Ömer Dinçer nereye koşuyor?
Süleyman ÖZIŞIKsuleyman@internethaber.com
Gazetecilik mesleğimin hiç bir döneminde birilerini körü körüne ne eleştirdim, ne de övdüm. Siyasi alanda iktidarların "Şucu-bucu" olmasına aldırış etmeden, övgü ve eleştiriyi kim hakediyorsa ona yöneltmeye gayret gösterdim.
"Ne yaparsa eleştir. İyi şeyler yapsa bile aman verme eleştiri bombardımanına tut" hastalığına yakalananlardan olmadım şükürler olsun.
Ama itiraf edeyim ki, AK Parti hükümetinin Milli Eğitim konusundaki çalışmaları beni resmen hasta ediyor!
Sadece beni değil..
2002 yılından itibaren, yani AK Parti'nin iktidara geldiği günden itibaren Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu ve en son Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptı.
İlk dönemlerinde kimi zaman küçük itirazlara ve söylenmelere neden oluyordu bazı yanlış politikalar. Ancak bugün o söylem ve itirazlar öfkeye dönüştü ve o öfke birer kasırga gibi büyüyor.
Dönüşmemesi mümkün mü?
Bir eğtim sistemi düşünün ki, o eğitim sisteminden ne öğrenci, ne öğretmen, ne de veli memnun değil..
Memnun olan kim?
Sadece Milli Eğitim Bakanı!
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, titreyen bacaklar üzerinde heyecanla atama haberi bekleyen öğretmen adayların umudunu, "Başka alana yönelsinler, başka iş bulsunlar" diyerek bir çırpıda yerle bir edebiliyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, yığınla sorun dururken, "Andımız"ın kaldırılmasını en öncelikli sorunu olarak görüyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, eğitimle ilgili yapılan sınavlarda hakları yenenlerin feryatları arş-ı alayı almışken, tek kelime etmez!
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, öğretmenlerine adeta şirketindeki personel muamelesi yaparak, "Bunlar benim getirdiğim kurallar. Yanlışı doğrusunu tartışmam bile. Kabul eden eder, etmeyene yallah!" diyerek kapıyı gösterebiliyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, "O çocuklar sınıflarda altlarına işese bile 4+4+4 uygulanacak" anlamına gelecek sözler sarfediyor.
Ve lütfen bir Milli Eğitim Bakanı düşünün.. Dinleyenlerin yüzündeki çizgileri titreten bir karara imza atıyor, "Bu mesleği yapmak istiyorsan, eşini, evini çocuğunu bırakıp falan yere tayin olacaksın" diyebiliyor!
Çılgınlığın nelere mal olduğunu size iki örnekle anlatacağım!
Bugün Radikal Gazetesi'nin manşetinden bir haber..
Aynen aktarıyorum:
Şadan öğretmenin 5.5 yaşındaki kızı Elif Suna’ya 3 yıl önce lösemi teşhisi konuldu. Şadan Karakaya, Düzce’de öğretmenlik yapıyordu, tedavisi Ankara ’da yapılıyordu. Doktorlar ilik naklinin en başarılı yapıldığı Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ne yakın olmaları gerektiğini söyleyince tayinlerini Ankara yerine Antalya ’ya istemeye karar verdiler. Oraya taşındılar. Hemşire eşi Özlem Akdeniz Üniversitesi’ne geçmeyi başardı.
Şadan öğretmen ise özür durumu atamaları için için ağustosu sabırla bekledi. Atama başvurusu yaparken branşı tarihte yer olmadığını görünce yıkıldı. Şimdi nasıl olur da hasta kızının yanında olamayacağını soruyor yetkililere.
Şadan öğretmen yalnız değil...
Bir başka örnek..
Sakarya'da öğretmenlik yapan bir kadın öğretmen. Annesi yatalak.. Bu öğretmenin tayini başka bir ile çıkıyor, ama eşi tutturamıyor! O kadın öğretmen yatalak annesini kendisiyle götüremeyeceği için kocasına emanet etmek (!) zorunda kalıyor.
O kadının ıslattığı altını ve yeni giysilyerini değiştirme işi damada havale ediliyor devlet eliyle..
Bizim bilmediğimiz duymadığımız böyle nice dramlar var.
Kime "Derdini anlat" desen, sözleri şimşek gibi çakıyor!
Yahu sizin vicdanınız nerede arkadaş?
Tek idiali, tek hayali gelecek nesilleri yetiştirmek olan bu insanlara azılı suçlu muamelesi yapmak da neyin nesi?
Onları mecburi göçlere zorlamak, gözden ve gönülden ırak yerlere postalamak, aile birliğini altüst etmek.
Bu insanlar ne suç işledi?
Bari suçlarını söyleyin de lanetleneceklerse, biz de lanetleyelim!
Yok eğer suç işlemedilerse bu çılgınlığı durdurun!
Milli Eğitim Bakanı bütün gücünü, tüm hızıyla birleştirmiş, "Bu kararlar, ya uygulanacak ya da uygulanacak" buyruklarıyla ve yakarak, ve yıkarak ilerliyor!
Eğitimci olmak bir gönül, bir sevda işidir.
Burada daha önce örneğini verdim.
Dünyanın en ücra köşelerindeki, Kenya'daki, Endonezya'daki "Türk Okulları"na giden ve dünya çocuklarına Türkçe öğreten öğretmenler emirlerle, buyruklarla, talimatlarla terketmiyor evini ocağını...
Onları oralara savuran şey içlerindeki o öğretmenlik sevdası...
Bunu bilmiyor, anlamıyor.
Hale bakın ki ülkenin Genelkurmay Başkanı bile olayın vahameti üzerine ayaklanıyor, "Sayın Dinçer; Aldığınız bu karar sıkıntılı. Eşleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan kişilerin bu durumu bizi bile çok zor durumda bıraktı. Lütfen bu kararı gözden geçirin" diyor.
Hale bakın ki, AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, kulakları tırmalayan feryatlara daha fazla tahammül edemiyor ve "Bu çok ciddi bir sorun, yanlış bir karar? Bu durumunuzu masaya getireceğim" diyor.
Ve hale bakın ki, Milli Eğitim bakanından "Oynuyor mu, avutuyor mu, uyutuyor mu belli değil" dedirten bir cevap geliyor:
"Bakarız.."
"Benim gibi düşünmeyene, benden veya bizden olmayana hak tanımam" alışkanlığının, bakanın iliklerine kadar işlediğinin delilidir "Bakarız" sözü!
28 Şubat'ta alınan yenilginin asla unutulmadığının ve affedilmediğinin belgesidir bu tavır!
Yazının başında, "Bu eğitim sisteminden ne öğretmen, ne öğrenci, ne de veli memnun. İsyan sert ve kızgın rüzgarlar gibi esiyor" demiştim.
"Biz halka rağmen kararlar almayız" diyen Başbakan'ın kulakları çınlıyor mu acaba?
Kaynak : [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]