Benim Peygamberim Hz. Muhammed (sav)

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 10 Ağu 2007 13:13:15
  İDEAL BİR İMAM NASIL OLMALIDIR

1. İdeal bir imamda mesleki bilgi ehliyetinin olması lazım. İtikadi bakımdan insanların saygı duyacağı bir inanç düzeyinde olması gerekir.

2. İmam, inandığına samimi inanmalıdır. İnanmayan insan samimi olamaz. Bütün samimiyet ilkelerinin özü, inanca dayanır.

3. İmamlar, çok farklı kültürde ve telakkide olan insanlar ile muhatap olup onlara hizmet veriyor. Böyle bir imam her insana farklı bir tutum sergileyemeyeceğine göre kendine örnek olarak Peygamberimiz’i almalıdır.

4. Çevresindeki farklı kültür ve çevrelerden gelen insanlar onda Peygamber Efendimiz’in örnekliğini görerek kendi farklılıklarını unutup kişilik bütünlüğüne erişmelidir.

5. Resullullah, cemaati için bir model insandı. İmam da cemaat için model bir insan olmalıdır.

6. İmam, cemaatini anlamaya çalışmalıdır. Yani siz sadece doğruyu anlatmakla başarılı olamazsınız. Bir doğruyu, doğru anlatmak da zorundasınız. Bunun şartı da sizi dinleyen insanı iyi anlamaktan geçer. Yani hitap ettiğiniz insanı anlamadan ona doğruları anlatmanız ve benimsetmeniz mümkün değildir. İnsan inanmadığı bir konuda konuşuyorsa o insan dürüst değildir.

7. Hep söylenir, eğitim sözle değil davranışla olur. Eğitimde model son derece önemlidir. Biz Resulullah Efendimiz’in sünneti derken O’nun ortaya koyduğu hayat modelini kastederiz. Bu nedenle vaaz veren kimse Peygamber Efendimiz’in makamına geçiyor. Onun makamına geçen bir insanın gerçekten ağır bir sorumluluğu olan ulvi bir göreve talip olduğunu bilmesi lazım.

8. İslami yaşayış konusunda son derece duyarlı ve dikkatli olması lazım. Bir insan namazını kılmazsa bu kişi kendisinden sorumludur. Ama bir din adamı bunu yaparsa hem kendine hem de örnek olduğu topluma zararı dokunur.

9. Din adamının sorumluluk alanı geniştir. Herkes kendisinde aradığı şeyi onda bulmalıdır. Yani kendisinde eksik gördüğü ve aradığı şeyi imamda bulabilmelidir. En azından insan bende olmayan şey imamda vardır, diyebilmeli.

10. İmamlık, önderlik demektir. Bu kelimenin içini mutlaka doldurmamız gerekir. İmam bulunduğu çevrede ‘hayır odağı’ olmalıdır. Öyle bir saygınlık elde etmeli ki her sıkıntıya düşenin ilk aklına gelen kimse olmalıdır.

Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 10 Ağu 2007 13:58:46
Benusa Hocam ben imamların hataları hiç söylenmesin konuşulmasın demiyorum, ki hatırlıyorsanız ilk örneği de ben vermiştim.
Bir imamla ilgili bir durumu anlatarak , böyle bir sorunun olduğunu söylemiştim.

Elbetteki yeri geldiğinde kötü örnek davranışlar üzerinde konuşulmalı.

Benim anlatmaya çalıştığım , sadece hataları ardarda sıralayıp , bakın işte imamlar böyleymiş demenin yanlış olacağı. Yani bunu söylerken size karşı da bir tepki olarak söylediğim bir şey değildi bu , ama konunun gidişatının bu yöne kaydığını görünce bunun fayda vermeyeceğini , sadece zarar vereceğini anlatmaya çalıştım.

Bunun yerine konunun daha faydalı bir zemine çekilmesi için , imamların seçilmesi konusunda ne tür hatalar yapılıyor, neler yapmak gerekir, imam neden toplum için önemli, cahil bir insanın imam olmasının topluma ne gibi zararları olabilir şeklinde sohbet edersek , karşılıklı bir fikir teatisi olacaktır ve bu muhtemelen daha faydalı olacaktır.

Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 10 Ağu 2007 15:05:16
AKSA Hocam öyle bir imam modeli ortaya koymuşsunuz ki , insan  keşke imamlarımızın hepsi böye olsa demekten kendini alamıyor.

Ben de bu söylediklerinize birkaç şey eklemek istiyorum, müsadenizle.

  İmamlarımızın konuşmalarının , hitabetlerinin sonderece düzgün olması gerekir.

  Edebiyatı , şiiri çok iyi bilmeleri gerekir.
 
  Bilimsel gelişmeleri yakından takip etmeleri gerekir ve mümkünse İlahiyat Fakültesi mezunu olmalılar . Bu fakültede de Fizik, Kimya , Biyoloji dersleri de okumalılar.

  Sadece dini ilimlerde değil , fen ve sosyal ilimlerde de bilgi ve birikim sahibi olmalılar ki , hem toplumu daha iyi anlasınar , hem ayet ve hadisleri çok daha iyi anlayıp insanlara anlatabilsinler.

  Belki bunları yapmak çok zor , ama olsa ne güzel olur , değil mi?

Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 10 Ağu 2007 15:23:31
Peygamber Efendimiz (s.a.s) Gelmesi  İle Kadının  Gördüğü Değer

Cahiliye dönemi arkada bırakılmış ve o döneme ait her şey artık, ya acı bir teessür ve bir hasretle, ya da müstehzi bir edayla anlatılıyordu. Evet, o dönem anlatılırken ya dudaklar geriye gidiyor, ifadeler tebessüme bürünüyor veya bir iç burkuntusuyla kekeleniyordu. Bir gün yine bâdiyeden gelen bir bedevi, mescidde Allah Resûlü’ne bazı şeyler anlatmıştı. Ve anlattığı şeyler arasında bir de şu vardı: “Ya Resûlallah! Ben de kız çocuklarımı kendi ellerimle gömmüştüm.” demiş ve devam etmişti: Bunlardan birinde, kızımın elinden tuttum götürdüm; ki kızım, tam da gelişip çarpıcı bir hâl aldığı çağdaydı. Çölde iyice uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım. Sonra da bir yeri, kazma ve kürekle kazmaya başladım. Zavallı gafil çocuk, hiçbir şeyden haberi yoktu. Benimle beraber o da kendi çukurunu kazıyordu. (Adam bunları anlatırken Allah Resûlü bir bahar bulutu gibi dolmuş ve gözyaşları boşalmaya başlamıştı.) Kazma işi bitince geriye çekildim. Küçük yavru ne olacağından habersiz çukura bakıyordu. Aniden sırtına bir tekme indirdim. Başaşağı kuyuya giderken, “Babacığım babacığım!” diye feryat ediyordu. Allah Resûlü, hıçkıra hıçkıra ağlayınca sahabe-i kiram, adama “Resûlullah’ı ne diye müteessir ediyorsun”, diye itap etmeye başladılar.[1]
Evet, işte o zamanki insanların durumu buydu. Kadının hakk-ı hayatı yoktu. Ve Allah Resûlü böyle bir cemaat içinde zuhur ediyor, her şeyi kendi değerine irca ettiği gibi, kadına da değerlerüstü değer kazandırıyor. Evet, o gün kadın hor görülüyor, irdeleniyor, yedi kapı kovuluyor, baba ona karşı yüzünü ekşitiyor ve yeni doğan kız çocukları babadan saklanıyordu. Vakıa, o gün istatistik bilinmiyordu ve öyle bir istatistik de yapılmamıştır. Ama, yaşayan kadınlar, zannediyorum % 50, babalarına gösterilmeden, kaçırılan kadınlardı. Belki sadece Hz. Ebu Bekir gibi fıtraten selim olarak doğan ve temizliğe açık olan ruhlar çocuklarını öldürmemişlerdi. Bunun dışında gençliğinde Müslümanlığı idrak edemeyen pek çok kimse mutlaka bir kız çocuğunun katili bulunuyordu. İşte bu cemaat içinde Allah Resûlü (sav), kızları en yüksek pâyeye ulaştırıyordu.
Bakın Nesaî’nin Âişe Validemiz’den naklettiği hâdise: “Huzur-u risalet penahiye bir kız geldi: “Ya Resûlallah”, dedi “Babam beni istemediğim hâlde amcamın oğluyla evlendirdi.” Allah Resûlü derhal babasını çağırdı: “Kızını, istemediği halde bir başkasıyla evlendirmeye zorlayamazsın.” dedi. Adam: “Nasıl emrederseniz ya Resûlallah!” diyerek yaptığından vazgeçti. Zaten, sahabinin başka türlü düşünmesi de mümkün değildi. Adam belki de, kızını vermekle yeğenini bir sıkıntıdan ve zor bir durumdan kurtarmak istiyordu ancak, Allah Resûlü’nün emri her şeyden üstündü. O, Allah Resûlüne teslimiyet ifade eden sözlerini bitirince, kız ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Ya Resûlallah, benim esas maksadım babama muhalefet değildi. Ancak, İslâm’da bunun hükmü nedir? Baba, kızını birine verme hususunda nereye kadar selâhiyet sahibidir? İşte bunu öğrenmek istemiştim ve buraya da bu niyetle gelmiştim.”[2] Dün kuyulara atılan, horlanan, hakir görülen, toprağa gömülen kız, kısa bir zaman sonra Peygamberin huzuruna çıkıyor ve rahatlıkla hakkını arayabiliyordu. Acaba evleneceği kişi hakkında babası ona zor kullanabilir miydi? İşte o, bunu soruyordu. Birkaç sene evvel, böyle bir hâdise olacağı söylenseydi, o günün insanları dinlediğine inanamaz, ya da söyleyenin aklından zoru olduğunu kabul ederdi. Ama, işte, bütün bunlar oluyordu.

Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 10 Ağu 2007 20:53:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ne güzel bir başlık.Bu başlıkta peygamberimizle ilgili bildiğimiz,duyduğumuz,okuduğumuz anıları paylaşmak çok hoş olur.Bir tanede ben paylaşmak isterim.

Bu fikrinizi çok beğendim ve ben de Peygamber Efendimiz (sas) in hayatı ile ilgili anlamlı bir anıyı sizinle paylaştım. Devamını getirirseniz sevinirim.

Saygılar.

Çevrimdışı sevecen5183

  • Üye
  • *
  • 15
  • 1
  • 15
  • 1
# 11 Ağu 2007 15:19:19
bu yazıları yazanlaın ellerine sağlık

Çevrimdışı arse01

  • Üye
  • *
  • 34
  • 3
  • 34
  • 3
# 11 Ağu 2007 15:59:04
EZAN
Müslümanların bir mescitleri vardı. Ancak namaz vakitlerini duyuracak bir davet şekli henüz ortaya çıkmamıştı. Müslümanlar mescide gelip bekliyorlardı. Vakit girince de namazlarını kılıyorlardı. Peygamberimiz, Müslümanların toplanmalarını emretti. Namaza davetin nasıl yapılması gerektiğini konuşacaklardı. Bazıları Hıristiyanlardaki gibi çan çalalım dediler. Bir kısmı ise Yahudilerin öttürdüğü boruyu misal verdiler. Namaz vakti yüksek bir yerde ateş yakalım diyenler oldu. Peygamberimiz bu tekliflerin hiç birini beğenmedi.
O sırada Hz. Ömer söz istedi: "Yâ Resûlallah ! Namaza çağırmak için neden bir adam göndermiyorsunuz?" diye sordu.
Peygamberimiz bu teklifi uygun gördü. Hz. Bilâl'e seslendi: "Kalk ya Bilâl ! Namaz için seslen,"
Hz. Bilâl kalktı. Bir süre Medine sokaklarında dolaştı. Dolaşıyorken de "Buyrun namaza! Buyrun namaza!" diye sesleniyordu. Daha sonra Abdullah bin Zeyd isimli sahâbî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bildiğimiz ezan sözleri kendisine öğretilmişti. Sonra rüyâsını Peygamberimize anlattı. Hz. Ömer ve birkaç Sahabî de aynı rüyâyı görmüştü. Peygamberimiz de, "İnşallah bu gerçek bir rüyâdır" buyurdu ve dâvetin bu şeklini olduğu gibi kabul etti.
Hz. Bilâl ezanı öğrendi. Yüksek ve gür bir sesle okuyarak Medine ufuklarını çınlattı: "Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber!.. "Ezan o günden beri hiçbir değişikliğe uğramadı. İlk günkü güzelliğiyle inananları namaza çağırmaya devam etti.

Çevrimdışı şule27

  • Uzman Üye
  • *****
  • 870
  • 478
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 870
  • 478
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Ağu 2007 00:22:03
BİR GÜN PEYGAMBERİMİZİN EVİMİZE ZİYARETE GELDİĞİNİ DÜŞÜNÜN?
 

Eğer birgün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse yalnızca bir kaç günlüğüne.Aniden çalsa kapınızı merak ediyorum.Neler yapacağınızı


.Biliyorum böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı O'na sunacağınız tüm yemekleri en iyisi olacağını ....

Ve inandırmaya çalışacağınızı O'nu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı.Gerçekten de evinizde O'na hizmet etmekten alacağımız hazzı.

Fakat söyleyin bana Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde

O'nu kapınızda mı karşılayacak mısınız?Yoksa onu içeri almadan önce ,

Aceleyle bazı dergileri, gazeteleri çabucak saklayıp ;yerine Kuarn-ı Kerimimi koyacaksınız?Peki hala Amerkan filimlerini seyredecek misiniz, televizyonda ?

Ya da kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle O size kızmadan önce?

Kimbilir belkide ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını dilerdiniz.Hatırlayabildiğini z en son çirkin kelimenin ....

Peki ya;

Dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?

Ve bunu yerine ortalığa kitaplığınızın raflarında tozlanmış hadis kitapları mı çıkaracaksınız?



Yoksa telaşla "ne yapayım" diyerek, sağa sola mı koşturacaksınız ?

Merak ediyorum

Eğer Peygamber Efendimiz,



Birkaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa yapmaya devam edecek misiniz.Her zaman yaptığınız şeyleri?Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?Her yemekten sonra sofra duası etmeyi yine zor mu bulacaksınız?


Hiç yüzünüzü asmandan

Oflayıp puflamadan her vakit namazınızı kılacak mısınız?

Ya sabah namazı için, sıcacık yataktan erkenden fırlayacak mısınız?



Peki ya yine mırıldayacak mısınız?

Her zaman söylediğiniz şarkıları

Ve okuyacak mısınız her zaman okuduğunuz kitapları?

Peki izin verecek misiniz ?

Aklınızın ve ruhunuzun beslediği şeylere?


Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?Şöyle diyelim ya da,

Gideceğiniz her yere götürebilece kmisiniz Peygamberi de?

Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız?

Tanıştırmaktan onur duyarmısınız en yakın arkadaşlarınızı O'nunla?

Yoksa hiç karşılaştırmamasını mı umardınız Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle ?



Şimdi söyleyin açık yüreklilikle O'nun kalmasını ister misiniz sizinle sonsuza dek, hep birlikte?

Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız.Ziyareti bitip gittiğinde?

Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi*

Bilmek ve düşünmek eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretimize gelse yapacağımız şeyleri? (alıntıdır.)
 
 
 
 

Çevrimdışı nadage

  • Uzman Üye
  • *****
  • 558
  • 835
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 558
  • 835
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Ağu 2007 00:43:58
imamlarada güven kalmadı çünkü yoldan geçen imam oldu bu devirde

Çevrimdışı birfuzuli

  • Üye
  • *
  • 32
  • 5
  • 32
  • 5
# 12 Ağu 2007 20:10:01
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı arse01

  • Üye
  • *
  • 34
  • 3
  • 34
  • 3
# 12 Ağu 2007 22:03:57
Maşallah ne tatlı söylemiş.
Ama bide bunu Dursun Ali erzincanlı dan dinleyin.Tüyleri diken diken oluyo insanın

Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 12 Ağu 2007 22:30:08
Dursun Ali Erzincanlı dan dinlemek isterseniz;

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Ağu 2007 18:40:37
Peygamber isen mucize gösteresin

Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardı. Ekserî Şâma giderdi. Seferde iken, bir gece rü'yâ gördü ki, gökden ay inip, kucağına girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine basdı. Uyandı. Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi. Ona varıp, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. Râhib dedi ki,
- Sen nerelisin?
Ebû Bekr dedi;
- Arz-ı Hicâzdanım.
Tekrâr sordu:
- Ne iş yaparsın.
Ebû Bekr,
- Tüccârım, dedi.
Râhib dedi ki,
- Yâ Arabistanlı kişi. Bu rü'yâda, sana büyük müjdeler vardır. Ta'bîrini ister isen, ücretini ver, dedi.
Ebû Bekr 'radıyallahü anh' oniki dînâr çıkarıp, verdi.
Râhib dedi ki:
- O ay ki, gökden sana indi. Âhır zemân Peygamberidir. Yakınlarda zuhûr edecekdir. Sen Onun hayâtında iken vezîri olursun. Sonra halîfesi olursun. Yâ Arabistanlı kişi. Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver. Ona varıp, buluşayım. Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaşdırırsın. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhıretde şefâ'atinden unutmasın.
Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh',
- Bana bir mektûb ver, dedi.
Râhib, oniki satır bir mektûb yazıp, Ebû Bekre 'radıyallahü anh' verdi. O mektûbun mevzû'u şu idi.
(Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme. Hakîkaten sen âhır zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin. Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim. Ma'lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum. Ebû Bekr bana gelip, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. O rü'yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur. Eğer ben sağ olup, hazretine yetişirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim. Eğer yetişmezsem, âhıretde beni şefâ'atinden unutmayasın) diye mektûbu temâm etmişdir.
Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü anh'; ey rü'yâyı ta'bîr eden kişiye:
- Eğer ta'bîr etdiğin gibi olursa, yüz altın dahi bende senin emânetin olsun, dedi.
Şâm seferini bitirip, Mekkeye geldi. Bu hâdiseden oniki sene geçdi. Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede 'sallallahü aleyhi ve sellem' vahy eyledi. Bir gece o büyük Peygamber, Ebû Kubeys dağına çıkıp, gece yarısında dedi ki: Allahü teâlâya da'vet edenin da'vetini kabûl ediniz. Lâ ilâhe illallah, deyiniz. Ebû Bekr, serîr üstünde yatıyordu. Söylenilenleri işitdi. Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Birkaç gün sonra, Mekke sokaklarında, hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ile buluşdu.
Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki:
- Ne olaydı, islâma geleydin.
Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki:
- Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Peygamber isen mu'cize gösteresin.
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem', Ebû Bekrin göğsüne mubârek ellerini dayayıp, şöyle dıvâra yaslayıp, dedi ki,
- Sana o mu'cize yetmez mi ki, o rü'yâyı gördün. Yemlîhâ râhibe ta'bîr etdirdin. O zemândan on iki yıl geçdi. Ta'bîr edene on iki dînâr verdin ve yüz dînâr dahâ va'd etdin. Rü'yâyı ta'bîr eden, on iki satır bir mektûb yazıp, sana emânet verdi. Bunları bir-bir görüp, muttalî olup, mektûbda yazılan şudur, şudur deyip, takrîr buyurdular.
Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' işitip, parmak kaldırıp,
- (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah). Ya'nî sen, o Peygambersin ki, Yemlîhâ râhib senden haber verdi, dedi.

Çevrimdışı nurcan98

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 129
  • 17
  • 129
  • 17
# 14 Ağu 2007 19:27:12

bedirhan gökçe'den
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 22:54:41
Seceret-ül Kevn'den
(Muhîddin-i Arabî)
îbni Abbas (R.A.) den naklen Muaz bin Cebel rivayet ediyor;
Bir gün Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz Hz. Eyyüb El-Ensarî'nin evinde ashabı ile sohbet ederlerken, dışarıdan:
- Ya Rasülullah! Görülecek, halledilecek bir işim var. Halli için içeriye girmeme müsaade buyurur musunuz? diye bir ses geldi. Bu sesi işiten Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz ashaba dönerek:
- Bu sesin sahibinin kim olduğunu biliyor musunuz
- Allah ve Rasülü en iyi bilendir. Sesin sahibinin kim olduğunu bilmiyoruz ya Rasûlullah! dediler. Efendimiz:
- O, melûn îblîs'tir Allah'ın laneti O'nun üzerine olsun, buyurunca
Hz. Ömer (R.A.) hemen yerinden fırladı:
Ya Rasûlullah! izin veriniz. O'nu hemen öldüreyim, dedi.
- Dur ya Ömer! Bilmez misin ki
O'na belli hır vakte kadar mühlet verilmiştir. Buna kimse muktedir değildir. Öldürmeyi aklından çıkar, dedikten sonra şöyle buyurdu:
- Kapıyı açın, gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Söyleyeceği sözleri iyice anlamaya çalışınız'.
Rasûlüllah'ın izni üzerine açılan kapıdan melun îblîs içeri girdi. Gözleri yukarı doğru açılmış, kafası büyük bir fil kafası gibi. şaşı, köse bir ihtiyar görünümünde. îblîs:
- Selam sana ya Muhammedi Selam size ey Peygamber ashabı! diye selam verdi. İblîs'in selamını kimse almadı. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
- Selam Allah'ındır ey mel'un! buyurarak, bize niçin geldin ya laîn? diye sordu.
İblis:
- Ben de buraya gelmekten çok rahatsız oldum. Allah-u Teala'nın, bir melekle; "Habibim Muhammed'e (S.A.V.) zeliline bir şekilde gidecek ve insanları nasıl aldattığını anlatacaksın. Sana ne sorulursa doğru cevap vereceksin şeklindeki emri üzerine buraya geldim." dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz.
- Ya mel'un! Söyle bakalım. insanlar arasında en çok sevmediğin kimdir? diye sordu, îblîs:
- Sensin ya Muhammedi diye cevap verdi. Rasülüllah:
- Benden sonra en çok kimleri sevmezsin? diye sordu, îblîs:
- Adil devlet reislerini, ilmiyle amel eden alimi, Varlığım Allah yoluna adayan müttakî genci.
Sabırlı olan fakiri ki, ihtiyacım üç gün üst üste hiç kimseye anlatmaz, halinden kimseye şikayet etmez. Şükreden zengini ki, kazancı helal yoldandır ve Allah rızası için harcar ,fakir ve yetimleri korur.
Kur'ân-ı hıfzederek onunla amel edeni ve beş vakit Allah (c.c.) rızası için ezan okuyan .müezzini, Dinine bağlı, daima abdestli olan zahidi ve kendini haramdan sakınan merhametli kalb sahi-bini; Helal yiyip cömert olan kişiyi ve Hakk için tevazu edip, ahlakı güzel olanı; Herkes uyurken gece kalkıp namaz kılanı; Allah (c.c.) için sevişen iki genci, Cemaatle namaz kılmaya çok istek ve dikkatli mü'mini kalbinde bir şey olmaksızın arkadaşlarına nasihat verip, Allah'ın (c.c.) tekeffül ettiğini tasdik edeni; İhlaslı ve tesettüre riayet eden kadınlara yardımcı olan kimseyi; ölüm her an gelecekmiş gibi hazırlık yapan müslümanı hiç sevmem. Bunlar benim can düşmanlarımdır, diye cevap verdi.
Resülullah (S,A.V.) Efendimiz ile îblis arasında şu konuşma geçti:
- Ümmetim tadil-i erkan üzere namazını eda etse nasıl olursun?
- Beni bir sıtma tutar, tir tir titrerim. Kul Allah için secde ettikçe bir derece yükselir.
- Peki, oruç tuttukları zaman?
- Elim, ayağım bağlanır. Ta onla iftar edinceye kadar.
- Kur'an okudukları zaman?
- Eririm. Suda eriyen tuz, 'Ateşte eriyen kurşun gibi.
- Hacc etseler?
- Boynuma bir zincir vurulur.
- Sadaka verdikleri zaman nasıl olursun?
- İste o zaman halim çok kötü olur. Sanki sadaka veren başımdan aşağıya beni ikiye böler.
Zira sadakada şu hasletler vardır;
Sadaka verenin malı bereketlenir. Allah-u Teala sadakalarım cehennemle arasında perde yapar, her türlü belâ sıkıntı ve üzüntüleri ondan giderir, duaları makbul olur, Kıyamet günü hayırları mizanda ağır gelir.
İblîs'in bu sözlerinden sonra Resülüllah (S.A.V.) Efendimiz, ona sıra ile şu sorulan sordu.
- Ya mel'un! Beraber oturduğun arkadaşın kimlerdir?
- Faiz yiyenler.
- Dostların kimlerdir?
- Zina edenler, yalan söyleyenler.
- Yatak arkadaşların ve hizmetçilerin kimlerdir?
- İçki içenler, sarhoşlar.
- Misafirlerin kimlerdir?
- Hırsızlar.
- Elçîn ve habercilerin kimlerdir?
- Sihirbazlar. .
- Gözünün nuru nedir?
- Talak'a (Karısını boşamak için) yemin edenler.
- Sevgililerin kimlerdir?
- Cuma namazını terkedenler.
- Hazinedarın?
- Zekat vermeyenler.
- Peki, ya lain, senin kalbini ne kırar?
- Allah rızası için cihada giden atların kişnemesi.
- Senin cismim ne eritir?
- Günahlarına tövbe edenlerin tövbesi.
- Ciğerini parçalayan nedir?
- Gece ve gündüz Allah'a çokça yapılan istiğfar.
- Peki, yüzünü ne kara eder?
- Gizlice verilen sadaka.
- Gözünü kör eden?
- Teheccüd (gece) namazı.
- Başım eğdiren?
- Çokça cemaatle kılınan namaz ve sana devamlı getirilen salavat.
- Sana göre insanların en sevimli-si kimdir?
- Namazlarım bilerek kasden bırakanlar.
- Sana göre insanların en şakîsi kimdir?
- Cömertler.
- Seni işinden ne alıkoyar?
- Alimlerin meclisleri.
- Ebu Bekir için ne dersin?
- Cahiliyyet devrinde bile bana itaat etmeyen O. İslam'a girdikten sonra mı itaat edip yalan söyleyecek?
- Peki Ömer için ne dersin?
- Her gördüğüm yerde ondan kaçarım.
- Peki Osman için?
- O'ndan pek çok utanırım.
- Peki ya Ali için ne dersin?
- O'nunla başa çıkamam! Beni kendi başıma bıraksa. Ben de O'nu bıraksam. Ama O beni bırakmaz.
Resülüllah (S.A.V.) İblîs'in bu sözlerinden sonra söyle buyurdu.
- Allah'a hamdolsun. Ey şakî Ümmetimin saadete kavuşması için ahiretine hazırlanmasını sağladın.
Bunun üzerine İblîs de şöyle dedi:
- Ya Muhammedi Ümmetinin saadeti için nasıl ferah durursun? Ben o belli vakte kadar sağ kald?kça, onların kan damarlarında dolaşır, vesvese veririm. Beni yaratan Allah'a yemin ederim, ki, onların alim ve cahillerim, abid ve tacirlerini velhasıl hepsini azdırırım. Yalnız Allah'ın salih kulları müstesna. İşte onları azdıramam.
Rasülüllah (S.A.V.) Efendimiz:
- Sana göre bu salih kullar kimlerdir. Ya Lain? diye sorunca İblîs;
- O salih kul ki mal ve parayı sevmez, medhedilmekten hoşlanmaz, hemen onu bırakır, kaçarım. Bir kimse ki malı, parayı ve övülmeyi sever, kalbi dünya arzularına bağlıdır. İşte o benim en itaatkar dostumdur.
Sonra benim yetmişbin tane çocuğum vardır. Onların her birini bir yere tayin etmişimdir. Her çocuğumun da yetmişbin tane şeytanı vardır.
Onların bir kısmım ülemaya, bir kısmım meşayiha, bir kısmım ihtiyar kadınlara musallat etdim. Bir kısmım gençlere ve çocuklara gönderdim. Gençlerle aramız gayet iyidir. Çocuklarla da bizimkilerin istedikleri gibi oynarlar. Bir kısmını da âbid ve zahidlere yolladım. Her taraflarından hücum ederler. Öyle bir hale gelirler ki, başlarlar, çeşitli sebeplerden herhangi birine sövmeye. İşte böylece ihlasları gider. Yaptıkları ibadetleri ihlassız olur. Fakat bu durumlarının farkında olamazlar.
Rasûlallah (S.A.V.) ile iblis arasındaki konuşma şöyle devam etti:
- Rabbinden neler taleb ettin?
- On şey taleb ettim.
- Nedir o taleb ettiklerin ey mel' ün?
- Şunlardır: Birincisi, Allah'tan beni, Adem oğullarının malına ve evladına ortak etmesin! diledim. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu (Onların mallarına ve çocuklarına ortak ol. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara aldatıştan başka ne vaad eder "îsra: 64") ayet-i celîlesi ile sabittir.
Besmelesiz kesilen her hayvanın etinden, faiz ve haram karışan her yemekten yerim. Şeytandan, Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım. Öyle ki, cinsî münasebet anında besmele çekmeyip şeytandan Allah'a sığınmayan kimse ile birlikte, hanımı ile birleşirim. Ve o birleşmeden hâsıl olan çocuk bize itaat eder, sözümüzü dinler.
Her kim hayvana (veya vasıtaya) binerken haram yola gitmeyi isteyerek binerse ben de onunla beraber binerim. Ona yol arkadaşı olurum. Bu da ayet ile sabittir. Allah-u Teala bana şu emri verdi: "Onlar üzerine suvalilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart. -îsra: 64-"
Kendime kardeşler istedim. Bana mallarım israf edenlerle, ma'siyet yoluna para harcayanları verdi.
Bu da şu ayet-i celîle ile sabittir. "Çünkü (mallarını) saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine (karşı) çok nankördür.")
Ben Adem oğullarını görebileyim, fakat onlar beni görmesinler diye, diledim. Allah kabul etti.
Bunun üzerine Resülülah (S.A.V.) şöyle buyurdu.
- Eğer bu söylediklerin! Allah'ın (c.c.) Kitabındaki ayetlerle isbat etmeseydin seni tasdiklemezdim.
Ya Muhammedi Ben hiç kimseyi azdırmaya, delalete düşürmeye kadir değilim. Ancak vesvese vererek kötü bir şeyi güzel gösterebilirim. Eğer delalete düşürmeye imkanım olsaydı, dünyada Allah'a ve Peygamberlerine inanan hiç bir insan bırakmaz, hepsin! delalete ve küfre sürüklerdim.
Nasıl ki, sen de, hidayete kadir değilsin. Zira Sen ancak Allah'ın Rasülüsün ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı yeryüzünde tek kafir bırakmazdın.
Sen, Allah'ın mü'min kulları için bir hüccetsin... Ben de, kendisi için ezelde şekavet yazılan kimselere bir sebebim.
Hidayet de, dalalet de ancak Allah' tandır.
- o -
Şeytan onlara vaad eder, olmayacak kuruntulara ve ümidlere düşürür. Fakat şeytan onlara kuru bir aldatmadan başka ne vaad eder?
İşte onların (aldananların) varacakları yer cehennemdir. Oradan kaçacak bir yer de bulamayacaklardır.
Nisa Süresi Ayet: 120-21
Kur'an okuduğun vakit, o kovulmuş şeytandan. Allah'a sığın.
Hakikat şu ki iman edipte Rableri-ne tevekkül edenler üzerinde o şeytanın herhangibir hakimiyeti yoktur.
Onun hakimiyeti ancak, kendisini dost edinenlere ve Allah'a ortak koşanlaradır.
Nahl Süresi: Ayet 98-99-100


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK