Uzak yola gidecek olan bir kervancı bir gün, şehrin ünlü semer ustalarından birinin dükkânına gider. Usta namaz kılmak üzere camiye gittiğinden, dükkanda genç bir çırak bulunmaktadır. Kervancı, uzak yola gideceğini, develerinden birinin semersiz olduğunu, kaça olursa olsun, hemen iyi bir semer istediğini anlatır.
Semerci çırağı hazırda yapılmış iyi bir semer bulunmadığını, sipariş üzerine kervancıya semer yapabileceklerini söyler. Gelgelelim kervancının işi aceledir. Adam bu sırada dükkanın tavanında asılı eski bir semeri görür ve eski de olsa, semeri yenisinin fiyatına satın alacağını, çünkü devenin boş gitmesini istemediğini söyler.Çırak, kârlı bir satış yaptığını düşünerek, eski semeri kervancıya verir.
Gelgelelim, göğsünü kabartarak anlattığı bu alış veriş yaşlı ustayı hiç sevindirmez. Meğer adamcağız, kırk yıldır kazandığı paralardan artırdıklarını, bu eski semerin içinde saklarmış.Zavallı çırak, çok üzülür, Semeri aramak için yollara düşer.
Ustanın:”Oğul gel gitme beyhude, Semerkanta, Buharaya.Bulur elbet seni bir gün, nasip araya araya.” demesine aldırmaz, semerin arkasında bir kaç ay dolaşır, sonunda bulamadan geri döner.
Ustası, çırağın geldiğine sevinir, onu teselli eder ve şunları söyler:
- Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den nasip değil ise, ne gelir elden?
Altı ay kadar sonra, bir gün kervancı dükkana gelir çırak, adamı hemen tanır. Ustasına da söyler. Kervancı der ki:
-Oğul, bu semeri senden alıp gittim ama, aklıma takıldı, ustasının haberi olmadan çocuk bunu sattı ya ustası gelince kızar, darılırsa? diye üzüldüm. Alın semeri aynen geri veriyorum, bana yeni bir semer yapın.