GÜLİZAR
Babam annemi dövecek birazdan, annem de beni. Sonra çarşıya inip, oyuncakçı dükkanının vitrinini seyrederken, peluş kedilere, köpeklere ve ayılara içimi dökeceğim. Öğretmenim, “yaz tatilinde ne yaptın?” diye sorarsa okullar açıldığında, “kendime peluş hayvanlardan bir aile kurdum” diyeceğim…
Annem, konserve hazırlamayı öğretti bana bu yaz. Ütü nasıl yapılır, onu da gösterdi. Melemen, makarna, pilav; bunlar zaten geliyordu elimden. Biliyorum, gidecek annem ve dönmeyecek geri. “Ben seni dövmek istemiyorum aslında” dedi bana bu sabah, “anla beni” dedi… Sustum ben. “Bir şey söyle” dedi, baktım yüzüne öylece. “Gideceksin, değil mi?” dedim. “Kimseye güvenme ve kendi ayaklarının üzerinde dur” dedi. Çocukluğunu anlatmaya başladı bana; üvey annesinden yediği dayaklar bölümünde gözleri doldu. “Madem gideceksin, beni sev biraz” dedim. “Üzgünüm Gülizar, sevemiyorum ben; seni bile sevemiyorum” dedi…
Bir sonbahar akşamıydı, babam annemi yine dövmüş, annem ağlayarak yatak odasına girip kapıyı kilitlemişti. Babam oturttu beni karşısına, “dertleşelim seninle Gülizar” dedi. “Biz erkeklerin de yükü ağır” diye başladı anlatmaya. “İşsizim iki aydır. Üniversite okumuş adamım, ama asgari ücretle bile iş bulamıyorum” dedi. “Ben anneni sevdim, ama o beni sevmedi; onu terk eden adamı unutmak için evlendi benimle “ dedi. “Anneni dövmek istemiyorum aslında, anla beni” dedi. Sustum ben. “Ah, siz kadınlar!” dedi bana öfkeyle, “lanet olasıca, on bir yaşındasın, ama annen gibi acıyarak bakıyorsun bana!” Korktum ben, çok korktum. Koltuktan kaldırıp beni, yere doğdu itti. Düştüm. Kaldırdı sonra, oturttu yine koltuğa. Canımı acıtması öfkesinin geçmesini sağlamıştı. “Ben sekiz yaşında başladım çalışmaya. Bakkal çıraklığı, ayakkabı boyacılığı, berber kalfalığı… Yevmiyemi babam alırdı, tek kuruş vermezdi bana “ dedi. “Sana çok bağırıyorum bazen, ben de çok çektim çocukluktan beri” dedi. “Çocuğumuz olsun istemedik ben de, annen de; ama oldu işte! “ dedi…
Bir kış gecesi, evimizde uyurken, uyandığımda, bir de baktım ki dedemlerin evindeyim. Dedem nineme söyleniyordu, “biz kendimize bakamıyoruz, bir de bunu attılar başımıza!” Annemle babam bağırıp çağırmışlar birbirlerine; annem de akrabalarına gitmiş. Babam, uyuyan beni kucakladığı gibi dedemlere getirip, “şunu birkaç gün idare ediverin” demiş. Dedem, sabah kahvaltısında dedi ki; “biz olmasak sokaklarda mendil satıyordun şimdi; çocuk her zaman uğur getirmiyor aileye!” Ninem, “sus” dedi dedeme, “Gülizar`ın ne günahı var?” Dedem dedi ki bana, “senin de için yanıyordur elbette; ama biz ne acılardan geçtik, nereden bileceksin!” Sustum ben. “Daha beş yaşındaydım babam vefat ettiğinde. Ne çocukluğumu yaşadım, ne de gençliğimi. Kardeşlerime babalık yaptım, eve ekmek getirdim, anneme ben baktım yatalak olduğunda bile. Sen ne çekiyorsun ki benim çektiğimin yanında?” dedi. Ninem dedi ki yine, “ilişme çocuğa, o da öğrenecek hayatı!” Sonra ninem konuştu gözlerime bakarak,“ah güzel torunum; ilkokulda okurken, yaz tatillerinde, gün doğumundan gün batımına kadar tarlada çalışıyordum …” Dedem, birdenbire sözünü kesip ninemin, bağırdı bana, “ninenden ibret al, öğren hayatı!”
İlkbahardı, Anneler Günü`nün olduğu hafta, öğretmenimiz dedi ki, “annenizi anlatın bir kompozisyonda.” Önümde çizgili bir dosya kağıdı; arkadaşlarım yazıp durdular kendi kağıtlarına ve ben, “bu kadar yazacak şeyi nasıl buluyorlar?” dedim kendi kendime. Öğretmenim geldi yanıma, “anlat Gülizar” dedi, “anneni anlat.” Bir ağlama tuttu o anda , hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ne öğretmenim sakinleştirebildi beni, ne de arkadaşlarım. Çizgili dosya kağıdı ıslandı göz yaşlarımla. “Anlattım işte” dedim ve ıslak kağıdı alıp öğretmenimin masasına bıraktım. Çıktım sınıftan ve nefes nefese kalıncaya kadar koştum. Çarşıdaki oyuncakçı dükkanına vardım. “Ben geldim” dedim vitrindeki peluş kedilere, köpeklere ve ayılara. “Beni bir tek siz anlıyorsunuz” dedim, “iyi ki varsınız “ dedim…
Annem gidecek birkaç gün sonra ve ben pencerelerde bir çocuk yüzü olarak kalacağım annemin ardında. Konserve hazırlayabilen, ütü yapabilen ve aş pişirebilen on bir yaşındaki kızını hayata hazırladığından emin olacak belki de…
Babam, belki de annemin yerine beni dövecek ve kendisini anlamamı isteyecek. Dedem ve ninem, kendi çocuklukları üzerinden bana hayat bilgisi dersleri vermeye devam edecekler, kim bilir…
Anlıyorum annemi, babamı, dedemi, ninemi, herkesi… Ah, sevgisizliğinize, samimiyetsizliğinize, zalimliğinize öyle güzel kılıflar buluyorsunuz ki, acılarınızı öyle güzel yarıştırıyorsunuz ki, kendinizi öyle güzel aklayıp paklıyorsunuz ki, gurur duyun kendinizle…
Her mevsim ayrı bir incitilmişliğim var benim. Kendi mevsimlerim olacak bir gün; incelikler mevsimi, düşler mevsimi, vicdan mevsimi ve şefkat mevsimi…
Gülizar`ın mevsimlerinde incitilmeyecek hiçbir çocuk; kendi mevsimlerime serpeceğim uçsuz bucaksız sevgimi…
Ergür Altan