Şu Çılgın Türkler Hakkında

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
30 Haz 2012 19:49:12
Şu Çılgın Türkler Hakkında

Hayırlı günler dilerim.

Şu Çılgın Türkler isimli kitabı uzun zamandır okumak istememe rağmen fırsatım olmamıştı.
Yakın zamanda okuduğum kitap hayal kırıklığı yaşamama sebep oldu.

Kitap "Tarihi kazananlar yazar" mantığıyla yazılmış.
Mustafa Kemal Atatürk'e muhalefet eden hiç kimsenin görüşlerine yer verilmemiş.
Bu nedenle objektif bir çalışma olmadığı inancındayım.

Kitabın "Sonsöz" bölümünde şu cümleler yer almaktadır:

Bug‚ün Türk gençliği biri ötekine benzemeyen iki tarihe inanıyor:
Biri bu romanın esas aldığı, sağlıklı ve dürüst belgelere dayalı, hepimize gurur veren gerçek tarih...
Öteki Cumhuriyeti yıkmak için çabalayanların uydurdukları, yalanlarla dolanlarla dolu, sahte tarih.
Bir sü‚re önce söyleyip yazdıkları kimi gülünç, kimi insanı utandıran yalanları toplayıp gerçekleri belgelerle açıklayan bir kitap yazmıştım: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele.
Cevap veremediler. Gazete ve dergilerde bu tür yalanların da arkası kesildi.
Çünkü‚ belgelere, kanıtlara, ciddi tanıklara karşı yalanı savunmak mümkün değildir.
Ama kulaklarınıza yalan fısıldamaya devam edenler varsa, var olduklarını sanıyorum, adını verdiğim kitaba bir göz atmanızı ve doğruyu öğrenmenizi dilerim.
Yalanın yoldaşı ve savunucusu olmayın.

Yazarın "sahte tarih" diye tanımladığı tarihte belgelere dayalı olarak yazılmaktadır.
Yazar kendi yazdıklarının gerçek, başkalarının yazdıklarının yalan olduğunu söylemekle en hafif ifade ile ukalalık yapmaktadır.

Mümkün olduğu kadar OBJEKTİF bir tarih anlayışını yaygınlaştırmak için, kitapta anlatılan dönemle ilgili kitapta yer almayan bazı BELGELERİ paylaşmak istiyorum.

Öncelikle OBJEKTİF olmak ifadesi ile ne anlatmak istediğimi belirtmek için bir örnek vermek istiyorum.

Atatürk'ün Nutuk isimli eserinin
Halk partisinin kuruluş çalışmaları, Lozan Barış Antlaşması ve müteakip gelişmeler
başlıklı bölümünün
Nurettin Paşa'nın ve babası Mareşal İbrahim Paşa'nın Meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne dereceye kadar rol oynadıkları konusundaki hatıralarım
alt başlığında yer alan ifadeler:

... Efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye'ye sürüldüm.

Şimdi de Atatürk'ün kendisini Suriye'ye sürdüğünü belirttiği Sultan II. Abdulhamid'in hatıralarında Mustafa Kemal hakkında yazılanlara bakalım.
(Hatıralar İsmet Bozdağ tarafından yayınlanmıştır.)

... Hayatımın en karanlık günlerini bu devrede yaşadım.
Hakikaten gazeteler, Çanakkale'de düşmanın durdurulduğunu, büyük zayiata uğratıldığını yazıyorlardı.
Ben bir türlü bu haberlere inanamıyordum.
Fakat İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale Boğazı'nı zorladığı ve giremediği bir hakikatti.
Çıkartma yapmaya muvaffak olmuş, ama ordumuzun karşısında mıhlanıp kalmıştı.
Her vasıta ile cepheden haber almaya çalışıyordum.
Muhafız Kumandanı Asım beyi sık sık Saray'a göndererek sahih malûmat almak için çırpmıyordum.
İşte bu sırada, rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı.
Düşman, tasını tarağını toplamış, askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti.
Bu büyük zaferi, Mustafa Kemal bey adında bir miralay (albay) kazanmış!.. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun!

Uzun bir müddet sonra oğlum Âbit Efendi, benimle konuşurken, bu Mustafa Kemal beyle tanıştığını söyledi.
Sonradan paşa olmuş... Hem de burada Beylerbeyi sarayında tanışmışlar! teaccüp ettim.
(Şaştım;. «Burada ne arıyormuş?» dedim, «Yüzbaşı Salih bey (Bozok) arkadaşı...» cevabını verdi.
Ara sıra arkadaşını görmeye geliyormuş, Âbit efendi ile de bu münasebetle dost olmuşlar!..
Hatta Mustafa Kemal Paşa, kendisine iki ceylân yavrusu hediye etmiş...

Bundan memnun oldum. Devletimin yüzünü ağartmış bir Paşa'nın Âbit efendiye yakınlık göstermesi, bir şahsiyeti olduğunu anlatıyordu.
Oğluma, münasip bir mukabelede bulunmasını hatırlattım.
Biraz vakti hâlim olsa, «Bir Altın saat» diyecektim ama, dedikodusundan çekindiğim hem oldukça müzayeka (geçim sıkıntısı) içinde olduğum için bir şey söylemedim.
— Bir daha arkadaşına gelecek olursa, haber ver, ben de göreyim, demekle iktifa ettim.

Gerçekten bir defa daha gelmiş, bana haber verdiler.
Sırtında bir pelerin vardı ve arkadaşına veda ediyordu.
Uzaktan yüzünü iyice seçemedim ama, sıradan askerlere benzemiyordu; tehlikeli bir sükûneti vardı.
Enver Paşa'nın kendisinden niçin çekindiğini o zaman anladım.
Bunu, Talât Paşa tutuyormuş!.. Bunlar küçük şeyler!..

Çanakkale'de İngiltere, Fransa gibi iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu, yüzgeri ettirdi ya, bana lâzım olan odur !
Muvaffakiyeti için dua ettim.

Sultan II. Abdulhamid'in ifadelerinden bu olayın Çanakkale Savaşından sonra (muhtemelen 1916 yılı) İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'nda göz hapsinde olduğu dönemde geçtiği anlaşılıyor.

OBJEKTİF tarih anlayışını yaygınlaştırmak için yaptığım derlemeleri paylaşmaya devam edeceğim.

Not : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] linkinden bir cümle :
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5.Ordu'ya staja gönderildi.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 01 Tem 2012 18:04:09
Şu Çılgın Türkler

 (Turgut Özakman)

Kitabın Adı :  Şu Çılgın Türkler
Kitabın Yazar :  Turgut Özakman

KİTABIN ÖZETİ

Bu şahane kitap 20. yy.ın sömürgecilerine karşı bir ulusun verdiği onur mücadelesini anlatıyor. Bu topraklarda geçen, hiçbir satırı kurmaca taşımayan; tamamı Türk, Yunan, İngiliz devletleriyle uluslararası kurulların raporlarında, yerli/yabancı gazetelerde ve o günleri yaşamış insanların belleklerinde/anı kitaplarında belgelenen olaylar… Sadece belgelere atıfta bulunan dipnotlar kırk yedi sayfa sürüyor! Bu coğrafyayı,tarihi, bu Anadolu’yu bilmeyen yabancı bir göz okuduğunda yazar fazla abartmış diyebilir, yaşananlar öyle olağanüstü.

Yazar önce Mondros Mütarekesi’yle II nci İnönü savaşı arasında geçen dönemi özetliyor. Peşinden altıyüzelli sayfalık bir destan. Sanki elinde kamera varmış gibi bir Türk tarafına, bir Yunan tarafına; bir İstanbul’a, bir İngiltere’ye odaklıyor bakışlarını (Belki bu akış şekli kimi okuru rahatsız edebilir) . Ve bu ahlaksız işgale dağıyla, çiçeğiyle, insanıyla, hayvanıyla; canlı-cansız bütün varlığıyla topyekün direnen Anadolu’yu anlatıyor. Adını hiç duymadığımız, ama biz bilmesek de bu temele kanını harç yapmış,kefenine sarınıp ta işgalcinin
karşısına dikilmiş, kim bilir hangi gelinciğe kök olmuş binlerce insan… Adım adım, gün gün izliyoruz bu büyük mücadeleyi.


 

Gelelim romanın kahramanlarına: Osmanlı’nın imzaladığı Sevr antlaşmasıyla yurdu parçalanmış, toprakları santim santim satılmış; sal-tanat koltuğu uğruna sömürgecilere peşkeş çekilmiş bir halk var. Ama her şeye rağmen bu halkın küllerinden yeniden doğmasını sağ-layan biri, dönemin Britanya Başbakanı, Lloyd George’un istifa etmeden kısa süre önce “… yüz yıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahiyi bu yüz yılda Türk milleti yetiştirdi… Mustafa Kemal Paşa’ya yenildik.” demesine sebep olan biri, Gazi…Ve bu zaferi Atatürk’le birlikte var eden İsmet Paşa, diğer komutanlar,erler, akıncılar, vekiller, köylüler, direnişe yardım için ayağındaki tek çorabı yıkayıp veren Deli Battal gibiler, kağnılarıyla cephane taşırken yolda ölen ya da doğuran Elifler, yaşadığı rahat hayatı bırakıp cephede gönüllü hemşire olan Nesrinler… Yani etiyle kemiğiyle, onurlu, namuslu, dürüst “Büyük İnsanlık”…Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Savaştan galip çıkan devletlerin kuklası olan ve iktidardakilerin hırsı yüzünden gözünü Anadolu toprağı bürümüş Yunanistan. İnsanlık tarihine büyük katkıları olan bir uygarlığın şimdiki torunları. Büyük Yunanistan hayalinin peşinde Anadolu’ya gelip “ Büyük Felaket”i yaşayanlar. Kimisi vahşi kimisi insan, kahraman da var aralarında korkak ta… Vatanlarından deniz milleri, kara milleri uzakta çarpışan, bir zavallı hayalin uğruna heder olan Yunan gençleri. Ve bu iki halkı birbirine kırdıran emperyalist devletler. En başta İngiltere. Tam Sevr antlaşmasını imzalatmışken huzurunu kaçıran “Kemal’in Askerleri”ne elini ateşe sokmadan tokat atmak isteyen, asıl büyük derdi sömürgesindeki Müslüman halkların bu savaşın etkisiyle uyanacağı ve “Üzerine Güneş Batmayan İmparatorluk”un parçalanacağı endişesi olan İngilizler. Fakir ve geri kalmış Doğu’nun önünde uygar(!) ve zengin Batı’nın en büyük temsilcisi. İnsanların ölmesi umurlarında bile değil.

Bu sebeple –dengeler Türkler’in lehine değişene kadar- Yunanistan’a pek çok araç ve gereç satıyorlar, el altından silah ve cephane veriyorlar. Fransa, İtalya, Rusya … Hepsi bu büyük oyunun içinde az veya çok yer alıyorlar. Sonra hainler… Başta Vahdettin ve sadrazam(lar) olmak üzere işgalcilerden medet uman aciz yönetim kadrosu. Bir ham hayal uğruna doksan bin Anadolu gencini Sarıkamış’ta kırdırdığı yetmiyormuş gibi mücadelenin en kritik yerinde Anadolu’ya geçip iktidar olma hevesindeki Enver Paşa ve onun Meclis’teki yardakçıları. Basındaki İngiliz ve Yunan işbirlikçileri. En zorlu zamanlarda isyana kalkışan Delibaş Mehmetler, Çerkez Ethemler. Halkın içindekiler: Kasabalarını, Kuvvacıları, onurlarını satan eşraf, yerel yöneticiler, bazı din adamları… Asker kaçakları… Altmış bin kişilik ordunun otuz bini bazı işbirlikçilerin, mandacıların, teslimiyetçilerin söylediklerine kanıp, kandırılıp silahlarıyla birlikte askerden kaçıyor. Düşman o esnada yüz yirmi bin kişi! 1911’den beri dört bir tarafta durmaksızın savaşan halkın içinden çıkan, direnişe inanmayan, bu savaşın diğerlerinden farklı olduğunu anlayamayan bu kaçaklara üzülmek mi lazım, öfkelenmek mi?

İşte Turgut Özakman bu romanda insanların, insanlığın hikayesini anlatıyor bize. Onun elli küsur yıllık emeğinin sonucundan bir kaç sayfada bahsedip geçmek mümkün değil aslında. Haddim olmayarak bunu yapmak ve sizlerle paylaşmak istedim. Artık ülkedeki siyasal düşünce tarzının tam teslimiyete dönüştüğü günümüzde, tam bağımsızlıktan başka bir istekleri olmayan bu insanlara ve onların destanını yazarak onlara en güzel anmayı yapan yazara bu sayfada şapka çıkartmak. Niyetim bu. Kitabın kalınlığına aldanıp okumaya gözü korkanlara bayağı magazinlerden, ucuz sitkomlardan, pespaye dizilerden uzakta, hüzünlü, acılı ama çok etkileyici birkaç saat vaat eden bu destanı mutlaka okuyun. Pek çok şeyin günümüzde yaşadıklarımıza ne kadar benzediğini görüp üzüleceksiniz ama ayırdığınız zamana değecek. Peşinden de Nazım’dan “23” centlik askere dair ile Kuvay-i Milliye destanını okursanız kendiniz için çok güzel işler yapmış olarak günü kapatacaksınız…

YAZARIN HAYATI

Turgut Özakman, 1930′da Ankara’da doğdu. Ankara Üniv. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü’ne devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu’na  girdi. TRT’de Merkez Program Daire başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve 1983-1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı. 1988-1994 arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu’nda üyelik ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Evli. Üç çocuğu, üç torunu var. 28 Eylül 1998′de, ‘üstün hizmetleri dolayısıyla’ Anadolu Üniversitesi’nce ‘fahri doktor’ unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2002 Nisanında Eskişehir Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya ‘Turgut Özakman Sahnesi’ adını verdi.

KİTAP HAKKINDAKİ ELEŞTİRİLER

Kitaba olan ilgi alaka en üst düzeyde. Kitap şu an yaklaşık 140 baskı yaptı ve 300.000′den fazla satmış durumda. Aslında kitap için yapılan eleştiriler genelde oldukça müspet ve duygu yüklü! Bu yüzden o tür eleştirilere hiç değinmeyeceğim! Kitap üzerinde yapılan birtakım polemikler var ben esas onlar üzerinde durmak istiyorum!


1- Kitabın bazı güç odaklarınca(derin devlet ya da Genelkurmay tarafından) ısmarlama olarak yazdırıldığı polemiği. Bana göre ister ısmarlama ister kendiliğinden yazılmış olsun bunun hiç önemi olmadığını düşünüyorum. Kim ne niyetle ısmarlamış olursa olsun helal olsun diye düşünmekteyim. İyi ki ısmarlamışlar Turgut Özakman’da iyi ki yazmış bu şaheseri. Bu konunda bence hiç önemi yok!

2- Atatürk’ün ilahlaştırma çabalarında son mertebe olması polemiği. Aslına bakılırsa bu polemik azıcık haklı gibi görünsede şahsi kanaatim 20.yy’ın dahisi bir devlet adamı, lider, asker olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu övgüyü hak ediyor. O ve silah
arkadaşlarının öngörülemez mantık ve taktikleri yokluk içerisinde o savaşlar kazanılmıştır.

3- Mehmet Akif Ersoy ve İstiklâl Marşımızdan hemen hemen hiç bahsedilmemesi polemiği. Benim tek katıldığım eksiklikte bu. Kitapta İstiklâl Marşımızın kabulü hiç bahsedilmemiş, Mehmet Akif Ersoy’dan ise tek pasajla bahsedilip geçilmiştir. Bunun neden olduğunu da hiç anlayamadım. Unutulmuş mu, atlanmış mı bilemem ama kitabın tek eksiği bu! İnşaallah gözden geçirilecek yeni baskılarda bu eksiklik giderilir ya da bu konuyla ilgili yeni bir destan yazılır.

4- Kitabın tarih kitabı olarak lanse edilmesine rağmen roman oluşunun gözardı edilmesi polemiği. Doğru bu kitap bir tarih kitabı değil. Yazarı roman olarak tanımlamış. Aslında romandan çok bir anılar almanağı. Yine doğru bir tespitte roman ya da benzeri edebi metinlerden tarih öğrenilemeyeceği! Ancak bana göre bunun iki istisnası var! a- Kilit-Anahtar-Kapı-Konak-Çatı-Üçler Yediler Kırklar-Bu Atlı Geçide Gider-Geçitteki Ülke-Darağacı-Gecevakti Gündönümü-Sabır-Ebemkuşağı’ndan oluşan Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun 12 ciltlik dev eseri ve Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler isimli şaheseri. Bu kitaplardan bal gibi tarihte öğreniyoruz.

KİTAPTAN BAZI BÖLÜMLER

“Sabah İstanbullular, Kızılay’ın çağrısına
uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde sıraya girdi. İleri gazetesinin dar
idarehanesine sığmayanların büyük kısmı, dışarıda kalmıştı.
Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi
göründü. Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal askerlerine, her zaman
kenara çekilerek yol veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile
kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın arasından geçmeyi göze alamadı, yola
inerek geçip gitti.
İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz
idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış
miktarını yazıyordu.
‘Kahveci Ali, 100 kuruş.’
‘Eskici Yusuf, 50 kuruş.’
‘Hallaç Asım, 75 kuruş.’
‘Bakkal Ahmet, 100 kuruş.’
‘Terlikçi Adem, 200 kuruş.’
Sırada, küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir
önceki bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret
etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın
üzerine bıraktı:
‘Hasan, 5 kuruş.’
Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri
doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına
saklayarak gürültü ile burnunu sildi.”

“Yetmiş beş kağnılık bir kağnı kolu
İnebolu-İkiçay’dan yola çıkmak üzere idi. Zafer Kemal ‘Uğurlar olsun anam!’diye
seslendi.
Kolbaşı, ‘Sağ ol oğul’ dedi,
elindeki sopayla öküzünü dürttü.Kağnılar tekerleri inleyerek kımıldayıp
yürüdüler. Kağnıcıların hepsi kadındı. Yalnız üçüncü kağnıyı on iki yaşında bir
erkek çocuk yediyordu. Kadınlardan biri hamile idi. Yedinci kağnının yanında
yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı. Bazı kadınlar bebeklerini
torbalayıp sırtlarına bağlamıştı.
Genç subaylardan biri içi ürpererek,
‘Ne mübarek kadınlar bunlar’ dedi. Öyleydiler. Yavrularına yiyecek taşıyan anaç
kuşlar gibi orduyu besliyorlardı.
Kağnı kolu gacırdaya gacırdaya
uzaklaşıp gitti.”

“Ela gözlü bir genç kadın usulca Kara
Fatma’ nın yanına sokuldu,alçak bir sesle,”Aradığım iti sonunda buldum abla”dedi.Kara
Fatma da fısıltıyla sordu:
‘Hangisi?’
‘Ateşin yanında duran.’
Ateşin yanında esmer,kıvırcık saçlı,dolgun
dudaklı bir çeteci duruyordu.Kara Fatma’nın bakışından huylanıp başın öne eğerek
suratını saklamaya çalıştı.
‘Komutan diri isterim dediydi.’
‘Öldürmeyeceğim.’
‘Peki öyleyse.’
Ela gözlü kadın ilerlerdi, tüfeğinin
namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu:
‘Kaldır başını!’
Erkek başını doğrulttu.
‘Bana bak!’
Erkek baktı.
‘Tanıdın mı beni?’
Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir
sesle ‘Affet’ dedi.
Kadın bir adım geri çekildi. Olacağı sezen
kadınlar ve çeteciler nefeslerini tuttular. Erkeğin apış arasına ardarda iki el
ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla
sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önünde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela
gözlü kadın Kara Fatma’ya minnetle baktı:
‘Sağol abla. Belki artık rahat
uyuyabilirim.’
‘Tamam kızım.’ ”

“Bunları konuşurlarken birden odanın
kapısı ardına kadar açıldı. Kapının çerçevesi içinde Emirdağ’ın delisi Battal
belirdi.
Bağırdı:
‘Selamünaleyküm!’
Kaymakam öfkelendi:
‘Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık
dışarı!’
‘Kızma beyim, biliyorum, onun için
geldim. Duydum ki Kemal’in askeri çıplakmış. Allah şahidimdir üzerimdekinden
başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir.’
Yaklaşıp masanın üzerine bir çift
ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp odanın ortasında bıraktı.:
‘Aha bunlarda çarıklarım. Haydi
kolay gelsin!’
Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp
çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.
Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki.
Kaymakam, ‘Halktan kuşkulandığımız için tövbe edelim beyler..’ dedi,’..Deli
Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak
demektir.Hızlanalım.’ ”

” ‘Ağlaşmayı kesin, sıhhiye geldiiii!’
Tedavi yöntemleri çok basitti. Tabanı
kabaranlara biri süvari çizmesi giydiriyor, öteki sırtına binip bağırıyordu:

‘Zıpla!’
Asker zıplayıpta yere basınca, taban derisi
patlayıp anında ete kaynıyıveriyordu.”

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 01 Tem 2012 18:56:19
Hayırlı günler dilerim.

Kitabın "Sonsöz" bölümünde şu cümleler yer almaktadır:

İstiklal Savaşı, dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni, çağdaş bir devlet kurmayı başaran atalarınızla gurur duyun, şehit ve gazi atalarınızın onurunu yalancılara çiğnetmeyin.

İstiklal savaşı ile ilgili iki kişiden duyduğum şu sözler her zaman aklımı kurcalamıştır:

1) Lise yıllarımızda tarih öğretmenimizin söylediği cümle :
- Kurtuluş savaşı mı yoksa kurtulamayışın savaşı mı?

Emperyalizm sınırları OBJEKTİF olarak belirlenebilen bir kavram değildir.
Yurt dışında açılan Türk okulları için bile emperyalist bir faaliyet tanımlaması yapılabilmektedir.
Sınırları bu kadar geniş bir kavram söz konusu olunca, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasında Misak-ı Milli kararlarının tamamına uyulmadığı için Türkiye'nin MASADA emperyalist ülkelere yenildiğini söylemekte mümkün olmaktadır.
Bu durum dikkate alındığında kurulan devletin hiç bir dönemi için emperyalist baskılardan kurtulmuş olduğunu söylemek mümkün olmuyor.

Öğretmenimizin ifade etmeye çalıştığı gibi, yapılan bir kurtuluş savaşı mıdır yoksa kurtulamayışın savaşı mıdır?

2) Emekli bir albayın söylediği cümle :
- Türk tarihinde hiç bir zaman bir kurtuluş savaşı olmamıştır.

İlk anda bu cümleyi anlamak mümkün olmuyor. Emekli albay düşüncesini şu sözlerle açıkladı:
- Kurtuluş savaşları, sivil halkın topyekün savaşını tanımlamak için kullanılır.
Türk kurtuluş savaşı olarak isimlendirilen savaş ise mevcut olan Osmanlı ordusuna bağlı kolorduların öncülüğünde oluşturulan yeni bir ordu tarafından yapılmış bir savaştır.
Sivil halkın oluşturduğu gruplar çeşitli yöntemlerle ya dağıtılmış, ya da yeni kurulan orduya katılmaları sağlanmıştır.
Dolayısıyla askerler arasında yapılan bir savaşı kurtuluş savaşı olarak tanımlamak doğru değildir.

Çevrimdışı erdalnecla

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 374
  • 223
  • 374
  • 223
# 01 Tem 2012 20:46:20
toplumumuza bu gaz veriliyor ne kurtuluş savaşı değerli halkım abd nin lafından dışarı çıkamamak mı 10 yıl şu cuntaya 30 yıl bu cuntaya ait olarak yaşamak mı kurtuluş savaşı garip saf masum anadolu halkı hep uyutuldu gazman söylemlerle 1 harf inkılabıyla alimlerimizin yok olmasımı bu kurtuluş yoksa 600 yıllık mirasımıza bir çizik atmakmıdır?kirli bir kardeş savaşınıda 45 bin vatandaşımızı yitirmekmidir?cemaatçi de laik olan da kürtçü olan da milliyetçi olan da icazeti hep dışardan almıyor mu?kızın bana kahredin ama tarihimizi bizi şişirenleri değil kendiniz azıcık araştırın okuyun hep bize ezberletilen sloganlar birer birer çürürken artık bu ülke insanları bir yerden başlayıp bir çıkış aramalı bun nasıl olacak sorusunun cevabı  ilk önce eleştirel gözle olaylara bakmayla başlar....................... ......

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 02 Tem 2012 18:27:39
Hayırlı günler dilerim.

Atatürk'ün Nutuk isimli eserinin
Lozan barış konferansı ve Saltanatın kaldırılmasına ilişkin gelişmeler, Hilafet meselesi
başlıklı bölümünün
Asil bir milleti utanılıcak bir duruma düşüren sefil
alt başlığında şu cümleler mevcuttur:
Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir!
Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor.

Şu Çılgın Türkler kitabının bir çok yerinde bu ifadeleri destekleyen cümleler mevcuttur.
Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya isimli eserinin 16-19 Mayıs başlıklı bölümünde Mustafa Kemal'in İstanbul'dan ayrılamadan önce Osmanlı padişahı Vahdettin'le yaptığı görüşme ile ilgili izlenimler anlatılmıştır.

Şu Çılgın Türkler, Çankaya ve Nutuk kitapları dikkate alındığında Osmanlı Padişahı Vahdettin bir haindir.

Eski başbakanlardan Bülent Ecevit 24 Temmuz 2005’te düzenlenen Lozan Paneli’nde şu sözleri sarfediyordu : “Vahdettin hain değildi”

Şimdi de TBMM Zabıt Ceridesi (Cilt 1, 1940)'nde yazılanları okuyalım : (İlk meclis zabıtları)
 
Mustafa Kemal Meclis’te diyor ki:
“Dil-hâh-ı milkdârilerinden mülhem azim ve iman ile vazife-i âcizânemde müdavim bulunuyorum.”
 Bu cümlenin anlamı kelimesi kelimesine şudur:
“Mülkün sahibinin (padişahın) arzularından ilham aldığım azim ve imanla aciz görevime devam ediyorum.”

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
linkinde detay bilgiler bulunabilir.

Nuriye Akman 11 - 14 Haziran 1995 tarihlerinde Sabah gazetesinde "Milli Mücadelenin iki yüzü" başlıklı birkaç günlük bir röportaj yayınlıyor.
Röportajın konukları Cemal Kutay ve İsmet Bozdağ...
Röportajın tamamı aşağıdaki linklerde mevcuttur:
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] - Vahdettin
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Röportajda Nutuk'ta yer alan bilgilerin sıhhati tartışılmaktadır.

Sivas Kongresi’nde milli mücadeleyi anlatmak için bir gazete çıkarılması kararı verilmişti.
İrade-i Milliye adıyla çıkan bu gazetenin
40 kadar nüshası bir grup öğretim üyesi tarafından Latin harflerine çevrildi.
Sivas Belediye Başkanı Sami Aydın Bey’in destekleriyle Buruciye Yayınları tarafından Osmanlıca orijinaliyle birlikte 2007 yılında yayınlandı.
Aynı eser Sivas belediyesi kültür yayınları arasında da mevcuttur.

İrade-i Milliye gazetesinde Osmanlı Padişahı Vahdettin'in milli mücadeleyi desteklediğine dair yoruma yer bırakmayan haberler mevcuttur.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 03 Tem 2012 12:31:01
Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman'ın Kurtuluş Savaşı dönemini anlatan romanı.

Kurtuluş dizisinin de senaristi olan Turgut Özakman'ın elli küsür yıldır süregelen araştırmalarının ürünüdür. Özakman, kitapta anlattığı olayların geçtiği yerleri sırt çantası ile yaya olarak yürüyerek dolaşmış, bilgileri ve belgeleri derlemiştir. Kitaptaki olaylar, kişiler ve konuşmalar belgelerden alınmıştır. 688 sayfadır.
Eser, 1921-1922 yıllarını anlatmaktadır. Romanın başında uzun bir giriş vardır. Bu girişte, 1914-1920 yılları ve olayları özetlenmiştir. Eserin ilk bölümü "1.kitap-Yunan Büyük Taarruzu" adını taşır. Bu bölümdeyse, İnönü ve Kütahya-Eskişehir savaşları, Meclis tartışmaları, Başkomutanlık kanunu anlatılır. Bu bölüm Sakarya zaferiyle biter. İkinci bölüm ise, "2.kitap-Türk Büyük Taarruzu" ismini taşır. Bu bölümde de, Büyük Taarruz anlatılır. büyük taarruza hazırlık ,Afyon güneyine yürüyüş ve en sonunda büyük taarruzu anlatır.Roman, Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa'da öğretmenlere konuşmasıyla

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Tem 2012 18:00:11
Hayırlı günler dilerim.

Şu çılgın Türkler kitabından bazı cümleler :

Halit Bey bu konuyla ilgilenmedi bile. Daha önemli bir işi vardı.
Birliklerinin arkasında bulunan büyük bir kaya parçasının önüne oturdu, iki tabancasını çıkarıp kucağına koydu, savaşı izlemeye koyuldu. Komutanlar ve eski subaylar bunun anlamını iyi biliyorlardı: Geri çekilmeye yeltenenin beynini dağıtacaktı.
...

Karşılarına yine Halit Bey çıktı. Bir yandan kaçak gruplarının önündekileri vuruyor, bir yandan da ateş etmesi için orada bulunan 16. Alay Komutanı Binbaşı Rahmi Apak'a bağırıyordu.
Ateş etmezse onu da vurabilirdi. Rahmi Apak da tabancasını çekip ateş etmeye başladı.
Ama o kaçakların ayaklarına doğru, yere ateş ediyordu.

Romandaki Halit bey gerçekte yaşamış mıdır, yaşadıysa böyle bir şey yapmış mıdır bilemiyorum.
Bildiğim tek şey "Allah (c.c.) rızasını kazanmak" dışında insan öldürmenin CİNAYET olduğudur.
Ölmemek için öldürmek, öldürmeye zorlamak için öldürmek CİNAYETten başka bir şey değildir.

İnşallah Kurtuluş savaşında bu tür cinayetler işlenmemiştir.

Şu çılgın Türkler kitabından başka cümleler :

BİR JANDARMA ERİ Konya hükümet konağının geniş bir odasının kapısına 'İstiklal Mahkemesi' tabelasını yerleştirirken, bir başka jandarma eri de odanın baş duvarına 'İstiklal Mahkemesi mücahedesinde (savaşında) yalnız Allah'tan korkar' yazısını astı.
Konya İstiklal Mahkemesi üyeleri Konya'ya gelmişlerdi. Öğleden sonra çalışmaya başlayacaklardı.
Mahkemenin üyeleri TBMM'ce milletvekilleri arasından seçilmekteydi.
Bir jandarma mangası ile yola çıkıyor, bölgesindeki illerin hangisinde gerekiyorsa orada mahkemeyi kuruyor, sanıkları hızla yargılıyor ve karar veriyorlardı.
Kararları kesindi.
Bir ihtilal mahkemesiydi.
Halk iki yüzyıldır Osmanlı yönetiminin kararsızlığından, vurdumduymazlığından, ilgisizliğinden, yavaşlığından o kadar çekmişti ki bu olağanüstü mahkemeleri memnunlukla karşıladı.
Hızlı, kararlı ve cesurdu; yerel sorunlarla ilgileniyor, gaddar yöneticileri hizaya getiriyor, etki altında kalmıyor, suçlu kim olursa olsun duraksamadan cezasını veriyordu.
...
Bu safta olanların düşüncelerini paylaşanlar, uzun yıllar sonra da bu ihtilal mahkemelerinin aleyhinde konuşacak, haklı çıkabilmek hırsıyla yalan söylemekten çekinmeyeceklerdi.

Yukarıdaki cümleleri okuduğum zaman Ziya Paşa'nın şu meşhur cümlesi aklıma geldi:

- Kadı ola davacı ve muhzır (mübaşir) dahi şahit Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?

1) 'İstiklal Mahkemesi mücahedesinde (savaşında) yalnız Allah'tan korkar' yazısı gerçekten asılmış mıdır acaba?
Allah (c.c.)'dan korkanlar onun emirlerine itaat eder.
İstiklal mahkemeleri ile Allah (c.c.) emirleri arasında uzaktan yakından bir alaka olabilir mi?

2) İstiklal mahkemelerinin üyelerinden kaç tanesi hukukçuydu?

3) İstiklal mahkemeleri hangi kanunlara göre karar vermişlerdi?

4) İstiklal mahkemelerinde hukukçular tarafından savunma yapılmış mıdır?

5) İstiklal mahkemeleri hangi DELİLLERE göre karar vermişlerdir?

Klasik mazeret : Olağanüstü durumlar, olağanüstü uygulamaları bereberinde getirir.
Minareyi çaldıktan sonra kılıf bulmak zor olmasa gerek.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK