Kimi sürekli elini yıkıyor, kimi apartman katlarını saymadan kendini alamıyor. Kimi de abdestinin bozulduğu endişesiyle tekrar tekrar abdest alıyor. Anlayacağınız, ekonomik ve sosyal sorunlara kafayı takmanın yanında ‘takıntı’ hastalığımız da var.
“Camide, Kur’an okurken, dua ederken ve namaz kıldırırken aklıma sık sık abdestimin bozulduğu şüphesi takılıyor. İmanla ilgili şeyler de geliyor. Tekrar tekrar abdest alıyor, namaz kılıyorum. Bazen öyle bir hâl alıyor ki, bir vakit namaz için belki günde 20 defa abdest alıyorum. Binlerce kez tövbe ediyorum.” Bu sözler, 50 yaşlarında bir kasaba imamına ait. Artık çekilmez hâle gelen durumundan şikayetçi olan ve çareyi psikiyatra gitmekte bulan imam aslında bir ‘takıntı’ hastası. Anlayacağınız, ekonomik ve sosyal sorunlara kafayı takmanın yanında ‘takıntı’ hastalığımız da var. Dış kapının kilitli olup olmadığını, ütünün fişini çekip çekmediğini, ocağın altını kapatıp kapatmadığını bir iki kez kontrol eden ve aklına kötü bir düşünce geldiğinde bu düşünceden kurtulmak için tahtalara vuran kişilere sıkça rastlarız. Böyle davranışları olan herkes hasta kabul edilmiyor elbette. Hastalıktan söz edilebilmesi için takıntılı düşüncelerin ve bunların sebep olduğu kaygıyı gidermeye yönelik davranışların aşırı derecede olması, kişinin hayatını ciddi anlamda etkilemesi gerekiyor. Nasıl mı? Temizlik kaygısıyla günün büyük bölümünü banyoda geçirenler, eşyaların yamuk durmasından rahatsızlık duyanlar, kaldırım taşlarındaki çizgilere basmadan yürüyemeyenler, konuşurken ağzımdan kötü bir söz çıkar mı diye çekinenler, dünya ve evrenin yaratılışı hakkında ardı arkası kesilmeyen sorular sormaktan kendini alamayanlar...