OKUMA KÜLTÜRÜ
Genel Bir Bakış:
Okuma kavramı iki boyutuyla ele alınmalıdır. Birincisi sesleri tanıyıp o sesleri birleştirerek seslendirmektir ki buna mekanik okuma da denilmektedir. Bu daha çok okumanın yeni öğretildiği zamanlarda olur. Kişi sesleri seslendirir. Burada anlama, yorumlama, ilişkilendirme, çıkarımda bulunma, dilin estetiğini ve güzelliğini yakalama boyutları çok zayıftır.
Okumanın ikinci boyutu sesleri hem seslendirmek hem de cümledeki, paragraftaki, metindeki anlamları yakalamaktır. Bunun için okuyucu okuduğu yazıyı yorumlayacak, ilişkilendirecek, akıl yürütecek, karşılaştırma yapacak, bağlantı kuracak, sorulara yanıt bulacak, yeni sorular soracaktır. Bunları yaparsa okuyucu okuduğu metni derinlemesine anlamış olacaktır. O halde okuma dendiğinde işin içine okumanın iki boyutunun da katılması gerekir.
İnsan niçin okur? sorusunu yanıtlamak gerekir. Bu soruya bir araştırmada şu yanıtlar verilmiştir.
1) Adet ya da alışkanlık olarak
2) Görev duygusuyla
3) Genellikle zaman geçirmek için
4) Güncel olayları kavramak için
5) Anlık kişisel doyum için
6) Günlük hayatın pratik ihtiyaçlarını karşılamak için
7) Profesyonel ya da mesleki ilgileri sürdürmek ve geliştirmek için
Hobi olması
9) Topluma yönelik ihtiyaçları karşılamak için
10) Kendini geliştirmek için
11) Entellektüel ihtiyaçlar için
12) Dinî ihtiyaçları karşılamak için (Ralf Staiger-Unesco Yayını)
Okuma insana, topluma ve giderek dünyaya evrene neler kazandırır? Bu sorunun dünyadaki ve Türkiye’deki yanıtları iyi araştırılır ve irdelenirse kuşku yok ki okumanın önündeki engeller kalkacak ve okumaya ilgi artacaktır.
Okuma, insanlar arasında iletişim artırmaktadır. Hem okuma yazmayı bildiğimiz hem de çok fazla kaynak okuduğumuz zamanlarda konuşacağımız, ortaklıklar kuracağımız, anlaşacağımız konular artacaktır.
Okumanın insana kazandırdıklarından bir tanesi de estetik bilincidir. Dilin ve edebiyatın güzelliklerini ve zenginliklerini gören, yakalayan ve tadan kişi yaşama, evrene daha estetik bir gözle bakacak. Yaşamı daha da bir güzelleştirecek, evreni kendi bahçesi gibi görecektir.
Okuma insanın söz varlığını geliştirir. Bir insan söz varlığı kadar kendini ifade eder ve söz varlığı kadar okuduklarını anlayabilir. Söz varlığının gelişmiş olması kişinin gelişmişlik göstergelerinden biridir.
Okuma insanın genel kültürünü artırır. Genel kültür ise hayatımızı kolaylaştırır. Genel kültürü yüksek bireylerin oluşturduğu toplumlar kültürlü toplumlardır ki bu toplumlar enerjilerini sürekli olarak iyi, güzel ve bilimsel uğraşlara harcarlar.
Okuma insana anlama, yorumlama, farklı açılardan bakma, empati kurma, yeni insanlar ve mekanlar tanıma vb. beceriler kazandırır.
Okuma ve yazma insana kendini gerçekleştirme olanağı sağlar. İnsan için kendini gerçekleştirme ulaşılacak son nokta yani zirvedir. Zirvedeki insan hem mutlu hem üretkendir. İnsan hangi meslekten olursa olsun okudukça ve yazdıkça zirveye çıkabilecektir.
Bu kadar önemli ve yararlı olduğundan kuşku duyulmayacak okuma ve yazma kültürü neden başarılı bir şekilde topluma mal edilemiyor? Okuma kültürünün bir yaşam biçimi olmasında ve ihtiyaç olarak hissedilmemesinde ‘Okuma ve Yazma’ sorununun kimin ya da kimlerin sorumluluğunda olduğunun belli olmamasıdır. Bu sorun hangi birim tarafından çözülecektir? Bu durum en büyük sorundur. ‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’ ismi bile bakış açısını yansıtması bakımından önemlidir. Kültürün yanına turizmin konulması, olaya tamamen ekonomik yaklaştığımızın açık bir göstergesidir.
Okumamak ve yazmamak sıradan ve basit bir sorun değildir. Etkileri uzun süre ortadan kaldırılamayan sonuçlar yaratır. Denilebilir ki bir çok soruna kaynaklık etmektedir. Ülkede işlenen suçların, verimsizliğin, yaratıcılıktan yoksunluğun, durağanlığın, geriliğin, şiddetin temelinde okuma ve yazma becerisinin yeterince gelişmemiş olması bulunmaktadır.
Mahkemelerce döven kocaya, ya da hakaret eden birisine kitap okuma cezası verilmektedir. Kitap okuma bir ceza aracı olarak kullanılır mı, kullanılmalı mı? Kitap okumayı ceza aracı olarak sunarsanız, çocuklara, gençlere ve nihayet tüm topluma bunun yararlı bir etkinlik olduğunu nasıl anlatabiliriz?
Türkiye’nin okuma alışkanlığı gerçeği okumama alışkanlığı gerçeğidir. Bu durum vahim bir tablodur ve acilen çözülmesi gerekir.
Okuma öğretimine dayalı ülke ölçekli okur yetiştirme projesi hayata geçirilmeden Okuyan Türkiye idealine ulaşmak imkansızdır. Okuyan Türkiye’de devleti yönetenlere ve aydınlara çok büyük görev düşmektedir. Bu noktada sözü İsmail Hakkı TONGUÇ’a (Tonguç Baba) bırakalım: ‘Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanamayan toplumlarda, düşündüğünü yazan, fikirlerini açıklayan insan da pek az olur. Böyle insanların kıt olduğu yerde, fikir hayatı canlanamaz. Toplumun en önemli işleri kanaatını saklayan, esen rüzgarlara göre fikir değiştiren kişilerin elinde kalır. Bu gibiler asla prensip adamı olamazlar; günlük politika havasına göre istikamet değiştirirler. Öğretmenlik mesleği; fikirsiz, prensip insanlarla kuvvetlenemez. Diğer bilimlerde olduğu gibi, pedagojinin de şaşmaz , her türlü şartlar içinde değişmez kanunları, ilkeleri vardır. Eğitken ve öğretmenler bunlara bağlanarak fikirlerini açıklayamayacak, bunu yapmaktan korkacak olursa, onların bütün emekleri boşa gider ve onlar politikacıların ellerinde türlü maksatlar için kullanılan birer alet haline gelirler. Bu duruma düşmemenin tek çaresi, sürekli olarak okumak, imkan ve fırsatı kaçırmadan yazmak, söylemek, çeşitli vasıtalarla doğru, sağlam, iyi fikri yaymaktır. (Çeşitli Yönleriyle Tonguç, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı)
Okuma alışkanlığının kazanılmasında etkili üç dönem:
Çocukluk: Çocukluk dönemi yaşamın en kritik dönemidir. İnsan bu dönemde kişiliğinin temelini kurar, değerlerini, ilkelerini oluşturur. Bu dönemde dinlediği müzikler, yediği yemekler, oynadığı oyunlar ve dinlediği masal, öykü, ninniler ileriki yaşlarında onun yapacaklarına ve yapmayacaklarına temel teşkil edecektir.
Çocuk içinde yaşadığı aile ortamında anne- baba ve ailenin diğer bireylerini sürekli televizyon seyrettiğini ve zamanının büyük bölümünü eğlenceye ayırdığını görürse yaşamı öyle kodlayıp genelleme yapacaktır. Yaptığı geneleme esas olarak ‘Aslolan eğlenmektir. Bunun için de televizyon yeterlidir.’ Bu çocuğun ileriki yaşlarda kitap okuyan, sanatla, bilimle, sporla uğraşan bir kişi olması oldukça zordur. Acaba çocuklarımız dünyaya gözlerini ve beyinlerini açtıkları aile ortamında ne ile besleniyorlar. Çinliler ‘İnsan ne yerse odur.’ Diyor. Biz beyinlerimizi ne ile besliyoruz? Okul öncesi eğitim kurumlarında çocuklarımızı kitapla ne kadar arkadaş yapıyoruz?
Çocukların sorduğu sorulara ‘senin aklın ermez, büyüyünce öğrenirsin.’ Yanıtını verdikten sonra büyüdüğünde merakı sönmüş gençleri görünce acaba neden şaşırıyoruz?
Gençlik: Çocukluğu kitabın dışında şekillenmiş genç dersler, sınavlar, dershane, onu anlamayan ve sürekli ders çalış diyen anne- babadan sıkılmış gençlik. Kendisini anlamayan toplum, doğadan ve doğallıktan koparılmış oyun ve mekanlar, her şeyin çabuk ve hızlı tüketildiği bir yaşam tarafından kuşatılmış gençlik. Bizim zamanımızda diye başlayıp, şimdiki gençlik okumuyor diye suçlanan gençlik. Öğüt alan ama örnek göremeyen gençlik. Ders kitaplarının dışında kitapla tanıştırılmayan gençlik. Bir zamanlar kitapların suç aracı sayıldığı bir ülkenin vatandaşı olan gençlik. Bu gençliğin analizini yapmadan, bilimsel bulgulara ulaşmadan ve bir memleket meselesi yapmadan gençliğin kendiliğinden okumasını beklemek ne kadar akılcıdır? Ne kadar vicdanidir?
Yetişkinlik: Çocukluğu ve gençliği yukarıda sayılan ve sayılamayan nedenlerle okuma ve yazmadan uzak geçmiş bir yetişkinin düzenli olarak okuyup yazan birisi olması zaten beklenemez. Hele de ülkemizde yetişkin olan insanların büyük bir çoğunluğunun geçim sıkıntısı çekmesi, işten eve yorgun ve bitkin gelen bu insanların mevcut sıkıntılarını televizyonla atlatma düşüncesi de bunun üstüne eklenirse mevcut duruma fazla şaşmamak gerekir. Yalnız yetişkinlerin şunu unutmaması gerekir. Çocuklarının okuyan ve yazan olmasını istiyorlarsa bunun yolu onlarında okuyup yazmasından geçiyor. Aksi halde diğer çabalar pek işe yaramayacaktır.
Okuma alışkanlığını değerlendirmede ölçüt:
Çok okuyan 1 yılda 21 ve daha fazla kitap okuyan kişi
Orta düzeyde okuyucu 1 yılda 6-20 kitap okuyan kişi
Az okuyan 1 yılda 1-5 kitap okuyan kişi
Okuyucu olmayan, hiç kitap okumayan kişi
Okumanın başarıya etkisi:
Temel eğitim, bireyin verimliliğini yüzde 50 yükseltiyor
Okumanın eğitimdeki verimliliği artırma oranı yüzde 30
Eğitimin ekonomideki verimliliği artırma oranı yüzde 44 (…)
Okuma oranında durumumuz nedir?
Türkiye’de kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda.
-Japonya’da toplumun % 14’ü,
- Amerika’da %12’ si,
- İngiltere ve Fransa’da % 21’i düzenli kitap okur iken,
- Türkiye’de durum % 0, 01 yani on binde bir.
- Toplam nüfusu sadece 7 milyon olan Azerbaycan’da kitap ortalama 100.000 tirajla basılırken, Türkiye’de bu rakam 2000- 3000 civarında basılmaktadır.
- Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Rapor’unda kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sıradadır. (İnternet, Çocuk Vakfı)
Türkiye’de okuma ve kitap basım rakamları bu durumdayken sorunun nedenlerine ve çözüm önerilerin eğilmek zorundayız.
OKUMANIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER:
Okumanın Önündeki Sistem Engeli:
Birinci derecede sorumlu okuma- yazma ile ilgili bir politika ve bu politikayı hayata geçirecek sorumlu resmi bir birimin olmaması. İkinci derecede okuma ve yazma alışkanlığı ve kültürü kazandıramayan sorumlu eğitim sistemi. Okullardan (ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretim) mezun ettiğimiz öğrencilerimizin sınıf geçmesinde ve üst okullara yerleştirilmesinde okumanın ve yazmanın rolü nedir? Okuma ve yazma konusunda eğitimcilerin durumu nedir? Öğretmenler genelde kitap okumuyor.yüzde 33.4’ü düzenli,yüzde 63.3’ü bazen kitap okuyor,yüzde 3.3’ü hiç kitap okumuyor.Yanıt: Eğitimciler sınıfta kaldı. (İnternet, Çocuk Vakfı)
Okumanın Önündeki Zihinsel Engeller:
Okuma kültürünün kazanılması ve gelişmesi için zihinlerin buna göre şekillendirilmesi gerekiyor. Gözümüzün gördüğü mekanlarda kütüphane ve kitap resimleri yerleştirmeliyiz. Örneğin mobilya teşhir mağazalarında çok güzel, dikkat çekici yemek, yatak odası takımları, oturma grupları varken neden çok güzel ve dikkat çekici kitaplık resimleri yoktur? Neden okulların koridorlarında, merdivenlerde, sınıf duvarlarında çok kullanışlı ve öğrencilere yönelik kitaplıklar ve kitaplar yoktur?
Bu noktada Pakize Türkoğlu’nun ‘Tonguç ve Enstitüleri’ kitabından bir bölüm sunalım: ‘İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanlığı sırasında Savaştepe Köy Enstitüsü’ne yaptığı gezi sırasında okulun tuğla ocağına giderken, kümes nöbetçisi Hatice KOLUKISA’yı görür. Hatice’yi yanına çağırıp azık torbasında ne olduğunu sorar. Peynir, ekmek ve köftesi olduğunu söyler öğrenci. Başka ne var diye açtırır torbayı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın klasikler dizisinden yayınlanmış olan Sophokles’in Antigone kitabı çıkar. İnönü’nün gözleri yaşarır. Yanındaki Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Paşa’ya dönüp ‘Paşam, görüyorsunuz bu klasikler daha yeni çıktı, Ankara’da bile okunmadı, ama benim çocuklarım Antigone okuyor. Köylümüz, kentlimiz, erimiz, generalimiz kumanyasına ne zaman kitabı da ekleyecek duruma gelirse, o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir.’ Der. Bunun üzerine Hatice ekler; ‘efendim, sadece ben değil, tüm enstitü okuyor bu kitabı.
Aslında yukarıdaki olay ve söylenen sözler tam bir reçete özelliği taşıyor. Buna neler ekleyebiliriz? Kitabı başka nerelere taşıyabiliriz? Simitçinin rafına, sokakların başına, ağaçların gövdesindeki kutulara, parklara, banklara, hediye paketlerine, alışveriş sepetlerine, evlilik cüzdanının yanına, her türlü promosyona,,,belki de her yere. Her yer kütüphane, her yer kitaplık oluncaya kadar.
Okumanın Önündeki Toplumsal, Kültürel Engeller:
Toplum, acaba okuyana, yazana nasıl bakıyor? Yurdumun her hangi bir noktasında eğlence mekanlarına fazla gitmeyen, maçları takip etmeyen bunun yerine düzenli okuyan ve yazan birisine ailesi, arkadaşları, komşuları nasıl bakar, ne derler? Böyle bir kişi bu tutumunu ne kadar sürdürebilir?
Atasözlerimizde geçen ‘Okuyup da alim mi olacaksın? Başıma icat çıkarma. Çok okuma kafayı üşütürsün. Okudu da ne oldu? Bir toplum düşünün ki yetişen kuşakların bilinçaltı bu ve buna benzer sözlerle şekillenmiştir. Bu şekilde yetişen nesillerden çok itap okuyan, okumayı yaşam biçim haline getirmiş bireyler beklemek zaten gerçekçi olmaz. O hade önce zihinlerin temizlenmesi gerekmektedir.
Okumanın Önündeki Ekonomik Engeller:
Türk-İş Sendikasının Kasım 2009 açıklamasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 777,53 lira olarak açıklandı. Aynı sendikanın yoksulluk sınırı ise 2.533.- lira. (Türk-İş Web sayfası) Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğuna ve kitap fiyatlarının ortalama 10-20 lira arasında değiştiğine göre insanları kitap almıyor diye suçlamamak biraz insafsızlık olur. İnsanların işleri ve düzenli gelirlerine paralel olarak yaşam kaliteleri de artacaktır.
Okumanın Önündeki Politik Engeller:
Okuyan insan, anlayan, yorumlayan, eleştiren, sorgulayan insandır. Acaba politikacılar bu insan tipinden hoşlanırlar mı?
Ülkemizde bazı politikacıların kitapları yasakladığını ve kitapları yasakladığını da hatırlarsak bu günün gençlerini daha iyi anlarız.
Fakir Baykurt’un Eşekli Kütüphaneci kitabı tam bir başucu kitabıdır ve istenirse okuma kültürünün, kütüphanenin köylere bile nasıl yaygınlaştıracağını göstermektedir. Anadolunun bir kasabasında kitap okutma yı dava olarak gören ve köylerdekitap okuma alışkanlığı kazandırmak için eşeğiyle köy köy dolaşan idealist kütüphanecinin başarı hayat hikayesi bu anlamda çok öğretici unsurlar içermektedir. İsteyince köylerde bile itap okunmaktadır.
Devletin acilen okuyan ve yazan toplum politikasını oluşturması ve hayata geçirmesi gerekmektedir.
Okumanın Önündeki Rol Model Engeller:
Toplum liderleri, tanınmış kişiler, öğretmenler, sanatçılar kitap okuma, yazma konusunda topluma gerekli önderliği yap(a)mamaktadır. Özellikle siyasetçiler kısır tartışmalarla ve içi boş sözlerle toplumun enerjisini ve zamanını boşa harcamaktadırlar. Boş tartışmalara alışan toplum zamanla tembellik, kabalık ve meraksızlık gibi illet hastalıklara yakalanmakta ve tedavi uygulanmayan bu hastalıklar toplumu gün be gün eritmektedir. Nerede elinde kitaplarla kürsüye çıkan liderler, trende otobüste, vapurda bilumum mekanlarda kitap okuyan ve öncülük eden model insanlar. Hani nerede ‘Yazmasam çıldıracaktım.’ Diyen Sait Faik ABASIYANIK ile aynı topraklarda yaşayan insanlar?
Okumanın Önündeki Televizyon Engeli:
Televizyon kanallarının sayısının bu kadar arttığı günümüzde insanlar o kanaldan o kanala koşuşturmaktan ve bu koşuşturma sonucunda bağımlı olmaktan kitap okumaya, yazmaya, sohbete maalesef zaman bulamıyor. Televizyonlarda yayınlanan programlar, insanların beynini teslim almakta ve dizilere ve eğlence programlarına tutsak olan ve televizyonların ‘izleyici’ rolü biçtiği insanlar bir süre sonra bu yaşam biçiminden kurtulması mümkün olmamaktadır. İnsanların bu yaşam biçiminden kurtulması için çok güçlü bir etki yaratacak ve insanları sarsacak durumun yaşanması gerekmektedir. Bu da ancak devletin gücünün yetebileceği ve baş edebileceği bir durumdur.
Okumanın Önündeki Eğlence Kültürü Engeli:
Eğlenmenin amaç haline getirildiği, medya araçlarıyla bu yaşam biçiminin sürekli olarak insanlara sunulduğu dönemlerden geçiyoruz. Hedonizm çağında okumak ve yazmak gibi zahmetli işlerle insanları ne kadar ikna edebilir ve yönlendirebiliriz? Her şeye rağmen denemeye değer.
Okumanın Önündeki Müfredat Engeli:
Okullarda uygulanan müfredat mutlaka ve mutlaka öğrencilere beceri, sorumluluk, ilke ve değerler kazandırmaya yönelik olmalıdır. Bu becerilerin başında okuma ve yazma becerisi gelmelidir. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sınav, dershane garabetinden kurtarmalıyız. Cevdet Kudret bir yazsında okumanın önemini anlatmak için ‘Okullarda çocuklarımıza sadece düzenli okuma becerisi kazandırsak bu bile yeterlidir.’ Demektedir.
Bu günün çocukları ve gençlerine derslerden, sınavlardan, dershanelerden kitap okumaya ve yazmaya zaman kalmaktadır. Sınavlar amaç halinden çıkarılıp asıl amaç yaşam becerileri kazandırmak olmalı. Okullarda okuma ve yazma öne çıkarılmalı ve okuma ve yazma öğrencinin sınıf geçmesine, sınavlarına ve yerleştirileceği okullara katkı sağlamalıdır.
Bütün başarılı ve gelişmiş ülkelerin bu durumlarının altında okuma ve yazma becerilerinin üst düzeyde olmasının katkısı çoktur. Gelişmenin motoru okuma ve yazmadır.
Üniversite ve dengi okul mezunlarının ‘Niçin okumuyorsunuz?’ sorusuna verdikleri yanıtlar şu şekilde:
Kitaplar pahalı (yüzde 10.3)
Okul eğitiminde okuma alışkanlığı verilmiyor (yüzde 19.7)
Televizyon, insanları kitap okumaktan uzaklaştırıyor (yüzde 30.3)
Kitaba karşı yasakçı tutum (yüzde 4.3)
Öğrenci ödevlerinin fazlalığı (yüzde 5.3)
Geçim koşullarının ağır olması (yüzde 15.6)
Okuyan insanlara değer verilmemesi (yüzde 4)
Diğer nedenler (yüzde 11.1) (Çocuk Vakfı, İnternet) Öğrencilerin okuma ile ilgili sorunlarına duyarlılık göstermek gerekir.
Yazının tamamında okumanın yanına yazma etkinliğini de yazdım. Çünkü okuma yazmasız, yazma okumasız olmaz, olmamalı. Olursa yarım kalır. Okuma ve yazma bir paranın iki yüzü gibidir.
Ne acıdır ki her türlü istatistikte okuma ile ilgili bilgilere yer verilmekte, yazmadan hiç bahsedilmektedir. ‘Yazma’ sorun olarak görülmemektedir. Maalesef yazma etkinliğini sorun olarak göreni ve sahip çıkanı bile bulunmamaktadır.
Ülkemizde ortalama her hükümet değişikliğinde ve cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra ‘Okuma-Yazma Seferberliği’ düzenlenmektedir. Ama bu okuma yazma sadece alfabeyi öğrenme anlamı taşıyan okuma yazmadır. En az aynı zamanlarda veya daha çok ‘Kitap Okuma ve Yazma Seferberliği’ düzenlenmelidir. Ülkenin gerçek kurtuluşu buradan geçmektedir.
OKUMA VE YAZMA KÜLTÜRÜ OLUŞMASI İÇİN ÖNERİLER
Türkçe dersi, Metin işleme, Okuma ve Yazma olarak üçe ayrılmalıdır.
İlköğretim ders kitaplarında yer verilen metinlerin Türkçe ve edebiyat değerleri yüksek olmalı ve parçalarda eski kuşak yazarlara da sıkça yer verilmelidir.
Okuma ve Yazma işi bir devlet politikası ve memleket meselesi olarak görülmelidir.
Sınıf geçme ve üst okula yerleşmede okuma ve yazmanın etkisinin olması gerekir.
Öğrencilere bedava kitap okuma kitabı dağıtılmalıdır.
Kütüphane sayısının artırılmalı, daha kullanışlı ve estetik olmalıdır.
Kitap fiyatlarının indirilmesi, bunun için yayınevlerinin desteklenmesi gerekir.
Her mahalleye ve köye de kütüphane kurulması gerekir.
Ulusal okuma – yazma seferberliği başlatılmalıdır.
Her ilde yılda iki kez kitap fuarı düzenlenmelidir.
Ulusal kitap okuma ve yazma haftası düzenlenmelidir.
Çok kitap okuyan ve yazanların ödüllendirilmelidir.
Kurumlara sosyal sorumluluk projesi kapsamında kütüphane ve yazma atölyeleri kurdurulmalıdır.
Her kuruma kitaplık kurma zorunluluğunun getirilmelidir.
Televizyon, internet gibi kitlesel iletişim araçlarında her gün belli saatlerde okuma ve yazma yayını yapılmalıdır.
Televizyonlar her gün belirli saatlerde kapatılmalı ve televizyonsuz zaman yaratılmalıdır.
Okullarda yazar ve şairlerin ders vermesi sağlanmalıdır.
Televizyonlarda yazar, şair ve bilim insanlarının yaşam öykülerine yer verilmelidir.
Son ve tekrar öneri sorunun sahibi belli olmalıdır. Aşık Veysel’in sözüyle ‘Hem okurum, hem yazarım.’ Diyebilmektir bütün mesele.
Cemil COŞKUN