklarından, dersleri arasına tecvit dersi de ilâve edilirdi. Sonra temel itikadî bilgileri öğrenmesi için Mızraklı İlmihâl dersi de onu takip ederdi. Ayrıca bir de besmele-i şerifeye başlama cemiyetlerinde ve âmin alaylarında okutmak için çocuklara ilâhîler de meşk ettirilirdi. Mahalle mekteplerine “sıbyan mektebi” de denilmekte idi.

Hâfız olmak isteyen çocuklar, eğer okudukları sıbyan mektebinin hocası hâfız ve kurra’dan ise ona; değilse hıfz-ı Kur’an ettirmekle uğraşan huffaz ve kurra’dan bir zâta müracaatla hâfızlığa çalışırlardı. Bu arada hâfız olmak isteyen çocuk, önce peder ve vâlidesinin de iznini alırlardı.

Hâfız yetiştirmekle uğraşan hoca efendiler, ya Kur’an-ı Kerim okumaktaki kudret ve maharetlerini belirten adlarla anılırlardı: Şimşir Hâfız, Demir Hâfız gibi… Ya da şekl-i şemallerine göre isimlendirilirlerdi: Köse Hâfız, Sarı Hâfız gibi. Umumiyetle her beldede Hâfız yetiştirmek üzere Dârü’l- Huffaz adı verilen medreseler de vardı. Buralara Dârül’l-kurra da denilmekte idi.
Dârül’l- kurra’lar, usulüne göre Kur’an-ı Kerim okumayı ve ezberlemeyi öğrenmek isteyenler için vaktiyle ekseri hayır sahipleri tarafından şehrin uygun yerlerinde yapılmışlardı.

Ayrıca bu güzel kargir binalarda hâfızlık ta’lim eden çocukların masrafını karşılamak ve hâfız çıkanların cemiyetlerinde sarf edilecek meblağı temin için her müessese için, ayrı bir de vakıf kurulmuştu. Dârü1’l-kurra’larda çocukları ve büyükleri hıfz-ı Kur’an’a çalıştıran kurra efendilerin Osmanlı Hükümeti tarafından seçilerek tayin edilmiş başları “Reisü’l-Kurra” namıyla anılır, maaş ve vazifeleri vakıf tarafından verilirdi.

Dârü1’l-kurraları sabah erkenden açan, akşam kapayan, silip süpüren kimseler olan bevvaplar da vakıf tarafından tayin edilirlerdi. Ayrıca gerekli tamirat için vakıftan tahsisatları da vardı. Yakacakları kömür de vakıf tarafından karşılanırdı. Her Dârül’l-kurranın mutlaka bir çeşmesi vardı. İçmek ve abdest almak için gerekli su buradan sağlanırdı. Gerekirse musluklu küpler de kullanılırdı. Dârül’l-kurraların içine yazın hasır, kışın keçe ve halılar döşenirdi. Dârü’l-Kurralarda her çocuk için ufak bir rahle ve bir de ufak minder bulunurdu.

Hoca efendi için de bir sedir ile minderi ve önünde sedef kakma büyükçe bir rahle vardı. Devam edenler, hoca efendi gelmeden erkenden toplanıp, her biri kendi rahlesi başına oturup, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeye çalışırdı. Hıfza çalışanlar, Kur’an-ı Kerim’i her okuduğu zaman; abdestli olmak, çok temiz giyinmiş bulunmak, okumaya daima Besmele ile başlamak ve Kur’an-ı Kerim’i okuduktan sonra, yanında bulunan Mushaf-ı Şerif’i kesesine koyup-çıkarırken öpüp başına kadar kaldırmak gibi usullere her zaman itina ile uymakta idiler.

Talebe efendiler ezber için şöyle bir usul takip etmekte idiler: Önce Kur’an-ı Kerim’den birer sayfa okur, ezberlemeye çalışır, yavaş yavaş ezberledikçe, hocasının karşısına oturur, o sayfaları ezbere okur ve hocasına dinletirdi. Bu suretle yavaş yavaş sûre ve cüzleri ezberine alırdı. Sonunda Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlerdi. Fakat her okuyuşta, Mushaf-ı Şerif’i başından başlayarak ezberlediği yere kadar hocasına okuyabilirse, tam öğrenmiş olur ve bu şekilde Kur’an-ı Kerim’in hıfzını tamamlardı. Her gün çalışmak şartıyla nihayet en fazla bir yıl zarfında hıfz-ı Kur’an tamamlanabilirdi. Hâfız-ı Kur’an çocuklar içinde, yaşları sekiz - dokuz olduğu halde; Kur’an-ı Kerim’i tamamlamış ve ezbere hiç hatasız okuyan pek çok küçük hâfız vardı. Herkes, o yaştaki çocukların bu halini “Kur’an-ı Kerim’in gizli hikmetlerinden” kabul ediyordu.

Çocukların Hâfızlık Merasimi[/b]
Özellikle zengin ailelerin çocukları, hâfızlığı tamamladığı zaman aileye ait konaklarda hususi bir hâfızlık merasimi yapılırdı. Önce; hocası çocuğun Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlediğini pederine bildirerek müjdelerdi. Baba; hemen hoca efendi ile konuşup aralarında kararlaştırdıkları gün ve gecesi verilecek ziyafetin hazırlığına girişirlerdi. O gün için hoca, meşhur kurra efendilerinden on kişiyi de merasime davet ederdi.

Davet edilen efendiler geldikçe, onları hoca efendi karşılardı. Hepsi bir odaya alınır, kahve yerine sıcak ve şekerli birer bardak süt ikram olunurdu. Sonra hazırlanan sabah yemeği için sofraya geçilir ve misafirler ayrı bir sofraya oturtulurdı. Yalnız hoca efendi çocuğun babasının sofrasına alınırdı. Yemekten kalktıktan sonra çubuk ve kahveler içilir, sonra da hepsi abdest alır, diğer bir odaya geçerlerdi. Odaya birkaç bardak, iki testi su, bir kenara da buhurdan konur, anber veya öd ağacı yakılırdı.

Odanın bir kenarında da çocuğun oturacağı ipek yüzlü ufak bir minder ve bir bardak su bulunurdu. Çocuk ilk olarak hocasına karşı; besmele ile ezberden Fatiha sûresini okumaya başlardı. Herkes onu dinler, şâyet yanlış okursa düzeltirlerdi. Odadakilerden biri odadan çıkmak isterse, çıkabilirdi. Çocuk çıkmak isterse, Kur’an-ı Kerimi bırakacağı yerde durmak için “Sadakallâhü’1-azîm” der, dışarı çıkar, abdestini tazeleyerek yeniden gelir, bıraktığı yerden sûreleri okumaya devam ederdi. Okuma ilk önce iki saat sürerdi. Bu ilk programdan sonra bir müddet çocuk ve hocalar dinlenirler ve sonra yine okumaya devam ederlerdi. Okuma, akşama kadar sürerdi.

Hoca efendiler, akşam yemeğini yedikten sonra tekrar Kur’an-ı Kerim okunan odaya çekilirler ve çocuğu dinlemeye devam ederlerdi. Hocalar, gece yarılarına kadar çocuğa okutmaya devam ederlerdi. Misafir hocalar, gece çocuğun evinde misafir edilirdi. Sabahleyin kahve ve çubuklar verildikten sonra çocuk tekrar Kur’an-ı Kerim okumaya başlar ve o gün ezberden Kur’an-ı Kerim’i artık hatmetmiş olurdu. Hatimden sonra sabah kahvaltısı yapılırdı.

Çocuğun velisi tarafından hocalara ipekli bohçalar içinde bir top ipekli Şam kumaşı, uçları ipek ve sırma ile işlenmiş yağlık denen beyaz çevreyle kalpak ve tad bağı ile beraber güzel kağıtlara sarılmış billur su bardağı ve sırma başlı keten abdest havlusu hediye edilirdi. Çocuğun pederi tarafından da hocaların her birine kıdemlerine göre uygun miktarda atiyyeler takdim olunurdu. Çocuğun kendi hocasına ise o gün bir şey verilmezdi.

Kur’an-ı Kerim’in dinlenmesi artık o gün bitmiştir. Sıra resmen ve herkesin önünde yapılacak olan hıfz cemiyetine gelmiştir. Bu merasimin hangi gün ve nereden yapılacağı kararlaştırılmışsa; çocuğun pederi de ahbaplarına tezkere yazarak onları resmen merasime davet ederdi. Hoca efendiler de kararlaştırılan camii şerife resmen davet edilirdi. O gün için çocuğun evinde de; yemekler ve diğer gerekli hazırlıklar yapılırdı.

Gelen misafirleri çocuğun hocası karşılardı. Pederinin karşılamaya iştirak etmesi âdet değildi. Misafirlere kahve ve çubuk ikram edilirdi. Davetliler arasındaki hoca efendileri, çocuğun hocası alır, birlikte aynı sofraya otururlardı. O sofraya hocalardan başkası oturtulmazdı. Diğer misafirler de kurulan diğer sofralara alınırdı. Yemekten sonra kahve ve çubuk verilirdi.

O vakte kadar da camide öğle namazı kılınmış, cemaat çıkmış bulunurdu. Konaktan, cemiyetin yapılacağı camiye hademeler gönderilirdi. Cami ortasına daire şeklinde, etrafı bol sırma saçaklı kırmızı ihramlar serilirdi. Mihrabın önüne gelen yere sırma işlemeli büyük bir seccade yayılır, önüne sedefle işlenmiş müzeyyen bir rahle ve üzeri ipek kumaş kaplı yüksek bir minder konurdu.

Hanımlar için de mihrabın karşısına gelen yere boydan boya kafes çekilir, içine yine sırma saçaklı kırmızı ihram serilir. Ortaya yayılan daire şeklindeki ihramların her iki yanına büyük gümüş buhur-dân ve gülab-dânlar hazırlanırdı. Gitme vakti gelince, konaktan hep beraber camiye gidilirdi. Erkek misafirlerden önce camiye kadınlar gelir, kafesin arkasına geçip mevkilerine göre ihramlar üzerine otururlar.

Çocuğun kendi hocası, ona ayrılmış olan minder üzerine ve rahlenin önüne oturur. Diğer hoca efendiler de hocanın bağında mevki ve derecelerine göre yerlerini alırlar. Çocuğun pederi de misafirlerini hocanın sol tarafındaki münasip yerlere teşrifat usulüne göre oturtur. Üstleri sırmalı örtülerle örtülmüş küçük iskemleler üzerine konmuş bulunan buhur-dânlarda, anber ve öd ağacı yakılmaya başlar. Buhur-dânlara dikkat edilir, bittikçe buhurlar yenilenirdi.

Hıfz’ı tamamlayan çocuk, yeni dikilmiş elbiselerini giymiş ve başında mülk bulunduğu halde ortaya, hocası ve hazır olanların karşısına, sırma işlemeli büyük bir seccade üzerine otururdu. Sonra hoca efendiler sıra ile büyük bir saygı ve huşu içinde Kur’an-ı Kerim’den birer bölüm okumaya başlarlardı. Beş - on hocanın okuması bitince, evvelce kararlaştırılmış bir hoca tarafından uzun bir duâ okunurdu. Bu duâda; hâfız olan çocuğun pederi, vâlidesi ve kendisine uzun ömür, dirlik, esenlik, bolluk temenni edilir ve cemiyete son verilirdi.

Böylece hâfız olan çocuk kalkar, terbiyeli ve hürmetkâr bir tavırla önce hocasının önüne varır, elini öperdi. Hocası da ona uçları sırmalı beyaz bir çevre verirdi. Daha sonra çocuk, pederinin, diğer efendilerin ve hazır olanların birer birer önlerine gider, ellerini öper; onlar da hakkında hayır duâ derlerdi. Nihayet intizam içinde ve teşrifat usulüne göre camiden çıkılır, cemaat ve misafirler sessizce dağılırdı. Bu arada çocuğun ebeveyni tarafından; önceden çocuğun ezberini dinlemiş ve camide hazır bulunmuş olan hoca efendilerle, Kur’an-ı Kerim okuyanlara ve cami hademelerine uygun miktarlarda atiyyeler verilirdi.

Çocuğun vâlidesi, kadın misafirlerin en muhteremlerine ufak sakankurlar içinde cemiyette yakılan buhurdan bir miktar hediye ederdi. Bu hediye “İnşâallah sizler de çocuklarınızın böyle cemiyetlerinde yakarsınız” dileğini ifade ederdi. Çocuğun asıl hocası olan efendiye, vâlidesi tarafından müzeyyen bir bohça içinde bir cübbelik, iyi cins çuka ve iki top ipekli Şam kumaşı, bir sırmalı çevre, bel şalı yanı sıra, tabağı ve kapağıyla şerbet bardağı hediye edilirdi. Pederi de, hoca efendiye bir altın saat ile ayrıca atiyye de verirdi.

Hanede bulunan bütün hademelere birer mintanlık kumaş, don, gömlek ve bir sırma çevre ile bir miktar atiyye dağıtılırdı. Hanedeki cariyelere ise birer kat elbiselik kumaş ve atiyye verilirdi. Çocuğa da, pederi uygun miktarda para verdiği gibi; bir de Mushaf-ı Şerif ve bir altın saat hediye ederdi. Validesi ise; çocuğu Mushaf-ı Şerif için ağır sırma işlemeli bir kese ile yarım top şal vererek mükâfatlandırırdı.


egitmenbey

# 01 Kas 2008 22:02:57
o kadar basarılı olmuskı hala u gun o zamankı buyuk bılım adamlarını yetiştıremedık

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
# 01 Kas 2008 22:07:34
OSMANLIDA EĞİTİM -3

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ

Osmanlı devleti de diğer devletler gibi kendi vatandaşlarını kendi düşünceleri doğrultusunda yetiştirmek amacıyla eğitim-öğretim müesseseleri kurmuştur.Devlet ve çoğunlukla vakıflar aracılığıyla kurulan ve devletin kuruluşundan yıkılışına kadar çeşitlenerek gelişen bu müesseseleri iki ana guruba ayırabiliriz.
I)Örgün Eğitim Müesseseleri
II.)Yaygın Eğitim Müesseseleri

I)Örgün Eğitim Müesseseleri:
Bu müesseseler belirli yaş ve bilgi seviyesine gelmiş insanları belirli zaman ve disipline göre yetiştirmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir.Bu eğitim müesseseleri askeri ve sivil olmak üzere iki kısma ayırabilir.
1)Sivil Eğitim Müesseseleri:
a)Sibyan Mektepleri:
İlk tahsil veren bu okullar 5-6 yaşlarındaki çocuklara okuyup yazmayı bazı dini bilgileri ve dört işlemden ibaret olan matematik dersini verirdi.İslam’dan öncede küttap adıyla Hire de varlığı görülen bu okullar daha önceki Türk devletlerinde ve Osmanlı Devletinde çeşitli adlarla anılmıştır(Darul Talim,Mektep mahalle mektebi vs..)Osmanlılarda bu okulların hocalarına muallim veya şakirt denirdi.Talebelerine de talebe suhte,tilmiz gibi isimler verilirdi.
1846’ya gelindiğinde dört yıllık eğitim veren Sibyan mekteplerinde elifba,Kur’an ,ilmihal,tecvit,harek eli Türkçe,Muhtasar Ahlakı memduha risalesi,sülüs,ve nesih yazıları öğretiliyordu.Tanzima t’tan sonra 3 yıllık mektebi iptidai olarak faaliyet göstermeye başlar.Osmanlılar devrinde kız çocukları da bu mekteplerde erkeklerle birlikte okumuşlardır.Bununla beraber Osmanlı da kız ve erkek çocuklarının ayrı ayrı okuduğu okullarda mevcuttu.
Sibyan mekteplerinde öğretim görevlisi olarak medrese mezunları görev yapmışlar daha sonra ise bu ihmal edilmiş, medrese mezunu olmayan kişiler de hocalık yapmaya başlamışlardır.Kızlar a ait mektepler de ise yaşlı kadınlar öğretmenlik yapmıştır.
b)Medreseler:
İslam tarihinde medrese orta ve yüksek seviyede eğitim ve öğretim veren müesseselerinin ortak adıdır.Daha önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı’da da şahıslar tarafından tesis edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına müderris ve yardımcılarına muid denirdi.Medrese talebelerine ise danişmend,suhte veya talebe diye adlandırılırdı.Osmanl ıda ilk medreseyi Orhan Gazi 1331’de İznik’te kurulmuştur.Osmanlı Medrese teşkilatında ilk köklü değişim Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur.Fatih kanunnamesini hazırladığı sırada Molla Hüsrev ve ali Kuşçunun içinde bulunduğu bir maarif komisyonuna “kanuni talebe-i ulum”u hazırlatmış böylece Osmanlı medrese sistemi hazırlanmış oldu.
Osmanlı medreselerini umumi medreseler ve ihtisas medreseler olarak ikiye ayırabilir:
Umumi Medreseler
1.Haşiye-i Tecrit(Yirmili)Medres eler:Bu medreseler Seyyid Şerif Cürcani’nin Haşiye-i Tecrit adlı eserinden almıştır.Daha çok fıkhi eserlerin okutulduğu bir medrese olarak eğitim vermiştir.
2.Miftan(otuzlu) Medreseleri
3.Kırklı Medreseler
4.Ellili Medreseler
5.Sahn-ı Seman Medreseleri:Bu medreseler fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da kurduğu külliyede bulunan 8 medresedir.Bu medreselerde fıkıh,usulü fıkıh,hadis,tefsir,as tronomi(heyet),hendes e,tıp gibi ilimler okutulmuştur.
6.Altmışlı Medreseler
7.İhtisas Medreseleri
a)Darul Kura
b)Darul Hadisler
c)Daru’ş şifalar

Osmanlı Medrese sistemindeki ikinci en büyük gelişme Kanuni Sultan Süleyman devrinde meydana gelen gelmiştir.Kanuni devri her sahada olduğu gibi medrese teşkilatında da zirveyi ifade eder.Kanuni Sulan Süleyman ,Süleymaniye külliyesinin inşa ettikten sonra burada tesis ettiği medreselerde Sahn-ı Seman medreselerinin üstünde medreseler kurmayı planlarken diğer tarafından da Osmanlı medreselerinin payelerini yeni bir sisteme göre tekrar tanzim etmiştir.Buna göre Osmanlı medreselerinin şu şekli aldığı görülmektedir:
1İbtidai hariç medreseleri
2.Hareketi Hariç medreseleri
3.İptidai dahil medreseleri
4.Hareketi Dahil Medreseleri
5.Musile i Sahn Medreseleri
6.Sahnı Seman Medreseleri
7.İbtidai Altmışlı Medreseleri
8.Hareketi Altmışlı Medreseleri
9.Musile i Süleymaniye Medreseleri
10.Süleymaniye Medreseleri
11.Darul Hadis Medresesi
XV.ve XVI asırda en yüksek seviyelerine ulaşmış olan Osmanlı Medrese sistemi XVII asırdan itibaren gerilemeye başlamıştır.XVIII.ası rda Süleymaniye medreselerine Musileyi Süleymaniye’den sonra Havarnisi Süleymaniye adıyla yeni bir medrese ,XVIII.asırda da camilerde tedrisatı sürdüren dersiyeler ilave edilmişse de medreselerin kalitelerinin düşmesi önlenememiştir.
Medreselerin bozulma sebepleri genelde şu şekilde sıralanmıştır:
a)Meval-i zadelerin zuhuru
b)İlim sahiplerinin ağa ve paşalara intisapları
c)Müderris ve kadıların cehaleti
d.Cehaletle fazlın birbirinden fark olunmaması
Sistemdeki bozulmanın önüne geçmek için bir çok düzenlemeler yapılmıştır.Özellikle II.Mahmut devrinde medreselerin ıslahının mümkün olmaması nedeniyle padişah Avrupa usulu bir eğitimin kurulmasına teşebbüs ettive bir fermanla ilköğretimin mecburi ve parasız olacağı ilan etti.I.Meşrutiyet devrine gelindiğinde medreselerde beklenen ıslahatlar yapılmış ve medreselerde Riyaziye,tabiiye,tari h,coğrafya,Farsça,ve Osmanlıca dersleri okutulmaya başlamıştır.1914 yılına geldiğinde Islahı medaris nizamnamesi çıkarılmış ve İstanbul medreseleri Darul hilafetil aliyye medreseleri adı altında toplanmıştır.Bu medreseler Tali kısmı evvel,Tali kımı Sani ve Ali kısmı olarak üç kısma ayırılmış ve her kısmı dört sene olan medreseler toplan 12yıllı bir eğitim-öğretim vermiştir. Her üç kısımdada dini ilimler, Arapça Türkçe,Farsça,Tarih,R iyaziye ve Tabiatı Fen dallarında dersler okutulmuştur.
MEDRESENİN ELEMANLARI
a)Müderris:Belirli bir tahsilden sonra icazet ve beratla ders veren kimselere müderris denirdi.Tek haneli medreselerde bir;sahnı seman gibi çok haneli medreselerde ise her haneye bir müderris tayin edilirdi.
Osmanlı medreselerinden mezun olan öğrenciler Anadolu da vazife alacaksa Anadolu Kazaskeri Rumeli de görev alacaksa Rumeli kazaskerini meclislerine devam eder ve matlab defterine mülazım olarak kaydedilir ve sırası gelinceye kadar beklerdi buna nöbet denirdi.Sırası gelen müderris önce yirmili bir medreseye atanır sonrasında terakki etmesine göre kırklı,altmışlı ve daha yüksek payeli medreselere çıkabilirlerdi.Her padişah devrinde en yüksek payeli medreseler genelde değişikliklere uğranıştır.Bir müderris terakki ettikten sonra istekli olduğu medreseye başka talip yoksa hemen oraya nakledilir başka istekli varsa aralarında sınav yapılırdı.İmtihan yazılı ve sözlü olarak iki kısımda yapılırdı.
b)Muid:Teknik anlamda müzakereci müderrisin derslerini tekrarlayıp izah eden müderris yardımcısı anlamına gelir.Danişmendler arasında en liyakatliler arsından seçilen muidler hem müderrisin derslerini tekrarlar hem de öğrenciler arasında disiplini sağlardı.Görev süreleri iki yıl olan muidlik müessesesi II.Meşrutiyetten sonra kaldırılmıştır.
c)Danişmend:Öğrenci anlamında kullanılmıştır.Geneld e medrese öğrencileri için kullanılan bir addır.Danişmendler Sibyan mekteplerini veya o seviyedeki özel bir eğitimi tamamladıktan sonra medreselere girerlerdi.Böylece haşiye i tecrit medreselerinden birinde tahsiline başlayan danişmend daha sonra müderrisinden icazet alarak kırklı bir medreseye oradan da ellili bir medreseye son olarak ta sahnı seman veya Süleymaniye’ye girerek bitirir ve mülazemet için beklerdi.Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısının 20’ye ulaşmadığı görülür.
TANZİMAT DÖNEMİNDE EĞİTİM
Bu dönemde bir yanda klasik Osmanlı Eğitim ve öğretim müesseseleri devam ederken bir yandan da her seviyede Avrupa eğitim-öğretim müesseseleri açılmaya başlamıştır.İlk önce askeri alanda yaygınlaşan Avrupai mektepler daha sonra sivil sahada da gelişti.
I)İlköğretim:
1)İbtidailer Osmanlı klasik çağının Sibyan mektepleridir.Rüştiye ler açılınca onlara öğrenci hazırlayan mekteplerede iptidai adı verildi.Bu mektepler 8 Nisan 1847 yılında düzenlenen program ve yönetim şekliyle yeni bir düze kavuşmuştur.
Öğretim süresi dört yıl olan bu okullara yedi yaşına basan kız ve erkek çocuklara ilkokul seviyesinde bir eğitim-öğretim verilirdi.6 Ekim 1913 Tedrisatı iptidaiye kanunu ile Fransız okulları sistemine uyarak Rüştiye ve iptidaiye birleştirilerek altı yıllık Mektebi İptidai haline getirilmiştir.Bu okullarda Türkçe,tecvit,ilmihal ,hatt,Osmanlı tarih ve coğrafyası,yurttaşlık bilgisi,resim Müzik ve beden terbiyesi programa girmiş ve 1924’e kadar devam etmiştir.Bu devirde iptidailer yedi yaşına basan çocuklar için mecburi hale getirilmiş ve ceza olarak falaka yasaklanmıştı.
II)Ortaöğretim:
1)Rüştiyeler:
II.Mahmut döneminde sıbyan mekteplerinin yetersiz olduğu görülerek bu mekteplere sınıfı sani olarak açılır.Bunlar idadilere basamak olmasından dolayı ortaokul seviyesinde mektepler olarak değerlendirilir.Öncel eri dört yıl olan bu okullar daha sonra altı yıl olmuştur.Rüştiyelerin ilki 1838 tarihinde açılan mektebi Maarifi adliyedir.1874-75 döneminde 400’e yakın rüştiye mevcuttu.1867’ye kadar bu mekteplere Müslüman çocuklar alınırken bu tarihten sonra ise gayri Müslimler de alınmaya başlanmıştır.Bu maksatla adaylar Türkçe imtihana tabi olmuşlardır.Bu okullarda dinin ilimler,hesap,coğrafy a,hatt,hendese ,cebir ,usulü defter,resim ,müzik gibi dersler görülmüştür.
2)İdadiler:
Orta öğretimde ikinci ademe olarak eğitim-öğretim veren mekteplerdir.1869 Maarifi Uumiye nizamnamesine göre idadiler Rüştiye mezunu olan oalna Müslim ve gayri Müslim çocukların bir arada öğretim yaptıkları yerlerdir,1000 haneden fazla yerlere idadi kurulacaktır,idadiler in bütün masrafları vilayet maarif idadisi sandığından karşılanacaktır,İdadi leri süresi üç yıl olacak ve şu dersler okutulacaktır:Türkçe, kitabet,Fransızca,man tıkkavaniniOsmaniye,c oğrafya,tarih,cebir hesapidefter tutma,kimya resim dersleri okutulmuştur.
Bu nizamnamedeki hedefler ise maalesef belirlenen sürede tutturulamamıştır.
3)Sultaniler:
İdadiler seviyesinde Fransızca ve Türkçe ile eğitim ve öğretim yapaşn bir mekteptir.1 Eylül 1868 tarihinde Galatasaray Sultanisinin açılışıyla maarifimize giren bu Fransız modeli mektepler hazırlık devresiyle birlikte 9 yıllık bir süreyi kapsamaktadır.Bu mektebin açılışı sultan Abdülaziz’in 1867 Paris ziyaretine dayanır.SultanideTürk çeFransızca,Grekçe,ah lak,Latince,tarih,coğ rafya,matematik,kozmo grafya,mekanik ,fizik,kimya,ekonomi güzel konuşma sanatı ve resim dersleri okutulurdu,Daha sonra Arapça ve Farsça okutulmuştur.Darüşşaf aka ve Robert kolej de sultani tipi okullardandır.
III)Yüksek Öğretim:
Bunlar üniversite karşılığı olan darülfünun ve yüksek okullardır.
1)Daru’l Fünun:
İlk kez 12 Ocak 1863’te açılan darül funun bu tarihten sonra birkaç kez kapanıp açılmış1908 tarihine gelindiğinde İstanbul darülfünunu olarak adı değiştirilmiş ve yeniden teşkilatlandırılmıştı r.1912 de şubeler fakülteye çevirilmiş ve I.Dünya savaşında Almanya’dan fen edebiyat ve hukuk alanında 20 profesör çağırılarak üniversitelerin kadroları güçlendirilmeye çalışılmıştır.
2)Yüksek Okullar:
a)Mektebi Mülkiyeyi Şahane:
Osmanlıda ilk sivil yüksek okuldur.Kaymakamlık ve müdürlük gibi mülki idarede görevlendirilecek memurlar için açılan bir yüksek okuldur.Öğretim süresi önce iki yıl olarak belirlenmiş daha sonra dört yıla çıkarılmıştır.1915’te Darül fünunun hukuk fakültesine bağlanmıştır.
b)Mektebi Tıbbiyeyi Mülkiye:
Sivil tabip yetiştirmek maksadıyla kurulmuş bir mekteptir.Başlangıçta beş yıl olan bu okul daha sonra altı yıla çıkarılmıştır.1915’te üniversitenin tıp fakültesine bağlanmıştır.

c)Mektebi Hukuki Şahane:
Tanzimat sonrası açılan batı tipi mahkemelere eleman yetiştirmek amacıyla kurulan mekteplerdir.1909’da Darülfünunun hukuk fakültesi haline geldi.
d)Hendeseyi Mülkiye Mektebi:
Memleketin sivil mühendis ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur.Cumhuriye t döneminde yüksek mühendis mektebi adıyla faaliyetlerine devam etmiştir.
e)Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi:
Ziraat ve baytarlık alanında memleketin ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan dört yıllık bir yüksek okuldur.
KLASİK DÖNEM ASKERİ MEKTEPLERİ
I)Acemioğlanlar Ocağı:
Pençik ve devşirme usulleriyle toplanan çocuklar Türk-İslam terbiyesine göre yetiştirilmek üzere Türk ailelerinin yanına verilir sonra Acemioğlanlar ocağına alınırlardı.Burada bir taraftan askeri eğitim alırken diğer taraftanda enderuna hazırlayıcı eğitim verilirdi.I.Murat devrinde Çandarlı Kara Halil Paşa ve Molla Rüstem’in tavsiyeleriyle kurulan bu ocak 1826’da Yeniçeri Ocağı kapatılınca bu ocak ta kaldırıldı.
II).Yeniçeri Ocakları:
Acemioğlanlar mektebinden sonra titiz bir imtihanla seçilen kabiliyetli gençler Enderun Mektebine diğerleri de asker olmak üzere Yeniçeri Ocağına alınırlardı.61 bölükten oluşan bu kuvvetler yeniçeri ağasına bağlıydı.
III).Enderun Mektebi:
Topkapı sarayı içinde bulunan ve orduya kurmay yetiştiren yüksek seviyede önemli bir mekteptir.Osmanlıya has olan bu mektepler ilk olarak II.Murat zamanında Edirne de kurulmuştur.Fatih Sultan Mehmet zamanında sadece kurmay asker yetiştirmekten başka birde mülki ve idari kadronun da yetiştirildiği bir mektep haline gelmiştir.Gittikçe zayıflayan Enderun mektebi 1 Temmuz 1909’da lağvedilmiştir.
YÜKSEK SEVİYEDEKİ ASKERİ MEKTEPLER
I)Mühendishane-i Bahr-i Hümayun:
Osmanlının batıya açılan ilk kapısıdır.1773’te Baron De Tott’un tavsiyesiyle ve Cezayirli Hasan Paşanın gayretleriyle Haliç Tersanesinde açılmıştır.Bu mektepte ordunun ihtiyaç duyduğu denizci subaylar yetiştiriliyor ve topçu eğitimi veriliyordu.
II)Mühendishane-i Berri Hümayun:
III.Selim devrinde kurulan bir yüksek okuldur.Topçu subayı yetiştirmek amacıyla Mühendishane-i bahri Hümayun’dan ayrılarak kurulmuştur.Öğretim süresi dört yıldır.
III)Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Ma’mure:
Sadece Müslüman tıp adamlarının yetiştirilmesi amacıyla kurulmuş Darüşşifanın devamı olan okuldur.Eğitim süresi dört yıldır.
IV)Mektebi Fünunu Harbiye:
Açılan askeri okulların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulmuştur.
II.YAYGIN EĞİTİM MÜESSESELERİ:
Her yaş ve seviyedeki insanlara medrese ve mektepler dışındaki yerlerde verilen eğitimdir.Bu yaygın eğitim kurumları camiler,tekkeler,sara ylar,darü’l hikmetİslamiye,darulm esnevi,kütüphaneler,s ahaflar,loncalar,ulem aevleri,kıraathaneler olarak sıralanabilir.

Çevrimdışı kralkurt

  • Uzman Üye
  • *****
  • 388
  • 230
  • 388
  • 230
# 01 Kas 2008 22:08:58
Arkadaşlar evet gerçekten Osmanlıda Eğitim de varmış Öğretimde Cumhuriyetin ilk yıllarında da eğitim öğretim gereği gib berabermiş.Lakin son on yıllardır Öğretim var ama maalesef eğitim yok arkadaşlar.Eğitim olmadan da öğretim maalesef bugünki gibi topal yada kör sakat oluyor.

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
# 01 Kas 2008 22:09:35
Bir araştırma yazı dizisi olarak değerlendirebilirsiniz.en azından az da olsa bir fikir sahibi oluruz diye düşündüm

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
# 01 Kas 2008 22:12:38
OSMANLIDA EĞİTİM -4

Osmanlı’da Üstün Yetenekliler Fabrikası:Enderun Mektebi
(Mustafa ARMAĞAN)  

Osmanlı Devleti’nde eğitim, sibyan mekteplerinden medreselere ve oradan da tekkeler ve meclisler gibi yaygın eğitim kurumlarına kadar geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Zaten birkaç neslin bir arada yaşayabildiği pederşâhî aile yapısı, zengin bir eğitim ve bilgi aktarması sürecine sahne oluyor, şimdiki gibi bütün ağırlığın örgün eğitim kurumlarının sırtına yüklenmesine fırsat bırakmıyordu. Şimdilik genel eğitim sürecini bir kenara bırakarak, Osmanlı Devleti’ne ve sarayına asker ve sivil bürokrat yetiştirmesi için kurulan “özel” bir eğitim kurumundan, Enderun Mektebi’nden söz edelim. Enderun denilince, Osmanlı Devleti’nde medrese haricindeki en köklü eğitim kurumundan bahsettiğimizi bilmekte fayda vardır.1

Enderun’un “özel” bir eğitim kurumu olduğunu söylerken, kastımız, bu okulun hem belirli bir amaç için kurulmuş bir ‘meslek okulu’ özelliğini vurgulamak, hem de burada okuyan öğrencilere eğitim ve öğretimin özelleşmiş, ihtisaslaşmış bir türünün verildiğini söylemekti. Kaynaklarda zikredildiği kadarıyla, hazırlık okulları hariç Topkapı Sarayı’nın bünyesinde Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulmuş olan bu okul, ‘kitle’ eğitiminden ziyade, yükseldikçe alanı daralan bir piramit gibi düşünülmüş ve piramidin tepesine tırmanmayı özendiren ve zorlaştıran sıkı bir disiplin ve eleme düzeni üzerine oturtulmuştu. Laübaliliklerin, kuralların haricine çıkmaya yönelik teşebbüslerin ve başarısızlığın prim yapmadığı, daha doğrusu elenerek ve “çıkma” yapılarak cezalandırıldığı bir sistem sözkonusuydu Enderun’da. İşte bu disiplindir, Enderun’u sadece Türk-İslam eğitim tarihinde değil, dünya eğitim tarihinde dahî istisnaî bir örnek uygulama, bir proje haline getiren şey. Bazı uzmanların, Osmanlıların elit sirkülasyonunu sağlayan bu rekabetçi ve başarısızlığı affetmeyen buluşuna ‘eğitim mucizesi’ demeyi tercih etmeleri bu yüzdendir. Dünyanın ilk ‘kamu yönetimi okulu’ olarak da nitelenen Enderun’da öğrenci seçimi, devşirme uygulaması, devşirilen çocukların yetişmesi için altyapı vazifesi gören belirli saray okulları (Galata Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı, Edirne Sarayı ve İskender Çelebi Sarayı), sık sık imtihan etmek suretiyle öğrenci eleme usûlü, elenenlerin sokağa bırakılmayıp başka (yan) hizmetlerde değerlendirilmesi, yeteneklilerin tespiti, eğitimde teori-pratik bütünlüğü ve en önemlisi de, adâb-ı muaşeret kurallarının öğretilmesi, önemli bir yer tutmaktadır. Bilgiyi ahlâkla beraber verme, teoriyi uygulamalı olarak öğretme, Enderun’un ana gayelerinden olmuştur. “Enderun Efendisi” veya sadece “Enderunlu” tabiri, artık nesli tükenmiş olan “İstanbul Efendisi” tabirinin eşanlamlısı olarak kullanılmıştır.

Enderun’da imparatorluğun geniş ve genişleyen topraklarındaki elit potansiyelini tespit ve eğitme işi ile bunların devlet hizmetinde kullanılmak üzere yetiştirilmeleri esastı. Ama Enderun’u, dar bir uzmanlık eğitim veren günümüz kitle okulları gibi düşünmek yanıltıcı olacaktır. Zira oradan; mimar, nakkaş, ressam, hattat, kâtip, imam, müezzin, müneccim, müverrih, şâir, âlim, silahşör, hânende, sâzende, nüktedan, soytarı gibi hem idarenin, hem de sarayın ihtiyacı olan her türlü görevli yetiştirilirdi. Enderun’da yükselebilmek için aranan özellikler ise; ehliyet, liyakat ve sadakat idi. Nizamettin Nazif’in sözleriyle söylersek, Saray Enderun’a, Enderun da memlekete hükmederdi. İmparatorluk, siyasî idealini dikkatle seçtiği talebelere bu kurum içinde aşılardı. Velhasıl, Bir Enderunlu, İngiltere ile İspanya arasındaki Atlas durumunu, bir İspanyol ve bir İngiliz asilzadesinden daha iyi bilirdi. Şimali Afrika kıyılarında veya Ceziretülarap’ta yaşıyan sayısız Arap ve Berber kabîlelerinin örf ve âdetlerini bilirdi. Venedik ile Floransa arasındaki ticârî rekabeti bilirdi ve Hükno’ların herhangi bir hareketini Katolik Katerin dö Mediçi’den daha büyük bir dikkatle takip ederdi… Osmanlı İmparatorluğunun tereddî devresinde Enderun’un kıymetten düşmüş olması büyük rol oynar. Tanzimat devrinin bütün hataları ise, İmparatorluk diplomasisinin alaylı ellere teslim edilişinden doğmuş bir faciadır.

Bir “Enderun felsefesi”nden söz edilebilir mi? Saraydan harice bilgi sızdırmamak, Enderunlu’nun en bariz özelliklerindendi. Öğrencilere sarayda iken tam bir tecrit uygulanır, mezun olup da staj amacıyla taşraya gönderildiklerinde bile her ne sûretle olursa olsun, sarayın içinde gördükleri veya duyduklarından hiç kimseye bahsetmemeleri tembihlenirdi. Enderun mensupları zaten çoğunlukla haremden çırak çıkarılan bir hanımla evlendirildiklerinden her ikisi de birbirini denetler, bir bakıma sarayın sır koruma mekanizması bu şekilde işletilir ve denetlenirdi.

İdarede devşirme ağırlığının görüldüğü asırlarda (16-17. yüzyıllar) devşirmelikten gelerek idareciliğe yükselenler arasında bir hemşehrilik bilinci ve dayanışması gelişmiş olacak ki, belli bir bölgenin idâre üzerinde bir baskı oluşturmasını önlemek için farklı bölgelerden devşirilen oğlanlar İstanbul’a getirilip yeniçeri ağasının ellerine teslim edilirdi. İleride, taşrada veya İstanbul’da olağanüstü yetkilerle donanacak olan bu çocukların bir “klik” oluşturmamaları için bölgesel dengesizliklere yol açacak uygulamalar daha başından itibaren engellenmiştir.

Enderun’dan mezun olanların yetenek ve eğilimlerine göre ilmiyye veya seyfiyye kalemlerine ayrıldıklarını biliyoruz. İlim adamlığına hevesli öğrenciler ilmiyye sınıfına geçebilirlerdi. Tabii, şartları ve kriterleri vardı bunun. Öncelikle ilmiyeye geçmek isteyenlerin bir medreseden icâzet almaları gerekiyordu. Böylece müderris veya mevleviyet (payeli kadılıklar) almak sûretiyle ‘ilmiyye silkinde yükselme şansları doğuyordu. Aynı şekilde “seyfiyye” denilen askerî yola girmek ve Sadrazamlığa kadar yükselebilmek mümkündü. Her dönemde (bazı yabancı kaynaklar bu öğrenci alma dönemlerinin iki yılda bir olduğunu yazarlar) alınan 300-400 kadar aday genç, 7-8 yıl boyunca terbiye edilir, yükselebilecekleri en üst makam olan Has Oda’ya terfi eden 40 iç oğlan, Sadrazamlığa kadar gidecekleri uzun yolun başında bulunurlar ve ona göre yetiştirilirlerdi. Nitekim Kitâb-ı Müstetâb’ın meçhul müellifi, bize Has Odadakilerin yükseliş şekillerini anlatırken, “Ağalıklarında ve sancak ve beğlerbeğiliklerinde imtihan olub liyakati olmayanları ilerü getürülüb vezaret verilmez idi. Kimi ağalıklarda ve kimi sancakda ve kimi beğlerbeyiliklerde kalub ve kiminin hilaf-ı Şer’ü kanun vaz’ u hareketleri sebebi ile ebedî azl olub kalurlar idi.” bilgilerini fısıldamaktadır. Amaç, enerjik gençlerin önünün dâima açık tutulmasıdır. Hiyerarşide vuku bulacak bir tıkanma, aşağıda yükselmek için fırsat kollayan gençlerin istikballerini tehlikeye atabilirdi ve bu yüzden de Osmanlı yöneticilerinin görev yerleri çok sık değiştirilmiştir. Bundaki amacın daha fazla oyuncuya sahada şans tanımak ve rotasyonu en başarılı bir şekilde tamamlayanlara meydan açmak olduğu anlaşılmaktadır.

Tabii sadece kafaları bilgiyle doldurmak veya edeb eğitimi verilmekle yetinilmez, aynı zamanda müfredatta beden eğitimi de hatırı sayılır bir yer tutardı. Güreş, atlama, koşu, meç, okçuluk, binicilik, atıcılık, cirit, tomak gibi oyunlar ve yarışmalar da Eflatun’un Devlet’indeki beden ve ruh eğitimi üzerine tavsiyelerini hatırlatmaktadır. Disiplinsizlik cezaları, Yeniçeri Ocağı’ndaki kadar ağır değilse de, öğrencinin, kendisine tanınan bu büyük imkânı değerlendiremeyişinin cezası olarak başından sarığını almak, elbisenin yakasının yırtmak ve sarayın bahçesinden kovmak gibi utandırıcı cezalar mahiyetindedir.

Verilen dersler arasında; Arapça, Kur’an tilaveti, hüsnühat ve musiki yanında, Türkçe ve Türk edebiyatı dersleri de vardı. Zaten ilk devşirildikleri zaman, yani henüz acemi oğlanı iken, 14-15 yaşındaki bu gençler, Anadolu’da (mesela Bursa’da) Müslüman-Türk ailelerin yanlarına gönderilir ve orada hem İslâmî geleneği ve hayatı tanır ve öğrenirler, hem de Türkçe’lerini ilerletirlerdi. Daha sonra saray hazırlık okullarına gönderilir ve ancak bu okullardan başarıyla çıkanlar Topkapı Sarayı’ndaki asıl Enderun Mektebine gelir, buradaki eğitim basamaklarını da başarıyla çıktıktan sonra Has Odaya kadar yükselirlerdi.

İstanbul’da Robert Kolej’inin hocalarından Amerikalı Barnette Miller’ın 1930’lu yıllarda yaptığı araştırmalar, 1941’de The Palace School of Mehmed the Conqueror adıyla basılmış ve daha önce; Makyavel, Rycaut, Hammer, Lybyer ve Penzer adlı düşünür ve Oryantalistlerin dikkatlerini çekmiş olan Enderun Mektebi olgusu, İngilizce konuşulan ülkelerde, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni bir elit eğitim modeli arayışları sırasında merak uyandırmış ve geniş olarak tartışılmıştır. ABD’nin dünyanın dört bir tarafından yetenekli ve üstün beyinleri kendisine çekme ve onları eğitip gelecekte bürokraside istihdam etme uygulamasının ilham kaynağı olmasa bile, benzerlikler taşıyan bir kaynağının Enderun Mektebi olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bazı araştırmacılar, Enderun’un Osmanlı sistemi içindeki yerinin, İngiltere’deki Eton Koleji’ne denk olduğunu söylemişlerdir (Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Enderûn”, Yedigün, Sy: 551, 27 Eylül 1943, s. 8 ve 11).

İttihad ve Terakki Fırkası iktidarı döneminde, 1 Temmuz 1909 tarihli bir kararname ile lağvedilmiş bulunan bu mektep hakkındaki araştırmalarımız maalesef henüz emekleme safhasında sayılır. Özellikle de günümüzde üstün zekâlı çocukların eğitimi gibi hayatî konularda Enderun tipi özel eğitim kurumlarının ilhamına duyulan ihtiyaç açıktır. Bugün dünyanın dört bucağına yayılmış bulunan Türk Okulları’nın, açıldıkları ülkelerdeki yetenekli gençleri eğiterek onların geleceğin yöneticilerine dönüşmelerine, böylece Türkiye ile o ülkeler arasındaki kültürel, siyasî ve hatta iktisadî ilişkilerin geliştirilmesi uygulamasına katkıları göz önünde bulundurulduğunda, onların Enderun Projesi’nin güncel bir yorumu olarak kabul edilmemesi için bir sebep yoktur. Elbette birebir bir benzerlik veya paralellik kurmak zordur aralarında. Ancak özellikle lala-danışman benzerliği ve bir ideal için öğrenci yetiştirme misyonu, bu okulları, Enderun Mektebi’nin felsefesini, günümüzün şartlarına uyarlama çabası olarak değerlendirmeyi mümkün kılmaktadır.

Eğitimi öğretimle karıştıran bir ‘Milli Eğitim’ sisteminde, Enderun Mektebi’nin, bilgiyi bir edeb toprağına eker gibi öğretmesi, nâmütenahi önemli ve örnek alınması gereken bir hâdisedir. Unutmayalım ki, tarih sadece geçmişte nelerin olup bittiğinin öğrenilmesinden ibâret değildir. Aynı zamanda tarih, bugün içimizde hissettiğimiz bir boşluğu doldurmak ve geleceğe bir proje sevk etmek gâyesiyle de okunmalıdır. Enderun Mektebi örneği, bu ‘eğitim mucizesi’nin ipuçlarını uzatmaktadır önümüze.

Öyleyse hep beraber düşünmeye koyulalım mı? Bir kere başarılan, bir daha neden başarılamasın?

Dipnotlar: 1-Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Müesseseleri”, Ekmeleddin İhsanoğlu (Editör), Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Cilt 1, İstanbul 1999, Zaman, s. 251.•

Çevrimdışı yardımcı

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.588
  • 6.203
  • 2.588
  • 6.203
# 01 Kas 2008 22:30:05
OSMANLIDA EĞİTİM -5

Enderun Mektebi - 2

Cemil Örnekli

Enderun Mektebi II. Murad tarafından kurulmuştur. Saray hizmetinde çalışacak görevlileri yetiştirmek maksadıyla kurulan bu okul, eğitim sistemi yönüyle kendinden önce kurulmuş bütün okullardan farklılık arzeder.

Bir saray mektebi olan Enderun, Fatih Sultan Mehmed döneminde hakiki şahsiyetine kavuşarak, devşirme mektebi hüviyetinden, mülki ve idâri kadronun eğitimine de yönelmiştir. Enderun'un gelişmesi II. Beyazid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi pâdişâhlar zamanında da sürmüştür.

Enderun Mektebi'ne “Devşirme Kanunu” ile öğrenci alınır, usülsüz çocuk kabul edilmezdi. Devşirme işinde her türlü yolsuzluğu önlemek üzere yine aynı kanunla alınan bir hayli tedbirler zinciri de bulunmaktadır.

Enderun Mektebi, Osmanlı Devleti'nde 17. ve 18. yüzyıllarda baş gösteren askeri ve siyâsi çözülmeden etkilenmiştir. Artık diplomatik görüşmeler, savunma için silahlı mücadelenin yanında önem kazanmaya başlamıştır. Bu durum askeri ve siyâsi mektep olan Enderun Mektebi üzerinde idare etme tarzı bakımından önemli değişiklikler getirmiştir.

İlk esaslı değişiklik II. Mahmud zamanında olmuş, Enderun birçok değişikliklere uğramış, 1850'de de Maarif Nezâreti Enderun'u ibtidâisiyle birlikte rüşdiye derecesinde bir mektep haline getirmiştir.

Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra ordu için bu mektepten çok sayıda subay alınmış, bu da mektebin düzenini bozmuş, bilhassa Tanzimat'tan sonra, burada yetişenlerin devlet hizmetlerinde eskisi gibi başarılı olmamaları yüzünden zaten önemini kaybetmişti.

1 Temmuz 1909'da Enderun Mektebi lağvedilmiştir. 1923'den sonra ise Topkapı Sarayı müze ve kütüphane haline getirilerek, bu müessesenin de beş asırlık târihi rolüne nihayet veril-miştir.

EĞİTİM TARZI
Devşirmeler kültürleştirme ve disiplinleştirme diye iki aşamaya tâbi tutulurlardı. Kültürleştirme prensibi doğrultusunda, Osmanlı kültür ve geleneğine uyum sağlama mes'elesi halledildiği gibi, devşirmeler toplumun karakteristik kültürel hayat tarzını, kültürel görevlerin sorumluluğunu ve bunları yerine getirme yollarını öğreniyordu. Diğer taraftan Türk kültürüne tamamıyle yabancı ailelerden gelen bu devşirme çocukların, Türk ve Müslüman âdetlerine göre yetiştirilmesi gerekmekteydi, işte disiplinleştirme kavramı ile yapılmaya çalışılan faaliyetler buna yönelikti. Son derece sert ve disiplin sağlama hususunda kabiliyetli olan Ak Ağalar bu hususta vazifeliydiler.

Osmanlı Devleti'nin diğer okullarında olduğu gibi Enderun Mektebin'de de “Kabiliyetleri yöneltme ve destekleme” hususunda azami özen gösteriliyordu. Bütün hizmetlerde yükselebilmek, önemli ölçüde kabiliyete dayanıyor, öğretimin başından sonuna kadar ilgi ve kabiliyete öncelik tanınıyordu, öğrenciler, kabiliyetlerine uygun çeşitli öğrenim kanallarından birinde yetişdi. Öğrenimin her kademesinde geçerli olan bir husus vardı; o da belirli birkaç mecburi ders dışında bütün derslerin kabiliyete uygunluğuna göre ve seçmeli olu-şuydu. Bu durum talebeleri gayretli çalışmaya sevketmek için en iyi yoldu.

Kabiliyetler için sönüp silinip gitme, âtıl kalma diye birşey sözkonusu değildi. Onlar heryerde tesbit edilir, kendilerine terfi imkânı sağlanırdı. Kimse anadan doğma imtiyazlı değildi ve işe yaramayan, vasıfsız bir a-dam yerinde saymağa mahkûmdu.

EĞİTİMİN VASITALARI
a) Ceza ve Mükâfat: Osmanlı Devleti'nde, özellikle eğitim ve öğretim ku-rumlarında sıkı bir disiplin tavizsiz olarak uygulanmış, ceza ve mükâfatların sınırları da açıkça belirtilmiştir.

Cezalandırma konusunda aşırılığa gidilmez, fakat kusur ve eksiklikler karşısında da sessiz kalınmaz, hoşgörü gösterilmezdi. Çeşitli konularda yasaklar koyma, tehdit, dayak, azar-lama ve gerekli görüldüğünde mektepten uzaklaştırma gibi cezalar verilirdi. Dayak suça göre ve seviyeli olur, bunu yaparken talebenin haysiyetini rencide etmemeğe dikkat edilirdi. Mevki arttıkça doğru orantılı olarak artan cezalar, seviyeye göreydi.

İyi davranışların ve okul başarılarının mükâfatlandırılmasına da özel bir önem verilirdi. Arapça, Kuran tilâveti, Hüsn-ü Hat, Musiki gibi konularda gösterilen seçkinlik ve başarılar; binicilik, silah kullanma, cirit ve diğer yarışmalarda gösterilen üstünlükler bizzat hükümdarca hem söz ve hem de nesnel değerlerle mükâfatlandırılırdı. Çeşitli değerlerde elbiseler, para ödülleri, silahlar, binek hayvanları bu meyanda sayılabilir. Daha büyük ve önemli görevlere getirilme, maaş artırma gibi mükâafatlar da vardır. Enderun Mektebinde ilk mükâfatlar, sınıftan sınıfa terfi şeklindeydi.

Enderun Mektebinde mükâfatlandırma sistemi büyük önem taşımaktadır. Yükselen kimse mükemmel hayat şartlarına sahip olur ve geliri arttırılırdı.

“Saray görevlilerini yetiştirmek üzere kurulan Enderun Mektebi, öğrencilerini devşirme usulü ile tesbit ederdi. Aynı zamanda bir saray okulu olan bu müessese de şehzadeler ve diğer ekabirin çocukları da eğitilirdi. Kabiliyetli devşirme çocukları ile şehzadeler aynı okulda öğ-renim görürlerdi”.

b) Çıkmalar:
Hazırlık mekteplerinden Enderun Mektebine veya Sipahi Bölüklerine geçebilmek için bir takım kurallara mutlaka uyulurdu. Bunların başında “Çıkma Kanunu” geliyordu. Bu kanunun uygulanması, mektepten mezun olma gibi bir durumdu, Genellikle yedi senede bir uygulanırdı. Padişah tahta çıktığında da çıkmalar olurdu. Çalışma ve kabiliyetleri iyi olanlar yedi-sekiz yılda öğrenimlerini tamamlar, yetişmemiş olanlar ise ondört yıl kadar öğrenimlerine devam ederlerdi.

Hazırlık Sarayı'ndan iyi yetişenler, terbiye ve ahlâkları iyi olanlar Saraya alınır, daha yüksek öğretim veren Enderun sınıflarına kabul edilirlerdi. Oralarda da başarı gösterenler terfi ederek sırasıyla bütün makamlara yükselirlerdi. İçlerinde Beylerbeyi, Serhad Kumandanı, Vali ve Elçi olanlar olduğu gibi Vezir olanlar, hatta Seraskerliğe ve Sadrazamlığa kadar yükselenlerde vardı.

Hazırlık Sarayında, derslerine az çalışmış ve kabiliyeti kıt olanlar Saraya alınmaz, Sipahi Bölüklerine sevk edilirler, buranın okumuş-yazmış zümresini teşkil ederlerdi. Yeniçeri Teşkilâtı içinde gelişerek terfi edebilirler ve kumanda heyetine bile girebilirlerdi.

Terfi sistemi son derece âdilâne uygulanırdı. Çıkmalar zamanlı ve düzenli yapılırdı. Haksızlık ve aksaklığa yer verilmez, saray içinde açılan yerlere dışarıdan hiç kimsenin alınmamasına dikkat edilirdi.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında çıkma Kanunuyla Saray Mekteplerinden yetişen gençlerin terfi usulleri sağlam esaslara bağlanmıştı. Bu kanunun ciddi bir şekilde uygulanması sayılan onbini bulan bütün saray memurlarıyla müstahdemlerinin haklarını koruyordu. Bu durum da bir memnuniyet ve göreve bağlılık sağlıyordu.

Çıkmaların en önemlisi cülus çıkması veya umumi çıkma denilen büyük çıkma olup padişahların cülusları üzerine yapılırdı.

Osmanlı İmparatorluğunda devlet görevleri ve halk hizmetleri İçin “Çıkma Kanunu” ile uygulanan bu sistem memlekete büyük faydalar sağlamıştır. Bu kanunu en iyi takdir eden ve işlettiren Kanuni Sultan Süleyman olmuştur. Bununla birlikte devletin diğer nizam ve usulleri gibi “Çıkma Kanunu”da zamanla sarsılmıştır.

EĞİTİMİNŞEKLİ
a) Seçkinler Eğitimi: Büyük İmparatorluklar, büyük devletler genişleyen devlet çarkını işletecek “seçkin elemanların” yetiştirilmesini hedeflemişlerdir. Bu istikametle Batı'daki “Prenslerin Eğitimi”ne karşı Osmanlılarda “Enderun Mektebi”nin varlığını görüyoruz. Her ikisinde de, sıkı bir eleyicilik söz konusudur. Aynı zamanda yetişen “elitler“ ya da “seçkinler”, kendi ailelerine olan bağımlılıklarını da büyük ölçüde kaybederler.

Saray mekteplerinden yetişenler büyük bir çoğunlukla devletin en büyük makamlarına kadar yükseliyorlardı. Şairler, edipler, tarihçiler, musiki ve güzel yazı meraklıları ve üstâdları olan sanatkârların hemen hepsi Saray Mektepleriyle bunların devamı olan Enderun'dan yetişiyordu.

Enderun-i Hümâyun kuruluşundan itibaren aşağı-yukarı devletin bütün büyük siyasi ve askeri memurlarını yetiştirmiştir. Bu memurların orada aldıkları terbiyenin mükemmel bulunması, Devletin o zamanlarda eğitime verdiği büyük önemi göstermektedir. Enderun-i Hümâyunun ileri gelenlerinin hepsi Osmanlı Devletine olan sadâkat ve hamiyyetleriyle her sınıfa yükselebilmişlerdir.

M. Baudler, bu mektepdeki seçkinler eğitimini çok iyi bir şekilde değerlendirdikten sonra şöyle demektedir:

“Türk Milletinin başarılarına şaşmamak lâzım. Çünkü onlar elit kadroları nasıl yetiştireceklerini, gençleri nasıl disipline edeceklerini biliyorlar. Yine onları mükemmel insan hâline getirirken, kabiliyetlerine göre taltif etmesini de biliyorlar.”

“Enderun Mektebi'nde başarılı olanlar, son derece adilane uygulanan terfi sayesinde yük-selebilirlerdi. Beylerbeyi, vezir, hatta sadrazam pek çoktur. Seviyeli bir eğitim veren bu mektep, tarihden silinmiştir ama, eğitim sistemi açısından halen birçok Batı okulunda yasamaktadır.”

b) İdarecilik Eğitimi:
Osmanlı İmparatorluğunda, idare teşkilatını ve faaliyetlerini düzenleyen kaideler Fatih Sultan Mehmed'in Kanunnâmeleriyle esas şeklini almıştır. Onun zamanında bir taraftan ordu ıslah edilmiş, diğer taraftan da askeri, mali ve sivil idare için yüksek seciyeli idareciler yetiştirilmiştir.

Devlet idaresi Hükümdarın mutlak kudretine dayanıyordu. Ancak Fatih Kanunnâmesi bu yetkileri bir yerde engelliyordu. Fatih, Kanunnâmesiyle kendisinin ve kendinden sonra geleceklerin yetkilerini kontrol altına alıyordu.

Osmanlılarda veraset usulüyle makamların el değiştirmesine engel olunmakta, bu da yerli teb'ayı hükümetten uzak tutarak gerçekleştirmekteydi. Bu durum Türk idarecileri tarafından getirilmiş bir savunma tertibatıydı.

Türk Padişahlarının Saray eğitim sistemiyle yetiştirmek istedikleri idari memur, mücadeleci devlet adamı ve sâdık bir müslüman tipindeydi. Bunlar aynı zamanda ilim adamı ve iyi bir hatip, kibar ve iyi ahlâklı olmak zorundadır. Bu amaçla Enderun Mektebi Öğrencisi Saraya kabul edildiği günden ayrıldığı güne kadar Müslümanlık ile Türk örf ve âdetlerini mükemmel bir şekilde öğrenme durumundadır.

Osmanlı Devleti idareciliğin önemini kavramış ve ona gereken değeri vermiştir. Gençleri kabiliyetlerine göre sınıflandırmış ve onlara idarede şans tanımıştır.

Enderun Mektebinin ilk ders cetveli Kur'ân-ı Kerim, İlm-i hâl, Tecvid, Akâid ve amelen bilinmesi gereken dini meselelerden ibaret olmak üzere tertip edilmişti. Sultan Murat II zamanında yine tefsir, hadis, fıkıh, feraiz, şiir ve inşa, musiki, heyet, hendese, coğrafya, ilm-i kelâm, mantık, meani, bedi, beyan, hikmet de ilave olundu. Bu dersleri okutmak içın çeşitli İslâm ülkelerinden de bilginler getirildi. 3. sınıfın ilk sınıfında (1. koğuştaki adı Seferli'dir) ta-lebelere tablzenlik, sarık sarma usulü, berberlik, ikinci sınıftakilere (kilerli) padişahın şahsına mahsus yiyecek-içecek şeyleri hazırlamak, üçüncü sınıftakilere de (hazineli) gene padişahın gi-yecek şeyleri ile saray mefruşatını tanzim etmek gibi sanatlar öğretilirdi. Talebeye, bunlara ilâveten keman-keşlik, cündilik, tüfekendazlık gibi silahşorluk fenni, ata binme de tâlim ettirilirdi. Üç koğuştaki şâkirdana (talebelere) o vaktin usulünce “Ağa” unvanıyla hitap edilirdi.

Mektep talebesine kuşluk, ikindi ve yatsı vakitleri olmak üzere günde 3 defa yemek verilir, taharet ve nefâzetlerine son derece itinâ gösterilirdi. Padişahlara hizmet edecekleri için muaşeret âdabı meselesine de özellikle dikkat edilirdi. Yere tükürmek, öksürürken mendilini ağzına getirmemek, lekeli elbise giymek gibi şeyler haklarında cezayı gerektiren durumlardı.

Enderun Mektebi talebeleri yaz-kış, akşam namazlarından bir saat önce abdestlerini alırlar, güneş batıncaya kadar Kur'ân okurlardı. Akşam namazını kıldıktan sonra yatsıya kadar dinlenirler, yatsı ezanı okunur okunmaz ikişer ikişer dizilir, Hünkâr meclisine gelirlerdi. Burada her oda kendisine ayrılmış yerde namazı kıldıktan sonra imamla birlikte kalkarlar, Hünkâra dua ederlerdi. Sonra herkes odasına çekilirken, ayak üzeri “padişah selâmetliği için ve geçmiş padi-şahlar ruhları için üç ihlas, bir fatiha” okurlardı.

Sabahları güneş doğmadan önce kalkarlar, sabah namazına kadar Kur'ân okurlar, namazı kıldıktan sonra Kur'ân'dan okuyacakları yeni dersleri alırlardı. Enderunlular bu dersleri de saraya gelen hocalardan alırlardı.

Bu işi bitirdikten sonra o gün hünkâra ait ne vazife varsa görürler ve bunlarda bitince ya yazı meşkederler, yahut başka ilim ve marifet tahsisiyle meşgul olurlardı.

Bu saray okulları genellikle devleti yöneten yüksek dereceli sivil kadroyu yetiştirmekle birlikte işle eğitimi kaynaştıran eğitim yöntemleri bakımından da önemlidirler.

Sarayın mimarını, nakkaşını, ressamını, hattatını, kâtibini, imamını, müezzinini, müverrihini, şairini, âlimini, silahşorunu, hârendesini, sazendesini, nüktedâtını Enderun yetiştirmiştir. Hatta çok defa Türk devletinin seraskerini, kazaskerini, sadrazamını, kaptan-ı deryasını, valilerini, elçilerini Enderun verirdi.

Enderun'dan çıkanlar arasında en dindar müslümanlar, en kuvvetli hafızlar, en kuvvetli müezzinler, en hassas şairler ve edipler, en cesur askerler ve kumandanlar, en mahir sanatkârlar, mimarlar, ressamlar ve nakkaşlar, en yüksek musişinaslar ve hattatlar, en değerli âlimler ve müverrihler yetişmiştir. Bu meyanda diyebiliriz ki Enderunlular Türk kültürüne, Türk hü-kümetine büyük hizmetler etmişlerdir.

KAYNAKLAR:
1) Enderun Mektebi, Yrd. Doç. Dr. Ülker Akkutay S.25-163.
2) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, M. Zeki Pekalın Cilt I s.537-540.
3) Türk Maarif Tarihi, Osman Ergin Cilt 1 s.13-24.
4) Meydan Lorcusse, Enderun Maddesi Cilt 15S.193.
5) XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, C. Baltacı.
6) Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, İ.H.Uzunçarşılı.
7) Tarih-i A-tâ,A.A.TayyarzâdeCilt1-5.
8) The Palace Schoot of Muhammad the Cangueror, B.Miller.
9) TheGoverment ofthe Ottoman Empirein the timeof SuleimantheMagnificent, A.E. Lybyer.

Çevrimdışı ADANALIYIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.027
  • 396
  • 1.027
  • 396
# 01 Kas 2008 22:45:07
Teşekkürler

Çevrimdışı nevin07

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.313
  • 3.610
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.313
  • 3.610
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 02 Kas 2008 00:06:08
Yanıbaşımızda böyle güzel örnekler var.
Çocuklar sosyal bir eğitim görüyorlar. Her etkinlik halkla iç içe.
Şimdi düşünüyorum kendi okulumu, yüksek duvarlar, kapıda güvenlik görevlisi vs... Sadece bizimle muhatap öğrenciler, kendi öğretmeni dışındaki öğretmenleri bile tanımaktan aciz.
Bir yerlerde yanlışlar var...

Çevrimdışı ALMAHARİ

  • Yeni Üye
  • 2
  • 0
  • 2
  • 0
# 13 Kas 2008 17:15:45
ne olur bana bir tarih şeridi örneği gösterin yarına yetiştirmem lazım lütfen

Çevrimdışı ARY46

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.024
  • 681
  • Okul Müdürü
  • 1.024
  • 681
  • Okul Müdürü
# 13 Kas 2008 17:41:36
ALMAHARİ hocam Eğer yardımcı olursa mutlu oluruz...   Eğer alamadıysanız site içinde TARİH ŞERİDİ başlığına gidiniz...

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 11 Nis 2009 21:01:48
21 adet Osmanlı Marşı:
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK