Abuzer'le Firdevs
21 Temmuz 2007 Cumartesi
Gazi Üsteğmen Abdullah Ağar,Harbiye"den mezun olur olmaz kendisini görev yeri olarak,PKK çetesinin karşısında buldu…Altı yıl Cudi"den Irak"ın kuzeyindeki dağlara kadar bir çok noktada silahlı çatışmalarla dolu bir hayat geçirdi..Görevden ayrıldığında vücudunda üç kurşun yarası,yüreğinde “Tim”inde yana ateşe atıldığı silah arkadaşlarından 25 şenidi,55 yaralısı vardı…
Ve binlerce anısı…
Anılarını kitaplaştırdı..Son kitabı “Toprak Mehmede susayınca…Yazmayı sürdürüyor,Beşinci kitabını hazırlıyor,okumanızı tavsiye ederim..Kitapları turkkitap@gmail.com yada abdullahagar@gmail.com dan temin edilebilir.
Anılarından ikisini naklediyorum.
Abuzer...
Onu çöplükte eşelenirken buluyorlar…Dağın başı..Çöplükte,kamp kurmuş timlerin artıklarının yığıldığı birikinti..
Yer:Orta Cudi"deki Nuh Peygamber tepesi..
Mehmetçik dağ, bayır dolaşıyor.Ağar Üsteğmen vaziyetlerini anlatırken şöyle diyor..
“ Kirden de leş gibi olduk. Terledikçe katmerleşiyoruz. Bitlerimizi de fazlasıyla benimsedik. ..”
Bir yeknesaklık hakimken Abuzer ortaya çıkıyor..
Üsteğmen Ağar"dan dinliyoruz..
“Askerin attığı konserve tenekelerdeki artıkları, parmağıyla sıyırmaya çalışırken yakalanmış... Ortaya çıkması, işte böyle bir rastlantıyla olmuş... Çöp dökmeye giden askerler, hareket etmese, belki de göremeyeceklermiş. Bir tek derdinin olduğu anlaşılmış... O da karnını doyurmak... Zayıf mı zayıf, zavallı mı zavallı... “
Abuzer örgütten kaçmış... Açlığının, kaçmışlığının cesaretinde buralara kadar gelmiş... Sığınacak bir yere ihtiyacı var. Bir deri bir kemik ,güçsüz haliyle askerlerin önüne yığılınca alıp onu “Komutana” götürmüşler..İlk merak “Askere kurşun sıktı mı?”
Komutan anlatıyor..
“Dağlı ve Okay binbaşıların sorgusundan geçti, önce… Sonra hakkında pisliğe bulaşmadığına dair teyit edilmiş bilgiler de geldi. Örgütten kaçması, onun masumluğunun ispatıyla birleşince, içimize katılıverdi. Artık bize de, saf mı saf Abuzer isimli bu çelimsiz delikanlıyı kanıksamak düştü…”
Dağda yarı aç yarı tok gezen teröristlerin kimi kere gıda kaynağı, askerin kullanıp, zamanla ayrıldığı üs bölgeleridir. Bazı askerler yemediği, yiyemediği konserve ve ekmekleri sırtında taşımaktansa, sağa sola atmayı, kayaların arasına tıkıştırmayı yeğler. Daha sonra da teröristler gelir, bu artıkları yağmalar. İşlerine yarar ne varsa yer ya da yedeğine alır…
Bu nedenle Tim komutanlarının bu konuda titizlikleri vardır..
Abuzer üs bölgesinde artık asker içerisinde dolaşıyor üzerindeki terörist giysileri,eski arkadaşları fark edip uzun menzilli silahlarının açık hedefi olmasın diye oeğiştiriliyor,ona asker giysisi veriliyor..
Ayaklarındaki mekaplar paramparça... Bir gün utana sıkıla geliyor. Bir çift kara lastik istiyor. Abdullah Üsteğmen ona karargahtan bot getirtiyor,dünyalar Abuzer"in oluyor..
Abuzer çocuk gibi seviniyor. Artık askere nöbette eşlik ediyor.. Askerin onu tanıması önemli... Özellikle yeni tertipler için... Teröristlerin uzaylı yaratıklar olmadığına dair, bir ispat!..
İşe de yarıyor…
Cudi"de bildiği yer de çok... Terör örgütünün onu saf görüp, ırgat gibi kullanmış olmaları depoların yerini öğrenmesini sağlamış. Malzeme taşıdığı her yeri bilebildiğince tek tek gösteriyor. Sayesinde çok “kümes” patlatılıyor... Ele geçen mühimmatların çoğu pırıl pırıl...
Örgütteki halini de anlatıyor..
“Bizi üç kişi, dört kişi önden gönderirlerdi. Tepelere dağlara çıkartırlardı. Böylece "Asker var mı, mayın var mı…" diye baktırırlardı.”
Saf gençleri,çete “mayın eşeği” yerine kullanıyor.Abuzer ,bu şekilde çok bacağın koptuğunu, çok safın nasıl öldüğünü anlatıyor.
Sonra mahkemeye gönderiliyor. Geri dönüp geliyor. “Beraat ettim…” diyor. Bir süre daha askerin arasında yaşıyor. “Evime gidemem…” diyor.
“Tekrar örgüte katarlar...”
Ağar Üstteğmen"den dinliyoruz..
“Onu kurtarmak için çok uğraşıyoruz. Hani yatılı bölge okulu falan... Çabalarımız aradığımız sonucu vermiyor ama… Artık yapacak başka bir şey bulamayınca, aramızda topladığımız parayı cebine koyup gönderiyoruz. ..”
Aradan bir zaman geçiyor... Dağlı komutana Abuzer"den bir kart geliyor. Hakkâri"den, Şemdinli taraflarında bir yerden postaya verilmiş...
“Komutanım” diye başlayan bir bozuk yazı...
“………….. Yapacak başka bir şey yoktu, tekrar örgüte katıldım. Komutanlarıma, askerlerimize selam söyle... Ellerinizden öperim...”
Yazı böyle bitiyor.
Ve bir Abuzer, bir insan, bir can, bir evlat böylece elimizden kayıyor.
--
Firdevs…
Nuh Peygamber Tepesi"nin bir ilginç öyküsü de Firdevs ile ilgili..
Genç bir kadın tabur komutanı ile konuşmak için oralara gelmiş..
Hasta,ayakta zor duruyor..
Hatta ölecek kadar... Yardım istiyor, kıvranıyor, ağlıyor…Önce hakkında bir araştırma yapılıyor neyin nesi diye..Hazin bir sicili var..
Adı Firdevs...
Çaresizlik, yokluk, sahipsizlik, ölçüsüzlük bir olunca kadın fuhuşla hayatını sürdürmeye çalışıyor. Silopi-Zaho karayolu üzerinde çalışan kamyon şoförleriyle karın tokluğuna düşüp kalkıyor. Gençle, orta yaş arasında yaşamın bir baharında, kadın olmanın nadideliğini taşıyor ya, çoktan çökmüş...
En son başına geleni kendisi anlatıyor..
”Komşu köydeki düğünde, üzerinden geçen yirmiye yakın!.. “
Böyle söylüyor. Bunlar, utançtan kilitlenmiş ağzından kerpetenle sökülebiliyor.
Dağlı binbaşı kadını taburun doktoruna muayene ettiriyor.
-Kadının cinsel organı dışarı çıkmış komutanım!..
- Yapma ya... Peki, ne yapacağız şimdi?”
-Biz bir şey yapamayız komutanım, bu kadını ancak hastane paklar... Hem de en aşşası Diyarbakır...
Dağlı komutan, telsizin başına geçip, Süvari albayı arıyor.
-Bize helikopter lazım komutanım...
Firdevs"i Diyarbakır"da uzunca bir süre tedavi ediyorlar. Zamanla iyileşiyor... Ve bir gün çıkıp geliveriyor. Hem de sapasağlam olarak... Minnetin, şükranın ise, bini artık bir para... Diyor ki;
“Ben orada devleti gördüm... PeKaKa"da ne ki? Çalının, taşın arkasında devlet mi kurulur?”
Dağlı komutan kadını, orada da bırakmıyor. Sahip çıkmaya devam ediyor, elinden geldiğince yardım ediyor, kendini satmasına engel oluyor. İlaçlarını veriyor, eline üç beş kuruş para sıkıştırıp, azığına erzak tıkıştırıyor. Ve zaman içinde onun aracılığıyla, kapalı bir kutu olan köyün kadınlarına ulaşıyor.
Uzak uzak, ürkek ürkek, haşin bakışlı kadınların önce yaşlıları, Dağlı komutana başvuruyorlar. Revirde tedavi olmak istiyorlar. Sonra da diğerleri geliyor.
Artık revirin önünde kuyruklar oluşmaya başlıyor. Kadınlar ve çocuklara bakmaktan taburun doktoru başını kaldıramıyor. Artık ilaç da yetişmiyor. Ama Dağlı komutan bu... İlaç yokluğunun çaresine de elbette bakıyor.
Köyün erkekleri ise hâlâ ortalıkta yok…
Bir süre sonra Dağlı komutan kadınlara, “Sadece doktora gelmekle kalmayın…” diyor. “Ördüğünüz çorapları da getirin, kantine bırakın, parasını alın... Hatta başka ne varsa... Yemiş, meyve... Ceviz, üzüm, erik, elma neyse... Getirin, satılmasına hacet yok, parası neyse hemen alın...”
Bu, bir süre devam ediyor. Böylece Dağlı komutan, kadınlarla topluca konuşmaya başlıyor. Tabiî önce, yine yaşlılarla... Sonra yaşlıların kanatları altındaki diğerleriyle... Bu bile, kaş yapayım derken göz çıkartabilecek türden, başlı başına ince iş... Ve köyün kadınlarıyla, bu sohbetler gelişmişken, artık onların içine, amacı planlı, minik, masum(!) bir nifak salıyor. “Hepinizin en az onar çocuğu var... Kocalarınıza durmadan çocuk doğuruyorsunuz. Peki, onlar size ne veriyor? Onlar size vermeden, siz de onlara vermeyin!..”
“Vışşş!..” diyor, kadınlar…
Bu telkin, hemen değil, ama zaman içinde hedefini buluyor. Ve bir gün kocalar, palas pandıras geliyorlar. “Yav komutanım, sen bizim karılara ne dedin? Bizim dediğimizi artık kolayına yapmıyorlar...”
Bu, aslında evlerde kopan çıngarlar demek... Dağlı komutan çok da oralı değil... Onları nihayet kendine getirdi ya… Ve kocalarla da bir sohbettir, orada öylece başlıyor.
Köyün erkekleri kimi cumalar, namaz kılmaya Silopi"ye gidiyorlar. Dağlı komutan bir cuma onların yolunu çevirip, bir teklifte bulunuyor.
-Gelin cumayı beraber kılalım...
Bu teklife hiç yanaşmıyorlar. Hatta burun kıvırıyorlar.
-Siz namaz kılmıyorsunuz ki...
-Nereden biliyorsunuz? Kıldığımız namazın reklâmını mı yapacağız?
-Siz Müslüman değilmişsiniz ki..!
-Kim diyor bunu ya?...
Diyen, Hogir... Bölücü örgütün propagandacısı... Sonra gülüyor.
-Ya başka ne diyor?”
-Onlar dinsiz, imansız diyor. Bunlar anasız, babasız askerler... Aileleri yok... Onun bunun çocukları..!
Dağlı binbaşı
-Biz Allah"a ve Peygamberine iman etmişiz…Bin yıldır da bunun sancaktarlığını yapmışız... Çok şükür anamız da belli, babamız da…
Bu sefer de;
-Biz Şafi"yiz, siz Hanefi"siniz...
-Hazreti Şafi de hak, İmamı Azam da...
-Biz kırk kişiden aşağı namaz kılmayız… Dağlı komutan..
-Burada kırk değil, dört yüz kişi namaz kılar…
-Sizin namaz kılacak bir yeriniz bile yok…
-Yapma ya…Anlaşılan sen benim mescit çadırımı görmedin...”
Bunu duyunca meraklanıyorlar. Hep beraber mescit çadırına seğirtiyorlar. Ve böylece köylülerle askerler, beraberce ilk cuma namazını kılıyorlar. Namaz sonrasındaki sohbette, Dağlı komutan, köylülere; “Ana sağlığınız, okulunuz açılacak, yolunuz yapılacak…” diyor. “Yeter ki siz topraklarınıza sahip çıkın, devlete saygılı olun...”
Sonrası geliş gidişler, yakınlaşmalar ve hâlâ birbirini kollamalar... Köylüler birkaç cumaya geldikten sonra, Dağlı komutanı “Köyün camisine buyur…” etmeye başlıyorlar. Dağlı binbaşım biraz mazeret, biraz erteleme, biraz kaçamak... Böylece biraz biraz sallıyor... Biliyor ki, onun gelişini teröristlere haber edecek kuşun, çanak tuttuğu bir tezgah, illa ki olacak. Tertibe, tedbirle karşılık vermek gerek...
Birkaç hafta sonra gelen teklifi ise, apansız kabul ediyor. Bundan sonrasına, ya Allah"ın takdiri deyin, ya da Allah"ın başka bir hesabı... Yanındaki askerlerle derenin yamacından geçerken kayıyor, pantolonu çamurlanıyor. Böylelikle bir süreliğine gecikiyor. Temizlendikten, derenin suyunda pantolonunu sildikten sonra, soluk soluğa caminin köşesine, kapının dönemecine kadar geliyor. Ve tam döneceği sırada, olan oluyor. Tertip almış teröristler, roketin birini caminin asırlık meşe kapısına, diğerini duvarına “Zırank…” diye çakıyorlar. Dağlı binbaşım atlıyor. Ve kendisini sakladığı, duvarın köşesinden öyle bir bağırıyor ki...
-Yok mu bu caniliğe, bu hayvanlığa karşı duracak Ümmeti Müslüman?!..
Bu bir haykırış, hem bir çağrı, hem de olacakları tetikleyen bir uyarı oluyor... Camidekiler “Tam siper…”, ama evlerin damlarından bu davete bir karşılık var. Hem de ne karşılık...
Köyün kadınları zılgıtlarla damlara çıkıyorlar. “Lı, lı, lı...” Alabildiğine bir zılgıt, almış başını gitmekte...
Ve aynı kadınlar ellerindeki kaleşlerle, başta Cudi tarafı olmak üzere havaya, dağlara şarjör boşaltıyorlar.
Erkeklerin sustuğu yerde, kadınlar konuşuyor. Tabiî en başta, en başta sahip çıkılan, düşüp de, düştüğü çamurdan kaldırılmış olan genç bir kadın, Firdevs var.
Kösreli köyü için, işte bu bir dönüm noktası oluyor. Camiye vuran iki roket, koca bir köyü döndürüyor. Tabiî kadınların tepkisiyle... Bölücü örgüte Paris"ten bile telefon geliyor: “Ayıp ya...”
Bundan sonra, Kösreli köyü eline silah alıyor. Bu köy, Cudi"nin Kuzey Irak"a açılan kapısıdır. Önemli bir geçiş noktasıdır. Burayı tuttuğu yetmezmiş gibi, bir de sıçrama taşıdır, bütün bölgeyi kontrol eder.
Ve zaman içinde bu köyün yolu yapılıyor, okulu ve ana sağlığı açılıyor...
Bu bir sahip çıkıştı ya, ne burada kalmalıydı, ne de yarım bırakılmalıydı. Bu bir bilince, bilinçlendirmeye karşılık geliyor. Yüzmeyi öğretmeyi; “kendine ve başkalarına sahip çıkabilecek, düşmana karşı direnç üretebilecek bir duruşla…”, halkın kendi başına ayakta durmasını anlatıyor.
Üsteğmen Ağar"ın kitaplarını okuyunuz..
Behiç KILIÇ
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]