Beş ders
Ramazan ayı günlük hayhuyu yavaşlatıp, insanın kendine 'Ben nereye koşuyorum, bir ömür bütün bunlara değer mi?' diye sormasını da gerektiriyor. Yoksa aç kalarak ruhumuzun arınmayacağı besbelli.
Ben de bugün 'ateşli' yazılarıma mola veriyorum. Aşağıda bana iyi gelen 'beş dersi' sizin de Ramazan vicdanınıza sunuyorum. Ancak hadiselerden hangi dersi çıkartmamız gerektiğine herkes kendi karar versin. Ben değil!
Ders.1: Öğretmenin dağıttığı test sorularını, son soru hariç, bir çırpıda bitirirdim. Son soru: 'Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?' Kadını, yerleri silerken, hemen her gün görüyordum. Kısa boylu, başı bağlı, biraz kambur, 50'lerinde falan olmalıydı. Neyse, son soruyu boş bırakıp, kâğıdı teslim ettim. Süre biterken bir arkadaş 'hocam bu soru sınava dâhil değil, şaka yapıyorsunuz, değil mi?' diye sordu. 'Tabii ki dâhil' dedi ve devam etti Hocamız: 'Bu dünyada herkes işini yapıyor. Herkes yeterince önemlidir. Takdiri, bir mütebessim çehreyi, makam ve mevkiine bakılmadan yüreğine olan herkes hak ediyor.'
Ders.2: Bardaktan boşalırcasına yağıyordu ve gece yarısı zenci bir kadın yolun kenarına çektiği arabanın yanında çaresizce gelip geçenlerden yardım istiyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda ABD'de bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı. Bırakılan muazzam pakete bir not ekliydi: 'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. Sizin sayenizde ölmekte olan eşimin yatağının başucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra da son nefesini verdi.'
Ders.3: 10 yaşındaki çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu: 'Çikolatalı pasta kaç para?' '15 TL.' Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu: 'Peki, dondurma ne kadar?' '10 TL' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkânda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... Çocuk parasını bir daha saydı ve 'bir dondurma alabilir miyim, lütfen?' dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 5 TL bahşiş duruyordu.
Ders.4: Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş. Tenha bir yere gizlenip olacakları seyre koyulmuş. Sabahtan öğlene kadar nice zengin tüccarlar, kervancılar, saray görevlileri birer birer geldiler. Kayanın etrafından dolaşıp saraya girerken, pek çoğu 'bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor' diyerek kralı yüksek sesle eleştirdi. Sonunda saraya meyve ve sebze getiren bir köylü çıkageldi. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı. Kan ter içinde kaldı ama sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde... 'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'
Ders.5: Acil servise ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşama şansı, 7 yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu 7 yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'eğer kurtulacaksa, veririm kanımı' dedi. Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu... Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: 'Hemen mi öleceğim?' Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı. Ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.
Hayırlı Ramazanlar. (İbrahim Öztürk) Alıntıdır....