Ramazan Güzeldir...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 04 Eki 2007 11:34:47
Bildiğiniz üzere UNESCO 2007 yılını Mevlana yılı olarak ilan etti. Ancak güzel ülkemizin gerçek değeri olan Mevlana’yı ne kadar tanıyoruz. Kimdir nerde doğdu ne iş yaptı, eğitimi kısacası hayat hikâyesi nedir biliyor muyuz? Genç kuşakların özellikle medyada uğradıkları kültür baskısı altında kendi değerlerinden biri olan Mevlana’ya ilgisi ve bilgisini artırmak bakımından kendisini daha iyi tanıtmak açısından hayatını özetleyerek aşağıda vermeye çalıştık.
Derin bir tasavvuf bilgisine ve engin bir dünya görüşüne sahip olan Mevlana Celâleddin-i Rumi özellikle hoşgörülü olduğu ve hoşgörü öğretisini çevresine yaydığı için bu yıl kendine ayrılmıştır.
Ancak bence savaşların ve katliamların kol gezdiği dünyamızda onun savunduğu düşünceler insanlara daha iyi ve geniş ölçüde anlatılsa dünyanın daha yaşanılır hale geleceğine inanıyorum.
Mevlana’nın kör bir din bağnazı ya da sadece radikal bir İslam düşüncesine sahip birisi olmadığını aynı zamanda felsefe, bilim, sosyolojik araştırmalar gibi konularda da derin bilgi sahibi olduğunu kendi yaşam hikayesinden ve yazdığı binlerce eserden anlıyoruz.
İşte Mevlana’nın yaşam hikayesi.
30 Eylül 1207’de Horasan Ülkesi’nin Belh şehrinde doğdu Babası dahi "Bilginlerin Sultânı" Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı. Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

Bu sözlerin açılımı binlerce kitaba sığmayacak kadar derin ve anlamlı değilmidir?

Çevrimdışı sevde5

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.377
  • 6.716
  • 2.377
  • 6.716
# 04 Eki 2007 12:28:53
konyaya herkesin gitmesini isterim Mevlanayı bir kez görün.orda dikkatimi çeken talebelerin yetişme şekli.


Mevlevîlikte "CAN" tabir edilen dervişlerin çile çekme süreleri 1001 gündü. Dervişlerin 1001 günlük çile süresi içerisinde, "ERBAİN" denilen 40 günlük süresi içerisinde az yemek yemeleri, az su içmeleri ve az uyku uyumaları gerekmekte İdi.
Mevlevîlikte "CAN" tabir edilen dervişlerin çile çekme süreleri 1001 gündü. Dervişlerin 1001 günlük çile süresi içerisinde, "ERBAİN" denilen 40 günlük süresi içerisinde az yemek yemeleri, az su içmeleri ve az uyku uyumaları gerekmekte İdi.         

40 günlük süre içerisinde dervişler uzanıp yatarak uyuyamazlardı. Bunun yerine sivri ucunu yere koyup, yukarı kısmındaki kavisli yerine çenesinin altını dayayarak, kısa bir müddet uyuklayarak uykusuzluklarını gidermeleri (kestirmesi) için, "dayanılacak alet, yardımcı ve yardım eden manalarına gelen", "Müttekâ veya Muîn" denilen bastonlar yapılmıştır. Derviş Müttekâların sivri ucunu yere koyar, yukarı kısımdaki kavisli yere çenesinin altını dayayarak kısa bir müddet uyurlar (kestirir) dı.

benim en çok dikkatimi çeken şey olmuştu.bir değnek ve onun üzerine çenelerini dayayarak kestirmeleri.

 


 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK