Prof. Üstün Dökmen'in Çok Güzel Bir Yorumu...

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2011 10:14:31
Çocuk yemek yemiyor, bağırıyoruz (cezadır bu), Kalemle duvarı çiziyor, bağırıyoruz. Suyla oynayıp üstünü ıslatıyor, bağırıyoruz.  Tuhaflığı görüyor musunuz? Çocuğun davranış repertuarı zengin, bizimki ise bir tane: Hep aynı davranışı sergiliyoruz; bağırıyoruz ya da vuruyoruz.
                                             ÜSTÜN DÖKMEN

Çevrimdışı eylulada1

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.164
  • 47.317
  • 4.164
  • 47.317
# 01 Eyl 2011 11:14:59
    Yaşam Dar Ayakkabı İle Yürüme Sanatıdır.!
O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler.
Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde. Tek ayakkabı yapan
dükkanında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice
basmamı
söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın
çevresini çizdi.
O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı.
Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına
göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı.
Kapının her çalınışında koştum.
Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah-bağcıklı.
O gün onları giymedim. Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim
yeni ayakkabılarımı.
Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan,
yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin
karanlığında kim bilir kaç kez okşadım.
Uyku girmedi gözüme.
Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda
sandalyede oturuyordum ben.

Ayakkabımı babam giydirdi.

Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı.

Ama bunu babama söylemedim. O "Sıkıyor mu?" diye sordukça "Hayır"
yanıtını veriyordum. "Dar, ayağımı acıtıyor" desem, geri gidecekti
ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması
olanaksızdı.

O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm.
Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu.

Dişimi sıktım.

Topalladım.

Soranlara "Dizimi vurdum" dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını
kimseye söylemedim.

Doğrusunu isterseniz yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir.

Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş...

Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre,
kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir...

Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya
dönüşür. Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.

Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık...

Canınız yanar.

Topallaya topallaya gidersiniz.

Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu...
                    Üstün Dökmen ile küçük şeyler

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 02 Eyl 2011 02:05:48
Profesör Üstün Dökmen, "Hayvan" dergisinde,
"Yere düşen bir parça ekmeği alıp öperek ayak altından
kaldıran çok insan gördüm, ama yere düşen insanı kolundan tutup şefkatle
kaldıran pek az insan gördüm.
Çok insan gördüm yere düşen insana aldırmayan; ve bir kısım insanı da düşkün insanları tekmelerken gördüm..."
diyor ve insana saygıdaki hayvansı kusurlarımızdan söz ediyor:

- Birbirimize saygılı olma konusunda 3 tip temel kusur işlemekteyiz.

1) Avrupa'da yaşayan vatandaşımız, orada yerlere çöp atmıyor, ama
Kapıkule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya başlıyor. Niye
burada böyle yapıyorsun diye sorulduğunda, "herkes böyle yapıyor" diyor.
Kendi fikri olmayan, yani düşünce üretemeyen insanın duruma göre kişiliğine kılıf uydurmasıdır bu.

2) İkinci benzer kusurumuz, adamına göre davranışlarımıza ayar çekmektir.
Karşımızdaki adam iri yarıysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanların onuru hep aynı boydadır.

3) Üçüncü kusur, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, değilse surat asıyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasın insanlara saygılı davranmak zorundayız.
Yerdeki ekmeğe saygılı olma konusunda ülkemde tam mutabakat var; kimse gördüğü durumda çiğneyip geçmez, ayağıyla dürtüklemez. Meleklerine ve peygamberlerine insana saygılı olmayı öğütleyen Allah adına ekmeğe saygıda kusur etmeyiz.. Ekmek nimettir... Peki insan nimet değil midir?

Üstün Dökmen...

Çevrimdışı okulönceci26

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.626
  • 18.853
  • Okul Öncesi Öğrt.
  • 3.626
  • 18.853
  • Okul Öncesi Öğrt.
# 02 Eyl 2011 02:25:41
Mutlu Olmak Polyanna’cılık mı?

Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığı öylesine derinden öğrenmişiz ki, “Bu ülkede yaşanmaz” ve nihayet “Batsın bu dünya” demeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz sonuçta. Ve daha da kötüsü, iyimser birini gördüklerinde canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta “Şuna bir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın” diyorlar içlerinden. Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın öneminden söz ettiğimde en az bir kişi çıkıp “Hoca iyi de o zaman bu polyannacılık olmaz mı?” der. Bu karamsarlığa prim veren bakış tarzı beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrar bakalım:
“İyimserlik, küçük şeylerden mutlu olmak polyannacılık sayılmaz mı?
Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi “iyimserlik eşittir polyannacılık” iddiasıdır ki bu doğru değildir. İkincisi böyle söylendiğinde polyannacılığın kötü olduğunu kim söyledi?
Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık bir psiikolojik savunma mekanizmasıdır, aşırı olmadan yerinde kullanıldığı sürece, kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur, kişinin yarına kalma ihtimalini arttırır. Polyannacılık, kendini avutmak değil, bardağın dolu yanını fark etmektir.
Diyelim ki birisi bir bacağını kaybetti. Şüphesiz bu kötü bir durumdur. Ancak bu kişinin önünde iki yol uzanır:
Birinci yol, bir bacak gittiği için yaşamdan elini çekmek, sürekli üzülmek, artık hiçbir şeyden keyif almamaktır. İkinci yol ise şudur: Kişi eğer geriye dönüş yoksa, mevcut durumu kabullenir, elinde kalan bacak için sevinir, yaşamdan elini çekmez, yaşama sevincini kaybetmez. İkinci yol polyannacılıktır. Polyannacının ömrü, birinciye oranla daha kaliteli geçer.
Polyannacı tavır, Çin atasözünü hatırlatıyor. Şöyle demiş Çinli:
Tanrım, bana değişebileceğim şeyleri
değiştirme gücü ver.
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmemi sağla.
İkisini ayırt edebilmem için de akıl ver.
Değiştiremeyeceğimiz kayıplar karşısında, yaşama sevincimizi kaybetmemek polyannacılıktır. Karamsarlığa oranla da herhalde daha gerçekçi bir tavırdır.
……………………….
Üstün Dökmen

Çevrimdışı Cevahir08

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 631
  • 4.358
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 631
  • 4.358
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Eyl 2011 00:46:00
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.
İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.


Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır.
Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.

Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair garantimiz
yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.

Bu üçü varsa hayat güzeldir.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 08 Eyl 2011 12:33:32
Polyannacılık, yaşama devam edebilmek için,
gerektiğinde sıkıntılarla baş edebilme sanatıdır.
 
SABAH SABAH AĞAÇ OLMAK( Gerçek bir öykü)
 
Büyük kızım küçükken -sanırım anaokuluna gidiyordu sabahları
yatağında beş dakika otururdu, ben de karşısına otururdum.
Küçük, spontan bir oyun oynardık. Ben, bir hayvan, eşya veya
bitki rolüne girerdim, o kendisi olurdu ve karşılıklı bir drama veya
fabl diyebilecegimiz bir şey sergilerdik.
Bir sabah uyandı, oturup battaniyeye sarıldı ve "Hadi bana bir
ağaç ol" dedi. O sabah, canım sıkkındı, keyfim yoktu; son
günlerde irili ufaklı bir çok olay moralimi bozmuştu.
İçime baktım, oyun oynamak istemedigimi hissettim ve dürüstçe
bunu kızıma söylemeye karar verdim. "Canım benim" dedim
"bu sabah keyfim yok, canım sıkılıyor, ağaç olmak istemiyorum.
" Bir an durdu ve parmağını uzatarak "Baba tamam" dedi "o zaman
üzgün bir ağaç ol. " Tekrar içime baktım,neşeli bir ağaç olmak
istemiyordum, ama üzgün bir ağaç olabilirdim.
Ve üzgün ağaç oldum. Birilerinin meyvelerimi taşladığını,
insanların canımı sıktığını anlattım. Anlattıkça, hafifledim,
ferahladım. Beş dakika bittiğinde rahatlamıştım. (ifade edilen
sıkıntı, çoğunlukla bizi rahatlatır.)
 
Kıssadan hisse: Yaşamın her zerresi kutsaldır,
değerlendirilmelidir. Güzelliklerden güzellikler çıkar; ama
sıkıntılardan da güzellikler çıkarmak mümkündür.
 
Üstün Dökmen

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 08 Eyl 2011 12:38:43
Mutluluk Üzerine...
Artık hepimiz karanlıkta mumlar yakıp, yollara düştük mutluluğu aramaya.Kimimiz aşkta, kimimiz kariyerde, kimimiz tatilde...Kimimiz yogada, kimimiz meditasyonda, kimimiz NLP'de(ben de dahil) arıyoruz mutluluğu.Oysa bütün dalavere beynimizin içinde aslında.Kendi kendimizi mutsuz ediyoruz.Sonra da işin içinden çıkamıyoruz.Ruhumuzun kapılarını ''an' ı yaşama'' duygusuna kapatmışız da, bir de tutup mutluluğu aramaya kalkmışız sokak sokak...Gerekli ve gereksiz herşeyi beynimizin içinde yetiştirip; bazen boşu boşuna yer eksiltmişiz hafızamızdan...Ve hatta duyarlı olmamız gereken birçok olayı boşverip, küçük heveslere kaptırmışız kendimizi ve amaçsızca sürükleniyoruz...
Ruhum ve bedenimle gerçekten mutluluğun tadına vardığım bir gündü.Hem de beklediğim hiçbir şey olmadan...Hiçbir olay olmadan.Eski sevgilim aramadan,piyangodan para çıkmadan,herşey yolunda olmadan...Sadece yaşadığım için mutlu olduğumu hissettim.Yüzümde hafif bir tebessümle evden dışarı çıktım...Bir de ne göreyim???Koskoca bir hayal kırıklığı!!!Teker teker gördüğüm her insanın yüzüne baktım, herkesin yüzünde buruk bir ifade...Bu hayal kırıklığından sonra, bütün günüm, üzerimde negatif bir enerjinin yoğunlaşmasıyla beraber; çok buruk geçti...
Sonra eve geldim...Sabaha kadar oturup, saatlerce düşündüm.Tam da kuşluk vaktinde hızır gibi imdadıma yetişti Üstün Dökmen .Bir konferansında söylediği sözler geldi aklıma.Birine sinirlendiğimiz zaman ''benim asabımı bozma!'' deriz.Oysa yaşanan ne olursa olsun,insan kendi asabını kendi bozar...Tam olarak cümle böyle olmayabilir; ama tema buydu.
İyi ya da kötü herşey aslında bizim beynimizde filizlenip, beynimizde soluyor.Herşey bizim elimizde.Mutluluk bizim istediğimiz kadar bizi buluyor.Gerçekten, yürekten istersek yanımızda bitiveriyor aslında.Yeter ki beynimizi kontrol altında tutalım.

Çevrimdışı ertugdogan

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.608
  • 12.141
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 7.608
  • 12.141
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 08 Eyl 2011 12:46:00
Bu başlık için özellikle teşekkür ediyroum çok mutlu oldum çok yerinde bir başlık,paylaşabileceğimiz en güzel konulardan biri okudukça insan doyamıyor,lütfen Üstün Dökmenin küçük şeyler kitabını mutlaka okuyun derim,
çok selamlar

Çevrimdışı ALTAYLI3548

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 68
  • 360
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 68
  • 360
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Eyl 2011 22:23:06
 ertugdoğan öğretmenim Üstün Dökmen'in Küçük Şeyler kitabı her daim elimin altındadır.Bu kitabı okudukça sıkıntılarımın dağıldığını hissederim.Bu kitap gibi Ufak Şeyleri Dert etmeyin(Dr.Richard Carlson)de güzel.Bugünlerde de Mümin Sekman'ın kitaplarını okuyorum.(Her şey seninle güzel,Ya bir yol bul ya bir yol aç ya da yoldan çekil gibi...)Bunları neden yazdım ,hepside aynı tür kitaplar olduğu için...Sevgilerimle...
 

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 18 Eyl 2011 21:04:18
Yola çıkınca her sabah
Bulutlara selâm ver
Taşlara, kuşlara
Atlara, otlara İnsanlara selâm ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı
Bir selam da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığa,
Bir kısmı seni de sarsın.
 
Üstün DÖKMEN 

Çevrimdışı mgulen14

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.204
  • 1.702
  • 1.204
  • 1.702
# 14 Kas 2011 16:12:48
Sayın Prof. Dr. Üstün Dökmen Hoca ile ilgili bir başlık açacaktım ki sitede daha önce açılmış bir konu başlığı olduğunu görünce sevindim ancak konuya ilginin az olduğu kanısındayım.
Geçtiğimiz günlerde bir T.V programında Üstün Dökmen Hoca' yı konuk etmişler, bende takip ettim. Çok güzel konulara değindi/değinmeye çalıştı ama konuğa ayrılan süre çok kısıtlıydı ve sunucu hanım sürekli olarak hocanın sözünü keserek kısıtlı süreyi yine kendisi harcadı. Bizlere yön verecek bu tür insanların televizyonlarda ve radyolarda daha fazla yer alması bizlere katkı sağlayacaktır ancak diziler, gereksiz yarışma programları vs. daha önemli olduğu için değerli insanlara vakit ayrılmıyor.

Bir çoğumuzun  kendi çocuklarımıza veya öğrencilerimize karşı yanlış tutumumuza Üstün Dökmen Hoca'dan bir örnek.

Motoru Gaz, Çocuğu Laf Boğar
Diyelim ki direksiyona geçtiniz, anahtarı çevirdiniz, motor çalışmadı. Defalarca denemezsiniz; ya kaputu açıp bakarsınız ya da bir tamirci çağırırsınız; yani arabanın çalışmama nedenini araştırırsınız.

Eğer üst üste anahtarı çevirip gaza basarsanız, motoru gaz boğar. Bence benzer şekilde sürekli “Çalış oğlum, çalış kızım” veya “Dik dur evladım” dediğimiz zaman da çocuklarımızı laf boğuyor.

Bir reçete hastalığınızın belirtilerini gidermiyorsa, o reçeteyi yıllarca kullanmazsınız, değiştirirsiniz; en azından değiştirmeye çalışırsınız. Ancak çevremizdeki insanlara, çocuklarımıza, iş yerlerinde elemanlarımıza, pratikte işe yaramayan emirlerimizi, önerilerimizi, hayat boyunca tekrarlayıp duruyoruz. Acaba onlarla yüz göz mü oluyoruz?

Bir söz vardır, “Aç bırakma hırsız olur, çok söyleme yüzsüz olur” denir. Acaba, özellikle evlerimizdeki çocuklarımıza sürekli “Onu yap, bunu yapma” diyerek onlarla yüz göz mü oluyoruz? Acaba, giderek işitilmeyen tren seslerine mi benziyoruz?

Sokaklarımızla, evlerimizle, sürekli ağlayan, isteklerini ağlayarak ifade etmeyi alışkanlık haline getirmiş çocuklara ne yazık ki sıklıkla rastlıyoruz. Eğer çocuk isteklerini ağlayarak ifade ediyorsa veya istediği şey yapılmadığında hemen ağlamaya başlıyorsa, bu çocuğa 'şımarık' demek yanlıştır. 'şımartılmış' demek de yanlıştır. Çocuğun söz konusu davranışı, anne babanın yanlış pekiştirmesi (ödüllendirmesi) yoluyla ortaya çıkmıştır ve çocuğun sürekli ağlamasının nedeni anne baba tarafından yanlış yorumlanmaktadır. Bu çocuklar genelde sussunlar diye istedikleri yapılır; anne baba onların istediklerini yaparak susmalarını sağlamış gibi gözükür. Oysa ağladıklarında istediklerini yaparak onların ağlamalarını pekiştirmiş olurlar.

İnsanların davranışlarının nedenini araştırmak, zaman zaman olayları mantığa bürümemize yol açabilir; ancak, neden araştırmanın çoğunlukla bizi gerçeğe yaklaştıracağını, işlevsel olacağını düşünüyorum.

Çevrimdışı mgulen14

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.204
  • 1.702
  • 1.204
  • 1.702
# 14 Kas 2011 16:16:05
Çocuğa Yaşamı Elletmemek
Tanıtma-tanıma kültüründe, çocuklara yaşamı elletmeden birtakım ezbere bilgiler verilir. Biz ana babalar “Elleme” demeye bayılırız. Upuzun elleme listelerimiz vardır:

·        “Hamuru elleme.”

·        “Çamuru elleme.”

·        “İğneyi, makası elleme.”

·        “Televizyonu elleme.”

·        “Kalemi elleme, kağıdı elleme.”

·        “Prizi elleme.”

·        “Bebeği elleme.”

·        “Kediyi elleme.”

·        “Burnunun elleme.”

·        “Kuralları elleme.”

Çocuk bahçelerinde, genelde temiz giydirilmiş çocuklar görürsünüz. O üst başla çocuğun toprağı ellememesi gerekir. Toprağı hiç ellememiş, topraktaki solucanlarla tanışmamış çocuklar (ellerine bir solucan alsalar “Ay, alma o pis şeyi!” diye bağırırız) üniversiteye girme çağında tercihleri arasına ziraat mühendisliğini yazıyorlar. Oldu mu şimdi?

Kimi annelerin şöyle övündüklerini duyarsınız: “Benimki iki yaşında, maşallah pek akıllı; misafirliğe gezmeye gideriz, hiçbir şeyi ellemez. Yavrum öyle uslu uslu oturur.” Bence bu tavır insan haklarına aykırı. Evlerimiz züccaciyeci dükkânı gibidir; özellikle misafir gelmeden önce çekmecelerden bütün bibloları kristalleri çıkarıp sehpaları donatırız. Bunlar, o yaştaki bir çocuk için inanılmaz ilginç şeylerdir, ellemek, yeni uyarıcılarla tanışmak ister.

 

Emekleme döneminde çocuklar, yerde ne bulsalar ağızlarına alırlar. Bunu aptal oldukları için değil, dünyanın tadına bakmak, dünyayla tanışmak için yaparlar. Görmek, dokunmak yetmez, bir de tadına bakarak tanışmayı tamamlamak ister. Bizler çocukların yaşamı ellemelerini engellediğimiz zaman, nesnelerle, insanlarla tanışmamış bir insan yetiştirmiş oluruz.

Çocuklarımızın yaşamı ellemelerinden korkuyoruz, bu yüzden onlara yasaklar getiriyoruz. Peki biz yetişkinler nasılız? Galiba hepimiz zaman zaman yaşamda bir şeylerden korkuyoruz. Kimimiz, uysal olsalar bile kedileri, köpekleri elleyemeyiz.

Bazılarımız, bu hayvanları kalbimizle sever, gözümüzle okşarız ama elimizle sevemeyiz. Bazılarımız toprağa oturamayız, bir örtü serilse bile oturamayız; börtü böcek var diye kırlara bile gidemeyiz. Gittiğimiz zaman da âdeta görünmeyen böceklerin manevi saldırısına uğrar, soyut kaşıntılara tutuluruz.

Ddüşünce-davranış, bir bütündür. Düşündüğümüz gibi konuşuruz ama aynı zamanda konuştuğumuz gibi de düşünmeye başlarız.

Çocuklara yaşamı elletelim; güçlü olalım; yanı sıra ötekiyle de tanışalım.

Oğlunuz Cam Kırarsa

Diyelim ki üç oğlan çocuğu top oynarken bakkalın camını kırdılar; ikisi hemen kaçtı, üçüncüsü kaçmadı/kaçamadı, olayı üstlendi. Alışılagelmiş baba tavrı şudur: Baba bakkala camın parasını öder, eve gelir, oğlana olayın nasıl olduğunu sormaz ve bir tokat atıp “Bir daha cam kırdığını görmeyeyim” der. Evlerimizde yaygın olarak sergilenen bu senaryoda ne var? Dayak var, yanlış bir ahlâk eğitimi anlayışı var; zulüm var. Baba hak etmediği halde para ödeyerek, bakkal zahmete girerek, çocuk da tokat yiyerek zarara uğradılar.

Baba, “Şimdi bu tokadı yedi, dersini aldı; artık dikkatli olur” diye düşünür. Bence bu çocuk alması gereken dersi almadı. Çocuk, “Ben bu tokadı niçin yedim?” diye düşündü diyelim. Niçin yemiş olabilir? 'Camı kırdığı için', 'Babası masrafa girdiği için', bir de şunun için yemiş olabilir: Yakalandığı için. “Biz bu camı üç çocuk kırdık; diğer ikisi akıllı davrandı, - çağdaş (!) davrandı – hemen kaçtı. Ben dürüst davrandım, kaçmadım, bakkala kırdığımı söyledim, sonuçta da tokadı yedim. Bir daha ben de arkadaşlarım gibi davranırsam, tokat filan yemem.”

Bu örnekte, çocukta vicdan gelişmedi, ahlâk gelişmedi, bakkalla empati kurmadı. Bütün bunların yanı sıra çocuk, gelecekte cam kırdığında, olayın sorumluluğunu üstlenmek yerine üçkâğıtçılığı tercih edecektir.

Yaşamı yeterince ellemeden ona yerleşemeyiz; yaşamı ezbere öğrenmeye çalışanlar yaşama eğreti yerleşirler.

Çevrimdışı @kurtuluş@

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 684
  • 886
  • 684
  • 886
# 14 Kas 2011 17:11:43
- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?

"Yere düşen ekmeğin üzerine basan insan görmedim ama yere düşen insanı tekmeleyen çok kişi gördüm".

  Prof.Dr.Üstün Dökmen

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 16 Kas 2011 13:34:21
Eğer bir gün,
yüzünün renginden ötürü
çıkarsan mahkemeye,
'vallahi kalıtımdan oldu' diye
korkma, ben sana tanıklık ederim.
 
İnsanların,
yüzlerinin ve gözlerinin rengi
başka başka da olsa,
gözyaşlarının rengi hep aynıdır.
 
Ne bir kelimede anlaştılar,
ne aynı avuçtan su paylaştılar.
Yalnızca gözyaşında,
bir de kahkahada buluştular.
 
Yer tanık olsun, gök tanık olsun,
Bütün doğmuşlarla ve doğacaklarla
tanışmak mümkün.
Akıllarda ve yüreklerde göz göze geldik bugün.
Bin yıl önceden bana selam söylediler;
Bin yıl önceki anneler, annemden az mı sevdiler?
 
 
                                           Üstün Dökmen

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 16 Kas 2011 13:35:50
ÇOCUKLAR YARA BANDI DEĞİLDİR
 
Bazı anne babaların çocuklarına, kendi yapamadıklarını yaptırmak istediğini ifade eden Dökmen, “doktor olmak isteyen, ama hayalini gerçekleştiremeyen bir hanımefendi, bunun içinde kalan bir yara olduğunu, bu nedenle 3-4 yaşındaki kızını doktor yapmaya karar verdiğini anlattı. Oysa çocuklarımız, yara bandı değildir. Onları kendi istediğimiz mesleklere yönlendirerek, 'oh yarama merhem sürüldü' demek doğru değil” diye konuştu.
Çocukluğundan beri basın-yayın bölümünde okumak isteyen bir gencin yüksek puan alması üzerine, ‘puanın ziyan olmasın, hukuk ya da işletmeye gir’ diye yönlendirildiğini anlatan Dökmen şunları kaydetti:
”Puan ziyan olmasın diye bir bölüme girmek çocuğun tüm hayatının ziyan olması demektir. Ekmek parası için avukatlık, doktorluk, muhasebecilik yapan, ancak kalbinde müzik, resim, dans olan birçok insan var. 'Şu mesleği tercih edersen aç kalırsın' diyorlar, ama istemediği mesleğe girenin duyguları aç kalıyor.”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK