Çocuğa Yaşamı Elletmemek
Tanıtma-tanıma kültüründe, çocuklara yaşamı elletmeden birtakım ezbere bilgiler verilir. Biz ana babalar “Elleme” demeye bayılırız. Upuzun elleme listelerimiz vardır:
· “Hamuru elleme.”
· “Çamuru elleme.”
· “İğneyi, makası elleme.”
· “Televizyonu elleme.”
· “Kalemi elleme, kağıdı elleme.”
· “Prizi elleme.”
· “Bebeği elleme.”
· “Kediyi elleme.”
· “Burnunun elleme.”
· “Kuralları elleme.”
Çocuk bahçelerinde, genelde temiz giydirilmiş çocuklar görürsünüz. O üst başla çocuğun toprağı ellememesi gerekir. Toprağı hiç ellememiş, topraktaki solucanlarla tanışmamış çocuklar (ellerine bir solucan alsalar “Ay, alma o pis şeyi!” diye bağırırız) üniversiteye girme çağında tercihleri arasına ziraat mühendisliğini yazıyorlar. Oldu mu şimdi?
Kimi annelerin şöyle övündüklerini duyarsınız: “Benimki iki yaşında, maşallah pek akıllı; misafirliğe gezmeye gideriz, hiçbir şeyi ellemez. Yavrum öyle uslu uslu oturur.” Bence bu tavır insan haklarına aykırı. Evlerimiz züccaciyeci dükkânı gibidir; özellikle misafir gelmeden önce çekmecelerden bütün bibloları kristalleri çıkarıp sehpaları donatırız. Bunlar, o yaştaki bir çocuk için inanılmaz ilginç şeylerdir, ellemek, yeni uyarıcılarla tanışmak ister.
Emekleme döneminde çocuklar, yerde ne bulsalar ağızlarına alırlar. Bunu aptal oldukları için değil, dünyanın tadına bakmak, dünyayla tanışmak için yaparlar. Görmek, dokunmak yetmez, bir de tadına bakarak tanışmayı tamamlamak ister. Bizler çocukların yaşamı ellemelerini engellediğimiz zaman, nesnelerle, insanlarla tanışmamış bir insan yetiştirmiş oluruz.
Çocuklarımızın yaşamı ellemelerinden korkuyoruz, bu yüzden onlara yasaklar getiriyoruz. Peki biz yetişkinler nasılız? Galiba hepimiz zaman zaman yaşamda bir şeylerden korkuyoruz. Kimimiz, uysal olsalar bile kedileri, köpekleri elleyemeyiz.
Bazılarımız, bu hayvanları kalbimizle sever, gözümüzle okşarız ama elimizle sevemeyiz. Bazılarımız toprağa oturamayız, bir örtü serilse bile oturamayız; börtü böcek var diye kırlara bile gidemeyiz. Gittiğimiz zaman da âdeta görünmeyen böceklerin manevi saldırısına uğrar, soyut kaşıntılara tutuluruz.
Ddüşünce-davranış, bir bütündür. Düşündüğümüz gibi konuşuruz ama aynı zamanda konuştuğumuz gibi de düşünmeye başlarız.
Çocuklara yaşamı elletelim; güçlü olalım; yanı sıra ötekiyle de tanışalım.
Oğlunuz Cam Kırarsa
Diyelim ki üç oğlan çocuğu top oynarken bakkalın camını kırdılar; ikisi hemen kaçtı, üçüncüsü kaçmadı/kaçamadı, olayı üstlendi. Alışılagelmiş baba tavrı şudur: Baba bakkala camın parasını öder, eve gelir, oğlana olayın nasıl olduğunu sormaz ve bir tokat atıp “Bir daha cam kırdığını görmeyeyim” der. Evlerimizde yaygın olarak sergilenen bu senaryoda ne var? Dayak var, yanlış bir ahlâk eğitimi anlayışı var; zulüm var. Baba hak etmediği halde para ödeyerek, bakkal zahmete girerek, çocuk da tokat yiyerek zarara uğradılar.
Baba, “Şimdi bu tokadı yedi, dersini aldı; artık dikkatli olur” diye düşünür. Bence bu çocuk alması gereken dersi almadı. Çocuk, “Ben bu tokadı niçin yedim?” diye düşündü diyelim. Niçin yemiş olabilir? 'Camı kırdığı için', 'Babası masrafa girdiği için', bir de şunun için yemiş olabilir: Yakalandığı için. “Biz bu camı üç çocuk kırdık; diğer ikisi akıllı davrandı, - çağdaş (!) davrandı – hemen kaçtı. Ben dürüst davrandım, kaçmadım, bakkala kırdığımı söyledim, sonuçta da tokadı yedim. Bir daha ben de arkadaşlarım gibi davranırsam, tokat filan yemem.”
Bu örnekte, çocukta vicdan gelişmedi, ahlâk gelişmedi, bakkalla empati kurmadı. Bütün bunların yanı sıra çocuk, gelecekte cam kırdığında, olayın sorumluluğunu üstlenmek yerine üçkâğıtçılığı tercih edecektir.
Yaşamı yeterince ellemeden ona yerleşemeyiz; yaşamı ezbere öğrenmeye çalışanlar yaşama eğreti yerleşirler.