15 Şubat 2008...
Acemiliğimizin günahını çeken kelimelerle dişimizin kilitlendiği, içimizdeki acıyı kağıda döktüğümüz, yüreğimizin üşüdüğü, içimizin acıdığı o vakitte yazmaya çalıştığımız ilk mesajlardan biri.
Kelimeler kırık, cümleler yarım.
Nokta, virgül, paragraf...Hepsi birbirine karışmış.
Affedersiniz...
Yazdıklarımda da ihtiyarım!
O tarihten bu yana tam iki yıl dört gün geçmiş.
Bir tesadüf müdür? Bilmiyorum!
Rabbimin hikmeti işte...
Kucağında yavrusu, rengi solmuş, aynı korkak bakışlarla, başı önünde, eşiyle birlikte O'na yani öğrencime yani "Kızım'a" rastladım.
Ahh güzel kızım, sevgili Işıl'ım!
Küçücük yaşında benim yaşıma değmişin.
Küçücük yaşında hayata kul köle olmuşun!
Daha yaşın kaç?
Kaç yaşında anladın hayatı kızım,
Kaç yaşında ha kaç!
Ellerimi öperken düşündüm;
Sınıftaki yerini, üşümüş ellerini...
Ağlamaktan kızarmış,
Korkak, zavallı ve simsiyah gözlerini!
Sonra döndüm yanındaki adama baktım.
Gözlerimi kapadım,
Ve ağladım!
Kızımla aynı yaşta,
Boyun büyümüş diye
Evlendirmişlerdi o yaşta!
-Yapmayın, etmeyin, eylemeyin!
Hayatı zehreylemeyin!
Kim dinleyecek beni o yaşta!
Velhasıl kızım seni evlendirdiler o yaşta!
Mübarek sofralarda
Bir lokmayı burnundan getirenler!
Şen olsun(!) şimdi sofranız,
Ele bin yedirip sana bir yedirenler!
Sanki ben suçluymuşum gibi
Yüzüne bakamadım!
Yanında,
Benim yaşımda bir adam!
Utandım,
Çocukluğunu anlatamadım!
Kızım,
Yürek sızım!
Öğretmenini affeyle:
Seni, sana bile anlatamadım
Affeyle kızım!
Yavrularımızı bu hale getirenleri kınıyorum.
Yeniden söylüyorum, rica ediyorum:
-Gelin, onlara sahip çıkalım arkadaşlar!
Saygılar selamlar...