Sarı sıcak bir akşam üstü idi yitik yorgunluklarımı giyindiğim ve uykusuz uyandığım sabahtan devretmek için uykularımı yönüm eve doğruydu, gülümsemeleri bahar kokan çocukların seslerini yarı baygın ve uykulu duyduğumda…
………En çok sigaraya sarardım uykularımı, yatmadan açar içerdim uykularımda firari düşlerime yol göstersin, sisli sabahlara uyanayım diye…Erkenci uykunun balkona yansıyan bahar kokularına karışırken mahmurluk, ne çok çocuk ne çok çocukluk vardı akşam üzeri bahçesinde…Ve en çokta kızlar eğleniyor, ipten atlarken tramplendeki akrobatlara taş çıkartırcasına atik ve gülüyorlar…Hele içlerinde en çok gülümseyen ve yüzüne yapışmış gülümsemesiyle etekleri açılan var ki adeta bulutlara uzanıyor ve dokunuyor en yakındaki buluta, bulut oluyor mavileşiyor, gülümsemesine karışıyor çocuksu mavilikler, yeniden dönüyor küçük dünyasındaki arkadaşlarına….
………Ve son nefesin ardından karanlığa uzanıyorum, yastığıma çocukluğumdaki gibi sarılıyor, o çok yorulduğumda sabah hiç uyanmak istemeyişlerime, çocukluğuma uzanıyordum ama gözlerim, ama bedenim yenik düşmek üzereydi yine ve eskiden anılarda olduğu üzere…
……..Ta uzaklardan sesler duyup yanılmışlığıma uyanırken misket oynamak vardı şimdi diyorum ve her sabah olağan hale gelen beyaz peynir, siyah zeytinli kahvaltıma yol alıyorum… En çok sevdiğim ekmek arası zeytindi sokakta oynarken eve koşupta bir çırpıda hazırladığım ve yine döndüğüm, bir dilimde sana ikram etmek istediğim sokaklar… Sen her defasında ''yemem'' derken ben illede ısrar ederdim sen kızardın, içimden öyle şeyler söylerdim ki hınzırca gülerdim kendime ve sen yeni bulut- lara uzanırcasına ip atlardın… Bıçkın edayla etraftan bakan erkek var mı? Diye öfkeyle bakar, yoksa kimse seni izlerdim sadece, sen farkındaydın şımarıkça salınır atlardın… Saklambaç oynarken sen beni, ben seni gördüğüm(üz)de, görmemezliklerimiz hep sır kaldı ikimizde ve yıllar sonra kendimizle gidecek sırlarımızı birleştiripte paylaşmamız, ikiye bölüp tümlediğimiz gizlerimizin aşkıydı, Aşktı…
………Akşam olup evlerimizin yolu göründüğünde uzaktan seni izler, eve girene kadar takip ederdim ve gece nöbet tutmak, serenat yapmak isterdim uyuduğun pencerenin önünde, yıllar sonra bu mahallenin sokaklarında tutacağım nöbeti ve kirleteceğim duvarları bilmeden… Uyuyor olduğunu bilerek ve sektir- meden geçerdim her sabah ekmek almak için bakkala giderken, sen ise iyiki hep uyurdun o saatlerde, yıllar sonraki uykusuzluklarına inat… Yarı ölüm hali değil midir uyku ve ondandır benimde geceye sarılıp sabahı kucaklayışlarım, sana uyanışlarım… En çokta ben seviyorum diye sıkça giydiğin puantiyeli eteğini severdim, birde minicik olmasaydı, sen eğilince arkana geçip kimse görmesin diye ardında duruşlarıma ne çok kıkırdayarak gülerdin ''olişkom'' diye…
……… Papatyanın sarısı, göbeği, tam ortasıydın, ben ise seni koruyan, çevreleyen ve minicik esintide savrulan beyaz yapraklardım, savunmasız, çaresiz kire, toprağa bulanan, ezilen ayak altında… Trenle iki günlüğüne teyzemlere gidişimiz, asırlar gelmişti ama dönüşümüz olmasaydı, dönmeseydik, olmasaydım buralarda ve görmeseydim o bomboş evinizi…Şark hizmeti derlerdi ta o günlerden bugüne ve ne şark kurtuldu şark olmaktan, nede sen geldin oralardan… Gece yarısından başlayan, yıllardır süren bitirmediğim, bitiremediğim bir şiirsin şimdi sadece benim okuduğum… Seninle oynadığımız oyunlarda biz ikimiz hiç kazanamadık ama o zamanlardan başlayan kirlenmişliklerde ikimizdik temiz kalan, asla unutma; yazdığım, okuduğum, kıyamadığım, unutmayacağım en güzel ve bitmeyen şiirimsin…